Hatay’da Yas…

0
68

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Hatay yasta, Hatay üzgün, Hatay kızgın, Hatay kırgın, Hatay şaşkın ve artık her şeye inancını yitirmiş durumda. İnsan nasıl bir yaratık, nasıl yapabiliyor bunca vahşeti? Üstelik ne için? Ülkemizin huzuru yeniden sağlanmalı. PKK’dan kurtulduğumuz bir zamanda ancak savaş meydanlarında gelişecek bir olayın medeniyetlerin beşiği olan Hatay’ımızda ya da başka bir sınır vilayetinde yaşanması kabul edilir bir şey değildir.

Allah’ım bizi yalnız bırakma… Bize sabır ve akıl bahşet ölülerimizi rahmetinle kucakla ve yaralılarımıza sağlık ver. Ülkemize ve dünyaya barış kanatlarını indir ya rabbim. Senin her şeye gücün yeter. Olmasını istediğinde “ol” dersin oluverir  ve her şey senden gelip sana döner.

Ve sevgili okuyucularım zor günlerden geçiyoruz birbirimize kenetlenmek zorundayız. Yangına körükle gitmeyelim. Kanı kanla temizlemeye çalışmayalım. Hepimizin acısı ortak, yüreği bir!

Daha ayrıntıya giremiyorum çünkü yayın yasağı var.

Ve şimdilik sağlık, sevgi birlik ve beraberlik içinde kalalım sabır ve sağduyu ile. Yase

& & & & &

Kabus

Çocukluğumdan beri dar mekânlardan sıkılır ve bu tür yerlerden feryat edercesine uzaklaşırdım. İleri yaşlarda bunun bir hastalık olduğunu anlamış fakat bu illetten bir türlü kurtulamamıştım Oysaki o dar mekânlara şimdi ister istemez girecektim.

Beni sarıp sarmalamışlar ve uzunca bir tabuta yerleştirmişlerdi. Çevremde dolaşanların seslerini gayet iyi duyuyor ve gözlerim kapalı olmasına rağmen, her nasılsa görebiliyordum. “-Genç yaşta öldü zavallı” diyorlardı. Hâlbuki yapacak ne kadar çok işi vardı. Gerçekten de birçok işim yarım kalmıştı. Mesela oğluma iyi bir işyeri açamamış, araba ile bilgisayarımın taksitlerini henüz bitirememiştim. Büyük bir firma kurup, dostlarımı orada toplamak da artık hayal olmuştu. Üstelik kış çok yaklaştığı halde odun kömür işini halledememiş ve çatının akan yerlerini aktaramamıştım.

Yarıda kalan işlerimi arka arkaya sıralarken kulaklarımı çınlatan bir sesle irkildim. Sanki mikrofonla söylenen bu ses beynimin en ücra köşelerinde yankılanıyor ve; “Geçti artık geçti” diyordu. İçimden “keşke geçmemiş olsaydı” diyordum. Nereden başıma gelmişti o kaza bilmem ki? Hâlbuki ne kadar da iyi araba kullanırdım…

Olup bitenleri hatırlamaya çalışırken, dostlarımın çevremi sardığım ve içinde bulunduğum tabutun kapağını örtmeye çalıştıklarını fark ettim. Onları engellemek için avazım çıktığı kadar bağırmak ve çırpınmak istediğim halde ne kımıldayabiliyor ne de bir ses çıkarabiliyordum. Biraz sonra koyu bir karanlıkta kalmış ve gözlerimi, tabutun tahtaları arasından sızan ışığa çevirmiştim. Dehşet içinde: “Aman Allah’ım! dedim Ne olacak şimdi halim?”

Korkudan hiçbir şey düşünemiyordum. Bu arada omuzlara kaldırılmış ve sallana, sallana götürülmeye başlamıştım. Dışarıdaki seslerden yağmur yağdığı belli oluyor ve su damlacıklarının sesi tabutumun gıcırtısına karışıyordu.

