Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Pac meydanı battı çıktı projesi için çalışmalar bütün hızı ile başladı ve devam ediyor sıcaklar altında. Alın teri ile para kazanmak işte tamda böyle bir şey. Dün azıcık uzaklardaydım ve dolmuş keşmekeşini yakından izledim. Sokaktaki vatandaş gitmek istediği yöne nasıl gideceğini bilmiyor. Herkes herkese bir şeyler soruyor. Yani gerçekten acayip bir durum var şimdilerde. Belediye otobüs koymuş ama nereden binecek nerede inecek bilinmiyor. Bendeniz yürümeyi seçtiğim için bu tür problemlerle çokta uğraşmıyorum doğrusu ancak yolu uzun olanlara bir tane belediye otobüsü yeterli olur mu bilemiyorum. Ve daha sonra belediye otobüsü öğrendim ki alışveriş merkezinin önünden kalkıyormuş. Yani Arsuz ve Karaağaç’tan gelenler burada inip belediye otobüsüne binebiliyorlar. Ve istedikleri yere gidebiliyorlar. Ancak şehir içinde yolculuk yapmak isteyenler yani Akbağlar örneğin ya da Sanayi-Gültepe-Hastaneler falan, onlar nerden nasıl gidecekler istedikleri yere hiç bilmiyorum. Birisi bizi bilgilendirse çok iyi olur doğrusu.
Bizler için önemli bir proje ancak gerçekten de karışıklık var ortalıklarda. Neyse ki okullar kapalı ve açılana dek baya bir yol almış olur inşallah bu proje.
Ve sevgili okuyucularım anlayamadığım bir şey var. Biz nasıl garip insanlarız. Etraf yıkıntı, toz, toprak altında ağır iş makinelerinin homurtusuna garip bir müziğin nameleri karışmış. Ve insanlar dönercilerin kaldırıma attıkları masalara kurulmuş yemek yiyorlar. Sanki deniz kenarındaymış gibi. Valla acayip şaşırdım. Kardeşim orda dolaşmak bile insanı kirletmeye yetiyor. O toz duman her şeye yapışıyor, manavların malları ortada, simitler, ekmekler ortada hiçbir koruyucu önlem alınmamış ve insanlar kaldırımlardaki masalarda? Hijyen 0, temizlik o da ne??? Nasıl bir boş vermişlik içindeyiz anlayana aşk olsun. Zaten havalar sıcak, zaten her an hastaneler onlarca zehirlenme vakası ile alt üst.
Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlıkla, sevgiyle kalalım ayrımsız, gayrımsız. Yase
& & & & &
Ölmeyen Sevgi
Genç adam elinde bir buket çiçek, sahile koşarak geldi… Gözleri şöyle bir sahilde gezindi, aradığını göremeyince ilk gördüğü banka oturup sevdiğini beklemeye başladı. Ellerinde her zamanki çiçeklerden vardı. Sevgilisinin en sevdiği çiçekler bunlardı. Kırmızı, kıpkırmızı, kan kırmızısı güller… Sanki dalından yeni koparılmış gibi tazeydiler, buram buram kokuyorlardı, sevgi kokuyor, aşk kokuyor en önemlisi de özlem ve hasret kokuyordu güller…
Hepsinin üzerinde damlalar vardı. Sanki ağlıyor gibiydiler. Genç adam güllere baktı, sanki onlarla konuşuyormuş gibi, “Neden ağlıyorsunuz, bakın ben ne kadar mutluyum” dedi.
Az sonra sevdiğini göreceği için kalbi deli gibi atmaya başlamıştı. Ne zaman onu düşünse, onunla buluşacağını hayal etse kalbi aynı böyle yerinden çıkacakmış gibi oluyordu. Senelerdir birbirlerini sevmelerine rağmen ikisi de sevgisinden hiç bir şey kaybetmemişti… Onları hiç bir şey ayıramazdı…
Ne hasret, ne ayrılık, ne de ölüm…
Genç adam telaşla saatine baktı. Sevdiği yine geç kalmıştı, 1 dakika geç kalmıştı. Üstelik o, sevdiğini bekletmemek için dakikalarca önce koşarak geliyor, onu beklemeyi bile seviyordu. Ama sevdiği her zaman bunu yapıyordu. Devamlı kendisini bekletiyordu. Herkesin bir kusuru olurmuş diye düşündü…
Gözlerini önündeki uçsuz bucaksız denizlere dikti. Denizin sonu yok gibiydi, tıpkı sevdiği kıza karşı olan aşkı gibi denizinde sonu yoktu. Sonsuzluğa uzanıyordu. Aslında bugün onlar için çok özel bir gündü. Kendi aralarında söyleneceklerdi. Delikanlı önce bunu sevdiğine açmış, sonrada gidip iki yüzük almıştı. Bu kadar önemli bir günde bari onu bekletmemeliydi.. Ama alışmıştı artık beklemeye, zararı yok biraz daha beklerim diye düşündü. Güllerin yaprakları nedense hala yaşlı idi. Bir türlü anlamıyordu onları. Her şey bu kadar güzelken neden ağlıyorlardı ki?
İşte az sonra sevdiği gelecek, ona sarılacak, kucaklaşacaklardı… Sonra söz yüzüklerini takıp, evliliğe ilk adımlarını atacaklardı. Genç adam öyle heyecanlıydı ki sevdiğine kavuşmak için can atıyordu… Martılara baktı, birbirleriyle oynaşıp, uçuşan martılara… Ne kadar güzel dans ediyorlardı havada. Tekrar saatine baktı genç adam. Endişelenmeye başlamıştı. Sevgilisi yine geç kalmıştı, hem de çok… Bu kadar geç kalmaması gerekiyordu. İşte her gün burada buluşmak için sözleşmiyorlar mıydı? Her gün sahilde, martılara bakarak, denizin onlara anlattığı masalları dinleyerek birbirlerine sarılıp hasret gidereceklerine söz vermiyorlar mıydı? O zaman neden gelmemişti yine??
