Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Cumartesi günü 15 Temmuz’du… “Allah bizi bir kez daha böyle sınamasın dilerim artık” siyerek başlıyorum. Ve bendenizi sorsanız kendimi hayatımın hiçbir döneminde hissetmediğim kadar aptal hissediyorum. Daha doğrusu bazıları bizi, aptal, cahil ve bir şeyden anlamaz sanıyorlar ki Amerikan askerini bize Mehmetçikmiş gibi yutturmaya çalışmışlar. Biz bağrımızdan kopan evlatlarımızı ne durumda olursa olsun tanırız. Onlara kınalar yakar askere gönderiz. “Asker ağlamaz, yorulmaz, korkmaz” diye öğütleriz. Aciz değildir, korkak hiç değil bizim çocuklarımız. Bu afişleri hazırlayanlar sanırım bunları hiç düşünmeden kolaya kaçarak ve halkın aklını küçümseyerek bu afişleri hazırlamışlar! Ya da kendileri hiç bir şey bilmiyor? Neyse bu konuda çok yazıldı çizildi daha ileri gitmeyelim ancak aptal yerine konmaktan bu millet hoşlanmaz herkes bilsin.
Bu millet Kurtuluş Savaşı vermiş, Anafartalar’da, Sakarya’da, Çanakkale’de destanlar yazmış bir millet, tek başına havan topu kaldırabilecek iman gücü olan Mehmetçikleri olan bir millet. Ve bu Mehmetçikler yıllardan beri PKK illeti ile savaşıyorlar, ikişer, onar, yirmişer şehit düşüyorlar. Ve bu dünyanın en güçlü Mehmetçiği kendi içinde ki hainlerin tuzağını yine kendi bertaraf etti, halkla el ele vererek. Bu yüzden o dünyanın en güçlü, en şefkatli, en masum Mehmetçiğidir. Ona yanlış yapmamak gerekir. Bu millete yanlış yapmak olur. Çünkü onlar bizim çocuklarımız.
Çok şükür hepimiz o uğursuz karabasan gibi gece de ayaktaydık, olan biteni anlayacak, bilecek, akla ve birikime sahiptik. Demokrasiye indirilen darbeye karşı durmak için sokaklardaydık hep birlikte direndik. Bizler etten duvarlar yaptık ama gerçekçi olmak gerekir, eğer orduda sağduyulu ve hain olmayan Mehmetçikler olmasaydı bundan çok daha fazla şehit verebilirdik. Bu yüzden bir zamanlar Cumhurbaşkanı “dikkat edin at izi ile it izi karışmasın” demişti. Ve çok haklıydı. Çünkü o karışıklıkta kimse kimsenin ne olduğunu bilemiyordu. Ve bu durumda ne yazık ki at izi it izne karıştı ve hiç FETÖ’nün adını bile duymayan masum Mehmetçiklerde diğerleri gibi katledildi. Masum Mehmetçiklerimize buradan rahmet yolluyoruz, nur içinde uyusunlar. Ve bütün bunlara neden olanlar Allah’larından bulsunlar inşallah.
Ordu içinde yuvalanan hainler, 15 Temmuz gecesi ayaklandı, devleti ellerine geçirebilecekleri gibi garip bir fikre kapılmışlardı nedense. Bu uğurda hiç acımadılar, bombaları meclisin üzerine boşalttılar, tankları masum halkın üzerine sürdüler. Ancak amaçlarına erişmediler, eriştirilmediler. Yine ordunun içindeki hain olmayanların ve halkın sayesinde… 15 Temmuz halkın demokrasi zaferidir. Halk darbelere karşı olduğunu gösterdi. Önceki darbelerden gına gelmişken bir yenisine katlanamazdık, bunda tatbikî cumhurbaşkanının büyük etkisi var. Milletti sokağa çağırarak milletin öz güvenini tazeledi. Ve birbirinden güç alan insanlar etten duvarlar oluşturdu.
Şimdi bu hıyanet gecesinin yıl dönümü. Aslında bunu kutlamak nasıl bir şey anlayabilmiş değilim şahsen. Bu geceyi “masum olan Mehmetçikleri anma ve nereden gelirse gelsin terörü lanetleme günü, birlik ve beraberlik günü” diye niteliyorum. Aslında bugün şapkalarımızı önümüze alıp düşüneceğimiz bir gün. Nasıl, neden bu duruma geldik diye kendimize soracağımız bir gün.
Bazıları bu günü bayram sanmış olacak ki kutlama yapıyor ve bedava kontur yüklüyor. Şahsen o kontörleri kullanmayı reddediyorum. Bu günün bir yıl öncesinde ülkenin üzerinde karabulutlar dolaşıyor, masumlar şehit ediliyor, hainler kardeşlerini acımasızca katlediyordu. Ve biz bedava kontur keyfi yaşayacağız ha? Aşk olsun yani düşünenlere.
