Değerli Okurlarım, evet, bugün günlerden 10 Mart… Genel olarak sizler için sıradan bir gün sayılır doğal olarak. Ancak bugün doğanlar için öyle alelade bir gün değildir. Kişi olarak doğum günlerine ağırlık veren, dozunu kaçıranlardan değilim.
Geçenlerde şiddetli bir yağış vardı İSSUME’de. Her taraf yağmur ve çamur… Bu aşamada fakirleri ve sokak hayvanlarını düşünürken bir saplantı oldu kafamda. Acaba bundan sonra ki 10 Mart’ı görebilir miyim, göremez miyim falan. Bu düşünceyi bir türlü beynimden silemedim. Silinmezse silinmesin, kimseye verilmeyecek hesabımda yok, emanet sapsağlam, istendiği zaman derhal. Bunun için fazla üzüleceğimi sanmıyorum ayrıca. Şu anda yazacaklarımı en sona bırakıp en başa dönelim.
Merhum İsmet Paşa Cumhurbaşkanı ve Çankaya Köşkü’nde, haber veriyorlar; “Paşam İbrahim Halil Bey’in bir oğlu oldu.” Akabinde Paşa ve Mevhibe Hanım lojmana geliyorlar. Mevhibe Hanımefendi beni kucağına alıp sevdikten sonra anam rahmetliye çok iltifat etmiş. Daha sonra da İsmet Paşa kucağına almış, dualarda bulunmuş. Paşa hazretleri kucağına aldığından dolayı da, işime gelmeyenleri duymam.
Yukarıdaki paragraf, dünyaya merhaba deyişimle ilgili… Daha sonra ki yıllarda önemli ya da önemsiz çok şeyler olmuştur ve yaşanmıştır. O konulara girmeye hiç niyetim yok. Sadece kişisel duygularımı yazmaya çalışacağım ama empati yapanlar da aynı duyguları yaşayacaklardır. Bundan kesinlikle eminim.
Günün birinde Emri Hak vasıl olacaktır bu faniye de. Nerede, nasıl, hangi şekilde olacağını Yaradan bilir. Can verirken duyulan acı bilinir de, söyleme şansı bulunmamaktadır, dönüşü olmayan yoldadır.
Arkamdan kimler gözyaşı döker, yas tutanlar olur mu? Bunları bilmiyorum. Nazara kimler koyar, kimler dualar eder, bilinmesi mümkün değil. Daha sonra sanki dünyaya hiç gelmemişim gibi olacağım.
Kara toprağı yorgan etmişken, mevsimler yine gelip geçecek, güneş, ay ve de yıldızlar yine görevlerini yapacaklar ama ben görmeyeceğim diğer faniler gibi.
Kara toprağı mekan etmek ne kadar acıysa, unutulmak da bana göre ondan daha acı diye düşünüyorum. Şimdilerde çocukların, torunların seni hatırlayabilir. Daha sonraları sanki dünyaya hiç gelmemiş ve birilerinin bir şeyi değilmişsin gibi olur herhalde. Bazen ölüme sesleniyorum da; yaşarken seninle aramızdaki boşluğa neler sığdırmışız. Sayısını bilmediğim resimler, usanmadan zevkle yazdığım makaleler ve şiirler.
Baktıkça baktığın, gördükçe gördüğün, sevdikçe, sevildiğini sandığın hasretler, kopmalar, koyu hüzünler, arada bir tebessümler, tabiat anaya yaklaştığında duyduğun dinginlik, bize aş-ekmek olan toprağın betonlaştığını görünce de lanet okuduğun insanlar.
Zaten, doyumsuz sevgilerle, mutluluklarla yoldaş olmayı beklerken; hüzünlerle, derin düşüncelerle, hasretlere mahkûm oldu gönüllerimiz. Kavuşmanın bir sonu olacağını bildiğimiz halde.
Ölüme seslenirken “Daha ne kadar vaktim var diyemiyorum, böyle bir lüksüm yok…” Terazinin hangi kefesi ağır basar bilemiyorum. Dedikodu yapmak, gıybette bulunmak bana sorulmayacak sorulardır. İki önemli konu vardır ki, onu iyi bildiğimi düşünüyorum. Aç kalmayı ve bağrıma basmayı, iki özelliğim beni daima korumuşlardır. Cenab-ı Allah herkese sağlıklı uzun ömürler ihsan etsin…. Amen…
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Gönül Köşemden
İnsanların Yaşadığı Süreçte
Değerli Okurlarım, insanlar yaşadığı sürede üç önemli aşamadan geçer. Bunları söylemeye gerek var mı bilmiyorum ama yine de bilgi tazelenmesi olarak söyleyeyim. Doğarız-ölürüz… Üçüncü aşama gaiptir, onu sadece geride kalanlar bilir.
Yaşadığımız süreçte iyisiyle, kötüsüyle çok şeyler yapıyoruz. Gönül ister ki yaptığımız işler hep güzel olsun. Yalan söylememek mümkün olmayabilir ama kişileri kandırmamak, dürüst olmak, haram yememek, onur kırmamak bunlar doğrudan bizim elimizde.
Sadece kendimiz için yaşamamalıyız. Ailemiz, komşularımız, varsa çalıştığımız kurumun konumuna özen göstermeliyiz. Biraz da uzaktan fark edilmeliyim. Bunun için özel çaba da gerekmiyor, içinde cevher varsa, dik durabiliyorsanız meseleyi halletmişsiniz demektir.
