Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Tamda şehit haberleri gelmiyor artık diye sevinirken gencecik bir polisimiz şehit oldu Akçakale’de. Hem de Suriyeliler tarafından… “Eşi beni yaktılar onlarda yansın” diye ağıt yakıyordu. Onunla birlikte hepimizin de içi yanıyordu. Sanki terörden içimiz az yanmış gibi şimdide Suriyeliler canımızı yakıyor. Mültecilerden ya da Akçakale belediye başkanının dediği gibi kaçakçılar dehşet saçmış Akçakle’de.
Görüntüler dehşet sanki savaştayız. Adamlar arka arkaya silah sıkıyor? Bu nasıl bir şey? Huzur kalmadı, nereye dönsek etrafımızda Suriyeliler. Jiplerle dolaşanından tutunda, dilenen, iş için mahalle bakkalına başvuranından sınırlarda huzursuzluk çıkaranlara kadar. Hatay sınırında mülteci kamplarını ateşe vermişler onlarca yaralı, iki ölü var. Akçakale’de daha 27 yaşında olan gencecik polisimizi şehit etmişler. Görüntüler dehşet. Sözde zulümden kaçıyorlar zulmü kendileri uyguluyorlar. Doğrusu bir tek polisimiz bütün Suriye’ye değer. Onların savaşı bizi ilgilendirmiyor. Ve bir an önce sona ersin diliyoruz. Herkes yurduna evine hayırlısı ile dönsün.
Şehit polisimize Tanrı’dan rahmet diliyorum nur içinde yatsın mekanı cennet olsun. Allah ailesine ve hepimize sabır ve katlanma gücü versin. Ve yine ve her zaman yurtta sulh cihan da sulh diyoruz.
Ve sevgili okuyucularım Şirincan adını koyduğumuz kedinin anılarını ile devam ediyoruz. Şirincan’ın sevgili arkadaşım Sarımazı’daki evine giderken bir akşamüzeri otoyol üzerinde tamda bir arabanın altında kalmak üzereyken buluyor. Ve eve getirip ona bakıyor. Çok şirin olduğu için ben deniz adını şirin koyalım dedim. Mediş bende can gibi seviyorum deyince hadi dedik Şirincan olsun adı. Ve dizinin adı da Şirincan oldu tabii olarak. Bu dizi yazısı tamamen gözlemlerimizden ve duygularımızdan oluşmakta… Dilerim beğenirsiniz. Yase
Şirincan’ın Günlüğü
Karanlık, her taraf, saat kaç bilmiyorum. Üşüyorum, neredeyim bilmiyorum, fakat korkunç gürültü yapan hayaletler var her tarafta, parlak ışıklar daha görmeyi bilmeyen gözlerimi kamaştırıyor. Korkudan titriyorum sesten ve üzerime üzerime gelen hayaletlerden felç olmuş şekilde bekliyorum. Bu ne gürültüsü, bu hayaletlerden gelen ışık kimin acaba? Bazen yaklaşıyor yanı başımdan geçiyorlar, bazen uzaklaşıyorlar. Gözlerim açık fakat bir şey seçemiyorum. Korkudan sıçrıyorum her yaklaştıklarında, üstelik onlar geçerken esen hava çok soğuk çarpıyor her tarafıma. Bir de aç mıyım bilmiyorum! Daha ağzıma bir şey koymadım ki karanlık bir yerden tekrar karanlık bir yere indiğimden beri. Oysa güvendeydim içerdeki karanlıkta, sesler ve ışıklar yoktu orda. Üşümüyordum da ve sanırım yalnızda değildim o zaman? Şimdi çok yalnızım çok ve savunmasızım ve üşüyorum çok üşüyorum. Birden bir ses duydum, yanı başımda, korkudan büzüldüm tostoparlak oldum. Bir el yavaşça ensemden yakaladı, havalandığımı algıladım. Karanlığın içinde. Korkudan sesim çıkmıyordu. Ama bir sesim var mı onu da bilmiyorum ki?