Çok doğruymuş. Birlik ve beraberlik, laiklik ve cumhuriyet ilkeleri ile kalmak dileği ile sağlıkla, sevgiyle ve her zaman ayrımsız gayrımsız ebru tadında kalalım. Allah bizi bu tür olaylarla sınamasın artık hiçbir zaman dilerim. Ve bu olay hepimize ders olur umarım ve aptal olmadığımız her zaman anımsanır. Yase
& & & & &
Seyit Onbaşının hikayesini defalarca sayfamda paylaştım. Bugün yeniden paylaşıyorum izninizle. Soluksuz okunacak, insanın içini acıtan bir hikâye. Çünkü Köyünde onu herkes öldü bilmektedir. Çanakkale’den Havran’daki köyüne kadar 145 kilometreyi 13 günde yayan yürüyerek gelir. Geldiğinde evine giremez. Çünkü 9 yılda belki karısı, yeniden evlenmiş olabilir. Akşamdan geldiği evini sabaha kadar göz hapsine alır. Sabah koyunları çıkarmak için gelen bir akrabası ile karşılaşır. “-Sen kimsin?” “-Ben Seyidim.”
“-Biz seni öldü biliyoruz.” “-İşte sağ döndüm. Benim hanım evli mi?” “-Hayır evli değil. Bir çocuğun var içeride, çocuğu korkutursun. Bağırarak git, haberi olsun.”
Kapıdan eşinin ismini seslenir. 8 yaşında bir kız çocuğu kapıya gelir. “Anne” diyor, “kapıda sakallı biri var korktum.” Annesi geliyor kapıya bakıyor ki, adamı. “Korkma kızım o senin baban.” Ve 9 yıl sonra kızıyla böyle tanışıyor. O kız, sonradan nine olduğunda torunlarına, “Baba deyip de bir müddet kucağına oturamazdım” der. Koca Seyit namı, Seyit Ali Çabuk tam adı.
Çanakkale’de 276 kiloluk top mermisini tek başına sırtlayıp İngiliz zırhlısını vuran kahraman. 1889’da Balıkesir’in Havran ilçesine bağlı bir orman köyü olan Manastır köyünde doğan Seyit Ali, Yörük çocuğudur. Mavi gözlü ve ufak tefektir. Gariban Anadolu köylüsü… Keçi güder arada kaçak odun kömürü yapar satar. 1909’da askere gider. 1912’de Balkan Savaşı’na katılır. 1914’te Birinci Dünya Savaşı başlayınca Çanakkale cephesinde topçu eri olarak bulundu. 18 Mart 1915’te Müttefik donanması Çanakkale Boğazı’nı geçmek için saldırıya geçti. Bu sırada Seyit Ali, Rumeli Mecidiye Tabyası’nda görevlidir. (Savaşın en kritik anlarından birinde Queen Elizabeth zırhlısından atılan bir top mermisi Mecidiye Tabyası’na isabet eder. Mecidiye Tabyası’nın pozisyonu çok kritiktir. Boğazdan geçen düşman savaş gemilerini vurmak üzere oradadır. Ve hedef alınan tabyada geriye sadece iki er ve tabya komutanı kalmıştır. Bu erlerden bir tanesi Seyit Ali Çabuk’tur. Seyit, 276 kiloluk bir mermiyi, mataforası yani vinci bozuk olan topçu bataryasına tek başına sırtlayarak yerleştirmeyi başarır.
Ve Ocean gemisini dümen sisteminden vurmayı başarır. Ocean daha sonra sürüklenir ve Nusrat’ın döşediği mayınlardan birine çarparak batar. Bu başarısından ötürü onbaşı rütbesine yükseltilmiş bir de ödül olarak çift tayın verilmiş. O da bir hafta sonra kursağından geçmeyince istememiş. Seyit Ali, 1909’da gittiği askerden, 1918’de onbaşı olarak döner. 1915’teki zaferden sonra 3 yıl daha Çanakkale’de askerliğe devam eder. 1918’de terhis olur.
Koca Seyit, harpten döndükten sonra burada köyünde kimseye savaş ile ilgili bir şey anlatmaz. 9 yılda yaşadıklarını kendine saklar. Kolay değil, yaşanan olaylar, büyük travmalar yaratmıştır muhtemelen. 1929’da Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bir açılış için Havran’a gelir. Açılıştan sonra Havran Nahiye Müdürü’ne der ki, “Burada bir Seyit Onbaşı olacaktı onu görmem lazım.”