Cenaze namazı için camiye gidiyor olmalıydık. Cami deyince aklıma gelmişti. Çok yakınımızda olmasına ve her gün beş defa davet edilmeme rağmen, bir türlü vakit bulup gidememiştim. Ama her zaman söylediğim gibi elli yaşına gelince namaza başlayacak ve herkesin şikâyet ettiği kötü alışkanlıklarımı terk edecektim. Evet evet, şu kaza olmasaydı, ileride ne iyi bir insan olacaktım. Daha önceden duyduğum ve nereden geldiğini kestiremediğim ses: “Geçti artık geçti” diye tekrarladı. Bitti artık. Biraz sonra namazım kılınmış ve tekrar omuzlara kaldırılmıştım.

Mahallemizdeki kahvehanenin önünden geçerken, her gün iskambil oynadığımız arkadaşlarımın neşeli kahkahalarını işitiyor ve “herhalde ölüm haberini duymamış olacaklar” diye düşünüyordum. Sesler iyice uzaklaştığında, eğik bir şekilde taşındığımı hissederek mezarlığa çıkan yokuşu tırmandığımızı anladım. Şiddetle yağan yağmurun tabutumdaki çatlaklardan sızarak kefenimi yer yer ıslattığının da farkındaydım. Buna rağmen dışarıda konuşulanlara kulak verdim. Dostlarımın bir kısmı piyasadaki durgunluktan bahsediyor, bir kısmı da milli takımın son oyununu methediyordu. Tabutumu taşıyan diğer biriyse yanındakinin kulağına fısıldayarak; “Rahmetlinin tersliği, öldüğü günden belli, diyordu. Sırılsıklam olduk birader.”

Duyduklarım herhalde yanlış olmalıydı. Yoksa bunlar uykularımı onlar için feda ettiğim dostlarım değil miydi? Yolculuğum bir müddet sonra bitmiş ve tabutum yere indirilmişti. Kapak tekrar açıldı ve cansız vücudumu yakalayan kollar beni dibinde su toplanmış olan bir çukura doğru indirdi. Boylu boyunca yattığım yerden etrafıma baktım. Aman Allah’ım bu kabir değil miydi?

O ana kadar buraya gireceğimi düşünmemiştim? Sessiz feryatlarımı kimseye duyuramıyor ve dostlarımın, üzerimi örtmek için yarıştığını hissediyordum. Tekrar zifiri karanlıkta kalmış ve bütün acizliğimle dua etmeye başlamıştım; “-Yarabbi” diyordum. “Bir fırsat daha yok mu, senin istediğin gibi bir kul olayım… Ve kabrimi, Cennet bahçelerinden bir bahçeye çevireyim.”

Aynı ses, her zamankinden daha şiddetli olarak: “Geçti artık geçti” diye tekrarladı. Her şey bitti artık. Mezarımı örten tahtaların üzerine atılan toprakların çıkardığı ses gök gürültüsünü andırıyor ve bütün benliğimi sarsıyordu. Son bir gayretle yerimden fırlayarak gözlerimi açtım. Odamdaki rahat yatağımda yatıyor, fakat korkunç bir kâbus görüyordum. Bitişik dairede oturan doktor arkadaşım beni ayıltmaya çalışarak: “-Geçti artık geçti” diye bağırıp duruyordu. “Geçti bak hiçbir şeyin kalmadı.”

Yattığım yerden yavaşça doğruldum. Terden sırılsıklam olmuş ve sanki yirmi kilo birden vermiştim. Dışarıda sağanak halinde yağmur yağıyor, şimşek ve gök gürültüsünden bütün ev sarsılıyordu. Etrafındakilerin şaşkın bakışları arasında kendimi toplamaya çalışırken; “Yarabbi sana zerrelerim adedince şükürler olsun diyorum; iyi bir kul olmak için bir fırsat daha vermeseydin?”