Aklına kötü düşünceler gelmeye başladı. Hayır.. hayır.. olamazdı. Sevdiğine bir şey olamazdı. Onsuz hayat yaşanmazdı ki… O ölse bile devamlı benimle yaşar diye düşündü genç adam. Bunun düşüncesi bile hoş değildi. Gözlerini yere indirdi. Gözyaşlarını kimsenin görmesini istemiyordu. Zaten nedense etrafındaki insanlar ona sanki kaçık gibi bakıyorlardı. Rahatsız olmaya başladı bakışlardan. Artık bıkmıştı… Yine sevgilisi geldi aklına.. Neden gelmedi acaba diye düşünmeye başladı. Gözlerini kapattı. 7 sene oldu dedi. 7 senedir her gün bu sahildeydi, sevdiğini bekliyordu. Daha fazla dayanamadı. Kalbi parçalanacak gibi oluyordu. Gözlerinden bir damla daha yaş güllerin üzerine damladı…
Yine gelmeyecek galiba, en iyisi ben onun evine gideyim diye mırıldandı… Hiç olmazsa gülleri her zamanki gibi yanına koyar, ona vermiş olurdu… Genç adam ayağa kalktı. Sevdiğiyle buluşmak üzere, yeşil tepenin ardındaki kabristana doğru yürümeye başladı…
Günün Şiiri
İskemle ya da Sen Mavi Giyin Ben Denizi Unuturum
saatler yorulmadan ben gideyim
her şey değişti, her şey değişiyor biz bunu unuttuk
biz bunu unuttuk yeni şeyler için bekleşiyoruz
ruhlarımız yeni biçimler kuracak, buna niçin inanalım
gece iniyor yüzlerimize alışalım
gece iniyor korkularımız asla bitmeyecek
kapılar ve gözetleme delikleri burunlarımızı şekillendirecek
kapılar ve gözetleme deliklere
sokaklar, içki satıcıları, iskemle
biz buna oturacağız, buna alışacağız kimi şeyler sürecek
içerlerde kimi sevinçlerimiz olacak, unutalım iskemle
zehre de panzehre de iskemle
sandalye olmayı düşlememişti çam ağacı
sandalye olmayı düşlememişti çam ağacı
buna inanalım
taşlardan, sopalardan bir ateş gezegeni…
bekçiler, yargılayıcılar… iskemle…
kafka okumuşsun, bachman okumuşsun, başka şeyler
oysa bizim gerçeğimiz tekerleği döndürmeyi bilmiyor
acı bizi değiştiriyor
bıçakları değiştiriyorum, elmaları değiştiriyorum
dışarısı bu değil
çünkü yüzüm anlamımdır sizi bağışlayamam
çünkü yüzüm anlamımdır sizi doğrulayamam
kareler, kareler
on üç bin beş yüz seksen bir diyorum
on üç bin beş yüz seksen bire inanmıyorum
her şey yavaş, her şey yavaş
biz hızlanıyoruz,
bir kadın, bir oda, bir kedi,
kedi hızla acıkıyor
süt oluyorum, dökülüyorum, bu her şeyi yatıştırır
bu her şeyi yatıştırır, hiçbir şeyi açıklamaz
çocuklar: etten ve sevinçten
bunlar son grevcileri yeryüzünün
dışarısı bu değil
o yatağı değiştirelim, geniş duruyor oda, bu gerçek
o yatağı değiştirelim, kimi şeyler küçülsün
gardıroplar, şifoniyerler, kırmızı beşik…boş
dolduralım, o bize sorsun
ahmet kimdi
oda gidiyor, kedi gidiyor
oda bizden başkası değil
ahmeti soruyorum
dokuz bin dört yüz doksan bir kez değişiyor kadının yüzü
bıçakları değiştiriyorum
kadın dokuz bin dört yüz doksan ikiye gidiyor, gitmesin
ahmet, diyorum kimdi
artık bilmiyorum
ahmet kimdi, artık bilmiyorum
fabrikalar bugün de çalışıyor, ne değişti
elbiseler dikiliyor, şortlar, mayolar, ayakkabılar
kandahar
ayaklarımdan biri uçtu siparişin tekini iptal edelim
ayaklarımdan biri uçtu
bir şey daha diktiririm, fabrikalar durmasın
bir şey daha diktiririm, mavi olur, oysa her şey karardı… zirve !
uçmayı öğrendik, zirvedeyiz, bazı şeyler sadelik istiyor
uçmayı öğrendik oysa her şey karardı
biz niçin hayattayız, bunu kim biliyor
bunlar derin mevzular unutmak lazım
bunlar derin mevzular unutmak lazım
seni seviyorum ama unutmak lazım
kapılar, gözetleme delikleri, iskemle
her şey yavaş, her şey yavaş
zirve…
torunlar tümümüzü birden astı !
Selçuk YAMEN
Günün Sözü
Parayı kazanmadan harcamaya nasıl hakkımız yoksa, mutluluğu da üretmeden tüketmeye hakkımız yoktur.
BERNARD SHAW
Yalancının cezası; kimsenin kendine inanmayışı değil, asıl kendisinin kimseye inanmayışıdır.
BERNARD SHAW