Ancak Havran Nahiye Müdürü, Seyit Onbaşı’nın hangi köyde olduğunu bilmez. “Buluruz tabii Paşam” deyip, Edremit askerlik şubesinden Seyit’i sordurur. Manastır köyünde bulunur. Şubeden 2 jandarma görevlendirilip salınır. Sabah çıkan jandarmalar akşamüstü köye gelir. Koca Seyit, dağa kömüre gitmiştir. Jandarmalar evinin önünde akşama dek bekler. Akşam geç saatte evine gelen Seyit, jandarmayı görünce, kaçak kömür için geldiklerini sanır. Ama bozuntuya vermez. Askerlere “suçum ne ki” diye sorar. “Hayır, suçun yok biz seni bekliyoruz. Seni Paşa çağırıyor.” Seyit, sevinir.
Gece yarısı vardıklarında nahiye müdürü, Seyit’i perişan vaziyette görünce, önce onu bir güzel yıkatır, berberde saç sakal traşı yaptırır. Sabah da elbisesini verir. Atatürk’ün yanına çıktığında, biraz sohbetten sonra Paşa ‘ne istersen, iste sen büyük kahramanlık yaptın’ der. Maaş bağlatılmasını teklif eder. Seyit Ali, “Hayır paşam” demiş, “biz görevimizi yaptık maaş için değil” der. Tek bir isteği olur Atatürk’ten, “Ben dağda kaçak odunla kömür imal ediyorum. Havran ve Edremit’te gece kaçak satıyorum. Senin emrinle o dağdaki ormancılar baltamı almasa. Rahat çalışsam, maaş da istemem” Atatürk, nahiye müdürüne talimat verir, Seyit’e dokunulmasın diye. Ancak iki yıl sonra yeni gelen nahiye müdürü bu emri uygulamaz, Seyit’e pek rahat verilmez. Seyit Ali Onbaşı, bir süre daha dağda odun kömürü yapar. Yaşlanmaya başlayınca zorlanır, Havran’da bir fabrikada hamallığa başlar. Seyit Ali Çabuk, 1939’da 50 yaşındayken, zatürreye yakalanır ve yaşamını yitirir. Köyündeki mezara gömülür. Koca Seyit’in köyü, hala yoksul… Yüze yakın torununun yaşadığı Koca Seyit Köyü (köyün adı sonradan Çamlık, 1990’da da Koca Seyit olmuştur) TSK bir dönem köye de sahip çıkmış, Koca Seyit Anıtı da yaptırmış … Güneydoğuda kilerden farksız, köylü topraksız, koyun keçi güdüyor, ovaya yevmiyeye gidiyor. Aynı dedeleri Koca Seyit gibi. Koca Seyit’in öyküsü, bir yerde Türkiye’nin tüm kahramanlarının öyküsüdür.
Günün Şiiri
Mohaç Türküsü
Bizdik o hücumun bütün aşkıyla kanatlı;
Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı.
Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle,
Canlandı o meşhur ova at kişnemesiyle!
Fethin daha bir ülkeyi parlattığı gündü;
Biz uğruna can verdiğimiz yerde göründü.
Gül yüzlü bir afetti ki her busesi lale;
Girdik zaferin koynuna, kandık o visale
Dünyaya veda ettik, atıldık doludizgin;
En son koşumuzdur bu! Asırlarca bilinsin!
Bir bir açılırken göğe, son def’a yarıştık;
Allah’a giden yolda meleklerle karıştık.
Geçtik hepimiz dörtnala cennet kapısından;
Gördük ebedi cedleri bir anda yakından!
Bir bahçedeyiz şimdi şehitlerle beraber;
Bizler gibi ölmüş o yiğitlerle beraber
Lakin kalacak doğduğumuz toprağa bizden
Şimşek gibi bir hatıra nal seslerimizden
Yahya Kemal Beyatlı
Akıncılar
Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi sendik;
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!
Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle!
Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kaafilelerle…
Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan.
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan…
Bir gün doludizgin boşanan atlarımızla
Yerden yedi kat arsa kanatlandık o hızla…
Cennette bugün gülleri açmış görürüz de
Hala o kızıl hatıra titre gözümüzde!
Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi sendik;
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!
Yahya Kemal Beyatlı
Bu Vatan Kimin
Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.
Tutuşup kül olan ocaklarından,
Şahlanıp köpüren ırmaklarından,
Hudutta gaza bayraklarından
Alnına ışıklar vuranlarındır.
Ardına bakmadan yollara düşen
Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan
Huduttan hududa yol bulup koşan,
Cepheden cepheyi soranlarındır.
İleri atılıp sellercesine
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine,
Şu kara toprağa girenlerindir.
Tarihin dilinden düşmez bu destan,
Nehirler gazidir, dağlar kahraman,
Her taşı yâkut olan bu vatan,
Can verme sırrına erenlerindir.
Gökyay’ım ne yazsan ziyâde değil
Bu sevgi bir kuru ifâde değil,
Sencileyin hasmı rüyâda değil
Topun namlusundan görenlerindir.
Orhan Şâik Gökyay
Günün Sözü
Bencilik gözüne takılan ayna gibidir. O gözler kime bakarsa baksın kendinden başkasını görmez…
Mevlana