Cüneyd SUAVİ-HAYATIN İÇİNDEN

 

ATEŞ VE SU

Ateş bir gün suyu görmüş. Yüce dağların ardında sevdalanmış onun deli dalgalarına. Hırçın hırçın kayalara vuruşuna, yüreğindeki duruluğa… Demiş ki su ya “gel sevdalım ol hayatıma anlam veren mucizem ol.” Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa “al” demiş. “yüreğim sana armağan” sarılmış ateşle su birbirine sıkıca, kopmamacasına. Zamanla su buhar olmağa, ateş kül olmaya başlamış ya kendisi yok olacakmış ya aşkı, baştan alınlarına yazılmış kaderi de, yüreğindeki kaderi de alıp gitmiş uzak diyarlara su. Ateş kızmış yakmış ormanları. Aramış suyu diyarlar boyu günler boyu geceler boyu. Bir gün gelmiş suya varmış yolu; bakmış o duru gözlerine suyun. Biraz kırgın biraz hırçın… Ve o an anlamış aşkın bazen gitmek olduğunu ama gitmenin yitirmek olmadığını Ateş durmuş susmuş sönmüş aşkıyla. İşte o zamandan beridir ki ateş sudan su ateşten kaçar olmuş. Ateşin yüreğini sadece su, suyun yüreğini sadece ateş alır olmuş.

ŞİRİNCAN’IN GÜNLÜĞÜ

Artık büyüyorum. Her şeyi iyice görüyor her hareketi algılayabiliyorum. Fakat hala merdivenlerden inemiyorum. Geçenlerde banyodan sonra üşümeyim diye kutuya koydu beni Mediş sabah olur olmaz  kutudaki pencereden sıyrılıp dışarı çıktım. Mediş beni dışarı da görünce esnekliğime şaştı. Hoş bende şaşmıştım ama rahatlıkla çıkabileceğimi bilmek güzel.

Bazen aşağı indiğimde yani Mediş indirdiğinde merdiven altında kalıyorum içeri almıyor beni sanırım  alerji yapmamdan korkuyor. Fakat ben  elindeki bir şeyle sürekli konuştuğunu  duyuyorum olduğum yerde. Hep beni konuşuyor çünkü Şirincan’ı bu gün yıkadım falan diyor. Şirincan ben değil miyim yoksa o bana öyle diyor bende hep bakıyorum. Demek benden konuşuyor bazen bir şeyler soruyor gülüyor falan. Aslında kimle konuşuyor görmek isterdim. Süt ve pasta veriyor bazen bana pastayı az veriyor zaten ben şekeri sevmiyorum içim bulanıyor o zamanda hemen sütü yalayıp yutuyorum.  Ya büyümek ne güzel kendimi rahat ve hafif algılıyorum hızlıyım da gölgeleri bir kovalamam var ki bacaklarımın güçlü olduğunu gösteriyor. Sahi Mediş bu kara şeylere gölge dedi gölge ne demek ki hiç yerinde durmuyor üstelik sanki bana benziyor. Ben kara değilim ama Mediş öyle diyor. Sarı beyaz güzel bir şeymişim gözlerim yumuşak ve parlakmış mavi yeşil karışımı. Çok yumuşak bakıyormuşum. Öyle diyor Mediş. Erkek kediler daha hırçın bakıyormuş. Hiç erkek kedi görmedim ki ne bileyim ben. Neyse büyüyorum ya sokağa da çıkacağım tabi beni bırakmasa da kaçarım.

Arkası Yarın

Günün Şiiri

Öyle bir hayat yaşıyorum ki, Cenneti de gördüm cehennemi de…

Öyle bir aşk yaşadım ki tutkuyu da gördüm pes etmeyi de.

Bazıları seyrederken hayatı önden kendime bir sahne buldum oynadım.

Öyle bir rol vermişler ki, Okudum, okudum anlamadım.

Kendi kendime konuştum bazen evimde, Hem kızdım hem güldüm halime,

Sonra dedim ki:” Söz ver kendine”,

Denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin,

Sevilmek istiyorsan önce sevmeyi bileceksin,

Uçmayı seviyorsan düşmeyi de bileceksin.

Korkarak yaşıyorsan yalnızca hayatı seyredersin.

Öyle bir hayat yaşadım ki, Son yolculukları erken tanıdım.

Öyle çok dertliymiş ki zaman, Hep acele etmem bundan,

Anladım…

Nietzsche

Günün Sözü

Yükselmenin en alçakçası, zayıfların sırtına basarak yükselmektir.

SCHİLLER

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here