Şayet yazarsanız, şunu yazayım da bitsin gitsin olmaz… O ayaklar iyi ayak değil. Kalemi elinize aldığınızda ya da daktilonuzun başına geçtiğinizde; yüreğiniz aşırı kan pompalamalı, heyecan duymalısınız, müthiş zevk almalısınız. Bunlar kadar önemli olan nedir biliyor musunuz? Yazdığınızı önce kendiniz beğenmelisiniz o kadar…
Yazar dedik ya… Bazı dostlar kalabalıktan rahatsız olmaz, halleder. Ben mütevazı bir yazar olarak sessizliği yeğlerim. Amacım yazacağım konuyla baş başa kalmaktır. Daha önceleri sessizlik yoktu ama çocukları yuvadan uçurunca haliyle sükunet oluyor.
Bulutların azat ettiği ve yeryüzüne hışımla inerek duygularımı ters yönde etkileyen rahmete bugün sitem etmeyeceğim. Beni meşgul eden ve bir türlü beynimden silemediğim duygu ve düşüncelerimi sizlerle paylaştım, paylaşmaya devam edeceğim.
Bu satırları yazarken aklıma bilimsel ifadeleri ve yeni yitirdiğim dostlarımı da anımsayacağım. Onları hatırlamak ve de zaman zaman da olsa yaşatmak bizim asli görevimiz olmalıdır. Bu duygu ve düşüncelerimiz, muhtemelen onlara ayan olur diye düşünüyorum.
Dosttan söz ediyorum… Bir dostunuzu yitirdiğinizde sırtınıza bir hançer saplanır, göğsünüze yumruk yemiş gibi olursunuz… Bir dostu yitirdiğinizde öncelikle onun yüz şekli, hareketleri ve sözleri aklınıza gelir. Onunla yaptığınız sohbetler, mimikleri ve çınçınlar. Yaşanan bir ömürden geriye kala kala ne kalıyor dersiniz?
Hani şu damıtma olayı var ya. Nevalesi her neyse, musluktan tıp tıp damlalar iniyor ya, işte yitirdiğiniz dostunuzun özü aklınızda kalıyor. Bildiğiniz gibi insanlar yedikleriyle değil, yaptıklarıyla anılırlar. İşte öyle bir şey…
Efendim, yaşam bir sanattır, onun çıraklığını yaparsanız günün birinde ustası da olursunuz. Eğer hakkını vermişsek direnebiliriz. Bu direnme işleminde yaş baş söz konusu değildir. Örnek vermek istiyorum. Yüreğinizle güzellikleri net olarak görebiliyorsanız sorun yok. Yaş gündeme geldiğinde hiçbir zaman yaşım şudur demedim. Kafaları karışsın diye hep doğum tarihimi söyledim.
DOĞUM TARİHİM 10 MART… YILI ÖNEMLİ DEĞİL…
Koşullar ne olursa olsun, ölüme direnmemiz olanaksız. Alacaklı katı kurallıdır da ondan. Ben de katı kurallıyım, emanete hıyanet etmedim, kendisi de çok iyi biliyor. Doğru bir yaşamımız olmalı ve onu doğru yaşamalıyız. Geride bıraktıklarımız mezar taşlarımızla övünmeli. Can verirken de fazla üzülmeye gerek yok. “O’na gidiyorum” diyebilmeliyim. Kendimize ait vecizelerimiz de olmalı. Darbımesel diyorlar ya işte o, Bunlar da hayatı, insanı, sanatı, edebiyatı çok iyi tanıyanların marifetidir.
Fazla yaklaşmadan, taviz vermeden kadınları sevmeliyiz. Bu şekilde de iyimserliğimiz, doygunluğumuz, paylaşımcılığımız, zarafetimiz, ortaya çıkar ve de hissedilir. Fakat sonunda hak etmediğiniz suçlamalar, iftiralar da olabilir. Kendinizi tanıyorsanız bunların hiçbirisi de önemli değildir. Sonunda sizden özür dileyeceklerdir, aklınızdan çıkarmayın.
Herkese hakkettiği kadar değer verirseniz her şeyi halletmişsiniz demektir. Fazla suskunluk, sessizlik de hayra alamet değildir. Korkak olmanın da bir anlamı yoktur. Çok korkanlar sonunda çok şeyler yitirirler.
Bunları yazınca rahatladım. Gazetemizin 100. yılı aklıma geldi de onsan… Hepinize sağlıklı uzun yıllar dilerim. Erken gitmenin ne anlamı var…
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Günün Nabzı
Şiirin Haykırışı
Şiir, Gönülden pınar gibi akmaktır,
Şiir, Tabiata, güzele içten bakmaktır,
Şiir, Yaşamı gönül gözü ile yaşamaktır,
Şiir, Ruh nedeniyle hayatı anlamaktır,
Şiir, Hüzün ile neşeyi bağrına basmaktır,
Şiir, Acılara rağmen, acısız yaşamaktır,
Şiir, İsotu dondurma gibi yalamaktır,
Şiir, mutluyken de ağlayabilmektir,
Şiir, Hüznü kederi paylaşabilmektir,
Şiir, Eskiyi yeni gibi algılamaktır.
AYNI ZAMANDA
Şiirsiz kalmayalım, yaşama tat katalım,
Duygularımızı şiirle anlatalım
Şiir ruhun gıdası, şiirsiz kalmayalım,
Dert, keder ne varsa şiirle paylaşalım…
Bir Fani
Günün Sözü
Güzel Yaşlanmak Çok Şeye Bedel!
Öcal’dan İnciler
İnsanlar Ölüme Balıklama Atlamaz.