ABD, Suriye’nin özellikle doğusunda (Petrol ve doğal kaynak bölgeleri) varlığını sürdürüyor ve PYD/YPG gibi gruplarla iş birliği yapıyor. İsrail ise daha çok İran’ın Suriye’deki etkisini sınırlamak için zaman zaman hava saldırıları düzenliyor. Yani İsrail’in doğrudan Suriye’deki iç siyaseti yönlendirme gibi bir rolü yok, ama askeri anlamda nüfuzu hissediliyor.
Rusya ve İran hâlâ Esad rejiminin en önemli destekçileri. Yani Suriye şu an çok kutuplu bir nüfuz alanı durumunda. Eğer Suriye’de ABD ve/veya İsrail etkisi artarsa, Türkiye üzerinde şu etkiler yaratabilir. PKK/YPG sorunlarının derinleşme ihtimali artar. ABD destekli yapılar, Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden grupları palazlandırabilir. İran ve Türkiye ilişkileri sorunlu hale gelebilir. İran’ın Suriye üzerindeki etkisi azaldıkça Türkiye ile bölgede daha fazla rekabet olabilir. İsrail’in Suriye’deki rolü arttıkça, Türkiye’nin diplomatik tepkileri olabilir. Ancak bu işin ucu açık. Suriye’nin geleceği hâlâ belirsiz ve bu tür dış aktörlerin etkisi sahadaki gelişmelere göre değişebilir.
*Astana Süreci Canlı Tutulmalıdır…
Türkiye hem ABD/NATO, hem de Rusya/İran arasında denge kuran dış politika yürütmelidir. ABD ile sınırlı iş birliği devam ettirilmelidir. YPG konusundaki kırmızı çizgilerimizi net biçimde koruyarak, enerji ve ekonomi alanlarında iletişim kesintisiz devam etmelidir. Rusya ve İran’la diplomatik temas sürmeli, sahada çatışma riskini azaltmak için Astana süreci gibi platformlar canlı tutulmalıdır. İsrail’in Suriye’deki etkisini sınırlamak için arka kapı diplomasisi ve Filistin meselesi üzerinden baskı kurma yolları denenmelidir.
Zeytin Dalı, Barış Pınarı bölgeleri sivil dönüşler ve yerel idareyle güçlendirilmeli. Sınır ötesi operasyon hazırlıkları sürekli hale getirilmelidir. Olası tehditlerde hızla müdahale kapasitesi hazır olmalıdır. İHA/SİHA ve elektronik harp gücü artırılmalı ve Türkiye’nin savunma teknolojilerindeki avantajı sahada baskı unsuru olmalıdır.
*Gerginlikler Azaltılmalıdır
İçeride kamuoyu baskısını azaltacak, dışarıda dönüşü teşvik edecek hibrit bir modele kafa yorulmalıdır. Gönüllü dönüş programları hızlandırılmalı; geri dönüşe uygun altyapı Suriye’nin kuzeyinde inşa edilmelidir. Uluslararası fonlar yerinde kullanılmalı ve AB ve Körfez ülkelerinden finansal destek alınarak yük paylaşımı sağlanmalıdır. Toplumsal uyum çalışmaları artırılmalı, sosyal gerginlikleri azaltmanın yolları aranmalıdır. Suriye’de özellikle Aleviler, Türkmenler, Dürziler, Kürtler ve Hrıstiyanlara karşı HTŞ yönetimince soykırım ve katliamlar mutlaka sonlandırılmalıdır…
Bölgesel krizlere karşı enerji arzı ve ekonomik bağışıklık güçlendirilmeli ve enerji çeşitliliği sağlanmalıdır. Rusya’ya aşırı bağımlılık mutlaka azaltılmalıdır. Türkmenistan, Azerbaycan, alternatifleri zorlanmalıdır. Sınır illerine yatırım teşvikleri artırılması şart olmuştur. Gaziantep, Hatay, Ş.urfa, Kilis gibi iller için özel ekonomik bölgeler kurulmalıdır.
Uluslararası alanda Türkiye’nin güvenlik gerekçeleri her fırsatta anlatılmalı ve BM ve NATO platformları aktif kullanılmalıdır. Batı medyasında Türkiye’nin pozisyonu anlatan bir dizi çalışmanın kapıları aranmalıdır. Suriyeli muhalif yapılarla koordinasyon sürdürülmeli, Türkiye’nin bölgedeki dost aktörleri desteklenmelidir. Bu stratejiler hem kısa vadeli krizleri yönetmek hem de uzun vadede Türkiye’nin bölgesel güç dengesini koruması için etkili olabilir.
*Suriye’nin Cefasını Çok Çektik
Burnumuzun dibindeki Suriye günün birinde mutlaka toparlanacaktır. Suriye’nin Türkiye olarak cefasını çok çektik. Hala da çekiyoruz. Akılcı diplomasi yürütüp, insani duygularımızı ve vicdanımızı askıya almadan, Suriye’nin gelecekteki nimetlerinden bir miktar da olsa pay almak, sınır ticaretinden nemalanmak Türkiye’nin en doğal hakkıdır. İsrail, ABD, PYD, YPG, HTŞ buna ne kadar izin verir bilinmez ama Türkiye’nin komşu Suriye’nin günün birinde tekrardan kalkınması, yeniden inşa edilmesinde ve güçlü bir ekonomik yapıya kavuşması halinde nimet pastasından dilim değil dilimler almanın arayışında olmalıdır…