Sevgili Annelerimiz Gününüz Kutlu Olsun

0
54

Günaydın sevgili okuyucularım, nasılısınız bu sabah? Bütün annelerin ve kendini anne kabul edenlerin anneler günü kutlu olsun. Çok değil daha geçen yıla kadar, özel günlerden ve haftalardan hiç hoşlanmazdım. Ancak bu yıl gerçekten büyük bir özlem var içimde anneme ve çocuklarıma karşı… Hem anne, hem de çocuk olarak ağır travmalar geçirdiğim bu yılda kendimi daha çok duygusal ve nahif algılıyorum. Dışarıdan tamda tersi gibi algılansa da… Bu yıl bunca duygusallığın nedenlerinden biri de birçok yere girip çıkmama, çok okumama felsefeye  ve tasavvufa yönelmeme ve belli bir yaşa gelmeme rağmen gerçekten hala birçok konuda bilgisiz hatta habersiz olduğumun ayrımında olmam. Bizim yaşadığımız ve bildiğimiz anne sevgisi, hiç benzeri ve karşılığı olmayan bir sevgi  ve çocuğunu kendi gözünden koruyan, her durumda ve koşulda ondan vazgeçmeyen, gerekirse kendini ona siper edebilen, icabında onun için olmazı olur kılabilen bir sevgi.

Biz anneliği böyle kabul ediyoruz. Kanatsız bir melek… Ve cennet annelerin ayakları altındadır inancı ile. Hep böyle bildik böyle yaşadık. O sevgisini bize verdi. Biz toprağın, suyu emdiği gibi emdik sevgisini. Güneşin gözünde gördük sevgiye dönüşmüş yüzünü… Bir yaşa gelince ve kader onu çeşitli acılarla sınayınca biz emdiğimiz öz sevgiyi, ona geri vermeye başladık. Evlatlık sevgimizi de katarak. Çünkü artık bizde büyümüştük ve annemizi daha çok anlıyorduk o bizim hem annemiz hem de çocuğumuz, hem saygı duyduğumuz arkadaşımız sırdaşımız, hem de  beğenilmeyi bekleyen yeni yetme çocuklarıyız.

Ve belki doya, doya yaşadığımız karşılıksız tek sevgi buydu. Sevgi nedir? Bunun bilincine onunla vardık. Kendini siper etme çocuğuna nasıl bir şey, ona siper olduğumuzda öğrendik. Bir tek defa bile onu kırmadık, incitmedik ama çok kızdırdık. Ama sonra kendimizi affettirmeyi de becerdik. Ve biz hep sandık ki bütün çocuklar böyle sevgi ile büyür ve bütün çocuklar böyle sevgilerini yansıtır. Saygıdan asla ödün vermeden annenin anne olduğunu unutmadan…

Ancak ne yazık son günlerde şahit olduğumuz bazı olaylar, yüreğimizi ezerek bizi umutsuzluğa düşüyor. Oysa kutsal kitapta şöyle denir; “Anne babaya sevgi ve şefkat kanatlarını indir. Onlara Of bile deme.” Ancak gördüklerimiz, yaşamak zorunda kaldığımız bazı şeyler ve duyduklarımız çok uzak bu sözlerden. Vicdanımız onların yerine  rahatsız, sanki sorumlu bizmişiz gibi algılıyoruz. Özelikle yaşlı annelerden gereksiz bir ayrıntıymış gibi söz edilmiyor mu? Birde hastaysa; “anneme bakıyorum” demiyorlar mı? Ve insan aslında sürekli kendini unutur, sanki doğar doğmaz bir yetişkindi ve üzerinde kimsenin emeği yokmuş gibi. Ve bu yüzden sevgisini hoyrat ve savruk kullanır.

Annemi özlüyorum aslında çoktan beri. Ve kızıyorum çok erkendi gidişi aslında. Uçsuz bucaksız sevgisi bütün ömrümüze yeter ama arada bir gelip dolaştırsa serin ellerini saçlarımızın arasında sıcak alnımıza dokunsa parmakları. Sımsıcak kucaklaşsak!!!

Annesi olan bütün arkadaşlarıma anneli yıllarınızı  doya, doya yaşayın demek istiyorum. Anneler günü bugün, oysa her gün anneler günüdür. Ve bugün için derlediğim birkaç gözlem.

Anneni hiç mi sevmiyorsun?

Şu an  atölyedeyim ve sokaktan bir hatun  geçiyor, yüksek sesle  telefonla tam kapımın önünde konuşuyor.  “Yeter artık anneni üzdüğün kendine bir çeki düzen ver ve kalk buraya gel” diyor. “Kendine güzel bir kız bul evlen.” Konuşma sürüyor bu minvalde. Karşıdaki itiraz ediyor zahar ki “sende hiç anne sevgisi kalmadı mı” diye azarlıyor kadın.

