Geçtiğimiz günlerde bir televizyon kanalında, Ulaştırma Bakanı ile İstanbul’a yapılacak havaalanı hakkında bir söyleşi yapılıyordu. Havaalanının ihalesi yapılmış, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım da bu ihale hakkında bilgi veriyordu. İhale yap-işlet-devret modeline göre yapılmıştı. Yani hava limanı devletin kasasından bir kuruş dahi çıkmadan yapılacaktı. Yüklenici firma bu tesisi 25 yıl süre ile işletecek ve süre sonunda devlete devredecekti. Böylece devlet, bir kuruş dahi harcamadan büyük bir hava limanına sahip olacaktı.
Buraya kadar çok güzel! Elbette ki Türkiye’nin dünya çapında bir hava limanına sahip olması hepimizi sevindirir ama projenin her yönü ile incelenmesi ve halka doğruların eksiksiz anlatılması gerekirdi. Firmaların bu işi yapmak için ihtiyacı olan para, büyük ihtimalle yüksek faizle temin edilecektir. Yüksek faizle alınan bu paranın da maliyeti yüksek olacak ve bu paranın faiz masrafları halkımıza yansıyacaktır. 25 yıl süre ile hava limanını işletecek olan firma her şeye zam yapacaktır. Yolcu bilet ücretleri, kargo ücretleri, ayakbastı parası vs. her şeye zam yapacaklardır.
Tedaş’ı hatırlayınız. Elektrik dağıtımını özelleştirdikten sonra gelen faturalarda sayaç okuma parası diye bir para bile almışlardı. Hava limanı ile ilgili uygulayacakları ücretlendirmelerde de buna benzer uygulamaları göreceğinizden hiç şüpheniz olmasın.
Hiç konuşulmayan bir konu da şu: “Acaba gerçekten böyle bir hava limanı gerekli mi?” Türkiye’nin, dünyanın en büyük hava limanına ihtiyacı var mı? Oysaki Atatürk Hava Limanı ve Sabiha Gökçen Hava Limanı kapasiteleri arttırılıp daha uzun yıllar ihtiyacı karşılayabilirler.
Bir de işin tabiat ve çevre boyutu var. Yani bu havaalanı acaba nasıl bir çevre tahribatına yol açacak? ÇED (Çevre Etki Değerlendirilmesi) raporuna göre havalimanının yapımında 2,5 milyar metreküp hafriyat kullanılacak. Proje alanının 6172 hektarı orman,1180 hektarı madencilik, su birikintileri, 236 hektarı mera, 60 hektarı kuru tarım, 2 hektarı da fundalık alan olarak belirlendi. Bu projeye ek olarak yapılması kararlaştırılan 3. Boğaz Köprüsünü de düşünürsek İstanbul tabiatını katletmenin boyutunu daha iyi görürüz. Zira daha önce yapılan boğaz köprülerinin İstanbul trafiğine hiçbir faydası olmamıştır. Aksine çevre yolları, ormanlık alanları yok etmiş ve buraların da yerleşime açılmasıyla çarpık kentleşme başlamıştır.
Çılgın projelere İstanbul-İzmir otoyolu ile Kanal İstanbul’u da eklemek lazım. İstanbul-İzmir otoyolu yapılırken yolu kısaltmak için İzmit körfezine köprü yapacaklarmış. Bu projeye 5 milyar dolar harcanacakmış. Bölgenin deprem bölgesi olduğunu hatırlamaya gerek görmemişler demek ki…
Kanal İstanbul projesine gelince; Bence bu da “akla ziyan” bir proje. 10 milyar dolara mal olacağı söylenen bu proje ile ne yapılmak isteniyor anlamak mümkün değil doğrusu. Hazır İstanbul Boğazı varken tabiatı bozarak yeni bir suyolu yapmanın sebebini anlayamıyorum. Üstelik İstanbul Boğazında milyonlarca yılda oluşan tabiat harikası güzellikleri bir çırpıda yok edecek, dengeleri bozacak hafriyat çalışmalarının vereceği tahribatı tekrar düzeltmek mümkün olmaz.
İstanbul Boğazında, Karadeniz’den Marmara’ya, Marmara’dan Karadeniz’e iki taraflı akıntı vardır. Bu akıntılarla birlikte ekolojik bir denge oluşmuştur. Yapılması düşünülen Kanal İstanbul acaba bu dengeyi nasıl etkileyecektir? Ulaştırma Bakanına göre tabiat dengesinin bozulmayacağına dair çalışmalar yapılmış ve herhangi bir sıkıntı olmayacak ama biz buna benzer bir çalışmayı Amik Gölü üzerine yapılan havaalanı inşaatında da görmüştük. Her yağmur yağdığında Hatay havaalanının pistinde ördekler yüzüyor. Hani yapılan hesaplar, kitaplar nerede kaldı?
Yol yakınken hatadan dönelim diyeceğim ama dinleyen kim? İhaleler yapılmış, kazmalar vurulmuş, inşaatın eli kulağında ama şunu üzülerek söylüyorum ki onlarca sene sonra da olsa bu projelerin büyük bir hata olduğunu göreceğiz. Çünkü tabiat yanlışı asla affetmez…
Akıllı projelerde buluşmak ümidiyle…
Öner bey yazınız çok güzel. Dilinize sağlık ama bunu değerlendirip, gerekli ikazları alabilecek idarecilerimiz var mı acaba?