Ayaklarımın altını  yakıyorsun…

Ve bir kadın geçiyor elinde küçük bir çocuk, çocuğun elini sımsıkı tutuyor. Çocuk ağlamaklı sızlanıyor. Anne ama sen ayaklarımın altını yakıyorsun. Bir daha yapmasan yakmam diyor kadın, sesi bir garip yumuşak.?!!

Yorum yok!

Dondurmacıda “Dondurmayı çok seviyorum” diyor dondurmacıdan kocaman bir külah  dondurma alan genç kadın. Her gün yemesem hasta oluyorum. Annemde seviyor. Ama şeker hastası… Önüne geçip yalayarak yiyorum valla.!!

Yorum yok!

Çöp  başında. Bir kadın üzerinden başından yoksulluk akıyor. Bizim sokaktaki  Çöp bidonlarını karıştırıyor. Yanında bir erkek çocuğu eteklerine sımsıkı yapışmış. Çok acıktım diyor. Çöp bidonuna beline dek girmiş olan kadın elinde naylon bir torba ile doğruluyor. Kirli elleri ile torbanın düğümünü çözüp kuru bir ekmek parçasını ikiye bölüyor büyük parçayı çocuğa uzatıyor. Tam yanı başımda bir insanlık ayıbı yaşanıyor. “Gelin diyorum benimle” sesim benden çıkmıyor sanki.

Yorum insanlık  ayıbı..

Savaş sürüyor, bütün vahşeti ile dünyanın bir yerinde.  Bombardımanda bir anne düşüp ölüyor. Küçük oğlu başında “kalk anne, hadi kalk ne olursun gidelim buradan” diye ağlıyor.

Bir şehit annesi ağlıyor. Ben  yandım. İçimi yaktılar, beni yakanları Allah yaksın. Evet yaksın ama giden geri gelmez ki. Allah sabır versin.

Ve bu tür şeyler hep yaşanıyor. Ve sevgiler boşa harcanıyor. Ertelenemiyor, yarına saklanamıyor. Ve aslında sevgi neydi onu bile bilmiyoruz. Ve bu günlerde unutulan sevgiler anımsatılmaya çalışılıyor. Ama yeter mi bir gün bir hafta bir yıl? Ve bu günde ve her günde, Annelerimizi üzmeyelim çok sevelim ve bizimle yaşlanırlarken onları incitmeyelim en kutsal şeyimiz gibi onları kutsayalım ve onlarla kutsanalım.

Hz. Muhammed boşuna dememiş, “Cennet annelerin ayakları altındadır” diye, bunu unutmayalım. Bütün annelerin ve anne gibi hissedenlerin gününü, haftasını, yılını ve yıllarını kutluyorum. Hepsini saygıyla öpüyorum.

Sağlık ve sevgi, birlik ve beraberlik içinde her zaman birlikte kalalım, anne sevgisinden uzakta olmadan  sevgili okuyucularım… Yase

Günün Öyküsü

Avustralya’da o güne kadar kayıtlara geçirilmiş en şiddetli kuraklık günleri yaşanıyordu. Ormanda yaşayan vahşi hayvanlar, susuzluktan kırılıyordu. O kadar ki, kasaba ve köylere inip, normal şartlarda yanlarına bile yaklaşamayacakları evlerin yakınında, bir yudum olsun içecek su arıyorlardı.

Oysa çiftliklerde yaşayanların durumları onlardan daha iyi değildi. Sığırlar ve koyunlar zayıf düşmüşlerdi ve teker-teker ölüyorlardı. Çiftçiler ise ellerinde kalan azıcık su ile hem kendilerinin, hem de sahip oldukları hayvanların ihtiyacını gidermeye çalışıyorlardı. Bu yüzden o çok kıymetli suyu, vahşi hayvanlara kaptırmaya hiç niyetleri yoktu. Pek çok çiftçi, ellerinde tüfekler işe su yalaklarının ve depoların önünde nöbet tutmaktaydı.

O kuraklık günlerinden birinde, elinde silah nöbet bekleyen bir çiftçi, çalıkların arasında bir kıpırtı hissetti. “Bu mutlaka vahşi hayvanlardan biri olmalıdır” diye düşündü. Ağır ve sessiz adımlarla sesin geldiği hedefe doğru ilerlerken, tüfeğini çoktan ateş etmeye hazır hâle getirmişti bile. Yeterince yaklaştığını düşündüğü anda, nişan aldı ve hayvanın ortaya çıkmasını beklemeye başladı. Kısa bir süre sonra çalılıkların arasından, kesesinde yavrusu ile bir kanguru çıktı. Her halinden susuz olduğu anlaşılan kanguru, kahverengi gözleriyle çiftçiye âdeta yalvarıyordu. Çiftçi elini tetikten çekti. Bu anne kanguruyu öldüremezdi. Hele yavruya kıymak, asla onun yapabileceği bir iş değildi.

Kanguru ağır adımlarla, inekler için bırakılan su kovasının yanına gitti. Çiftçi hâlâ onlara bakıyordu. Kanguru da, gözlerini çiftçiden ayırmıyordu. Kovanın yanına gelen anne kanguru, yavrusunu suya doğru yaklaştırdı. Zavallı küçük kanguru, öyle susamıştı ki, az daha kovanın içinde düşecekti. Anne kanguru ise, aynı yalvaran gözleriyle çiftçiye bakmaya devam ediyordu. Yavru kanguru doya doya suyunu içip, kafasını kovadan çıkarınca, annesi onu ortaya çıktıkları çalılılıklara doğru götürdü ve kısa bir süre sonra da gözden kayboldular.

Olanları seyreden çiftçi ise, tüfeğini bir kenara koymuştu ve sessizce ağlıyordu. Çünkü anne kanguru tek bir yudum su içmemişti. Bütün o yalvaran bakışlar, “Lütfen, sadece yavrum için” demekti.

(M. E. Zimmermann)

Aile Öyküleri Kitabı/Zafer Yayınları

& & & & &

Gazetelerin birinde okuduğum bir yazı, beni son derece duygulandırdı. Bir kedi, yavrularını emzirirken memesine yapışıp sütünü emen yavru fareye hiç ilişmemiş, onu dakikalarca emzirmiş… Kedi, gözlerimin önüne geldi. Beyaz, pamuk gibi göğsünü açmış, gurur, feragat ve asaletle yavrularını emzirirken, mini-mini bir fare, belki daha gözleri açılmamış kedi yavrularının birbirinin üzerine tırmanırken boş bıraktıkları bir memeye yapışıyor… O fare yavrusunu derhal parçalayıp yutmak, bedenine geçirip, taze süt halinde yavrularına ikram etmek kedi için ne zevkli bir şey!.. Fakat hayır, o şimdi kedi değil anadır! O pamuk gibi göğsünde, gözleri yumulu yavrularına hayat sunarken, Yaratan’ın mini-mini pembe memelerine verdiği nimeti mukaddes bir alicenaplıkla, can düşmanından esirgemeyen, belki de onu şefkatle yalayan aziz ana! Anladım ki analık, can verici bir rahmet halinde serpilmeye başladı mı, bedenin bütün kasırgaları ve tufanları siner, susar.

Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan

Günün Şiiri

Anneler Günü

“Anneme ve bütün annelere”

Nasıl hatırlamam anacığım nasıl
Kaç geceler bana ninni söylerdi
Hasta olunca oydu başucumda bekleyen
Biraz yorulmayayım, üzülmeyeyim, hemen
Alır kucağına okşardı, saçlarımı öperdi.

Nasıl hatırlamam anacığım nasıl
Uzun kış geceleri masal masaldı
Güzel çoban kızları, iyi kalpli sultanlar
Bir suyun akışı gibi geçip gitti zamanlar
Şimdi ne o dünkü çocuk, ne de o masal kaldı.

Nasıl hatırlamam anacığım nasıl
Yıkayan oydu mürekkep lekeli parmaklarımı
Akşam biraz geciksem yollara düşerdi
Sokağa çıkarken «Yavrucuğum üşütme» derdi.
Hemen bir kazak örerdi biraz boş kaldı mı.

Nasıl hatırlamam anacığım nasıl
Bilirim yine kalbinde yerim anacığım
Selam sana Anneler Günü İstanbul’dan
Yeni dönmüşçesine bir akşam okuldan
Vefalı ellerinden öperim anacığım.

Ümit Yaşar OĞUZCAN

 

ANNEM

Bağım olsa, bahçem olsa
İpek kumaş bohçam olsa,
Sabah olsa, akşam olsa
Annem gitmese yanımdan

Her zaman baksam yüzüne,
Uyurum yatsam dizine.
Rastlamadım kem sözüne
Sesi çıkmaz kulağımdan.

Bir sözünü iki etmem.
Canımı verir incitmem
Annemsiz cennete gitmem
Onu severim canımdan

İbrahim ŞİMŞEK

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here