“Korkma minik” dedi tatlı bir ses. Erkek mi kadın mı algılayamadım. “seni burada bırakamam, arabaların altında kalman işten bile değil. Üstelik tam caddenin ortasında duruyorsun. Senin annen kardeşlerin yok mu? Hadi bir bakalım bir yakın var mı ağaçlar arasında fakat çok karanlık Hoş kimseciklerde görünmüyor ya bu uçsuz bucaksız oto yol üzerinde. Peki, ama sen nasıl buralara geldin? Konuşuyordu sürekli beni ne sanıyordu ki, daha bir karanlıktan diğerine düşeli ne oldu ki nasıl anlayım? Ne olduğunu bende bilmiyorum ki! Aaa şimdi anımsadım sanırım. En son birisi vardı yanımda bir şeyler emiyordum yumuşak bir şeyden? Birde başkaları, hepimiz yumuşak bir şey emiyorduk neydi bilmiyorum. . Sonra ben zorla ayağa kalktım ve biraz yürüdüm, şimdi kimse yok? Neredeler acaba?
“Hadi seni eve götüreyim” dedi. Ensemden tutup beni karanlıkta sallayan sesin sahibi, korkudan top gibi oldum ve beni birden avucunun içine aldı. Sıcaklığını hissettim birden bir güven doldu içime, korkum bir anda uçtu gitti. Elleri doluydu, buna rağmen beni sıkıca ama bir tarafımı incitmeden tutuyordu. Çok rahat değildim kuşkusuz.,sanki ömründe ilk kez benim gibi birine dokunuyordu. Bunu anladım. Aslında ben bunları nereden biliyorum onu da bilmiyorum; fakat sezgilerim sayesinde, bana dokunan elin rahat mı? Bütün bunlara kafa yoramayacak kadar küçük ve çelimsizim yalnızca isteğim bir damla, yumuşak yerden emdiğim şeyden adı ne bilmiyorum kaygan yumuşak ve tatlı. Ve güven içinde uyumak.
Yüksek bir yere çıkıyoruz her halde, çünkü soluklarını duyabiliyorum ve beni tutan avuçları da terlemeğe başlamıştı. Rahatsız oluyordum ıslaklıktan, çevreyi de göremiyordum ya. .nihayet demir bir kapının sesini duydum, yavaşça itti, Sonra eğildi bir şeyleri yere koydu ve içeri girdi. Sanırım burası bir bahçe kokusundan anladım. Ezik çimen kokusu vardı etrafta. Bu arda çok net koku alabiliyordum “ben geldim” diye seslendi. Başka ses duymadım. Kimse yanıt vermedi, kimse yok mu acaba İki üç basamak çıktığımızı anlıyorum, rutubetli gibi bir koku burnuma doldu… Beni bir köşeye ya da nereye bıraktı bilmiyorum, ayaklarım yere değer değmez hareket etme isteğim canlandı ama korkudan tostoparlak oldum yine. “Korkma minik, bak sana biraz süt ısıtacağım” dedi.
İlk duyduğum ses bu. Sonra geldi ağzıma bir şey dayadı ama ben tutamadım bunun üzerine ,eline aldı beni ve kaşığı dayadı ağzıma, iştahla yuttum kaşıktakini sonradan öğrendim ki adı süt müş. fakat hemen doydum daha içmek isterdim ama doydum.” Tamam, minik yaratık şimdilik bu kadar yarın daha çok içersin” dedi ve bir kutunun içine yerleştirdi beni. Hemen o an uyudum.
KURTARICI
O minnacık yaratığı elime aldığımda çok tuhaf oldum. Ömrümde bir kediye dokunmamıştım yani bu kadar küçük olanına, sanırım iki üç günlük olmalı. Ensesinden tutarken tamamen yabancıydım, sonradan öğrendiğime göre en doğru tutuş şekli buymuş. Koltuk altından falan tutsam ezilebilirmiş iç organları. Neyse ellerim kollarım dolu bütün eşyaları öbür elime yükleyip hayvancağızı avuçladım. Nasılda sindi gariban. Bir yandan da karanlıkta bir şeyler aranıyordum belki annesi ya da kardeşlerinden biri oralarda olabilirdi. Bu saate bu yol üzerinde? Yalnız başına nasıl gelmiş olabilir ki? Fakat kimsecikler yoktu saate baya ilerlemişti çoğu zaman eve karanlıkta dönüğümde ürkerim fakat bu akşam garip bir güven algılıyordum kendimde!. Bu minik yaratıktan mı acaba? Gülerim valla öyle ise?!! Onu doyurdum iyi ki o gün süt almışımı. Ancak yarım fincan içebildi ısrar etmedim sanırım ilk olarak kaşıkla besleniyordu çünkü kaşığı önce itti hata sütü döktü ancak sonra alıştı. Yarın kaseye koyarım belki daha rahat içer.
İnanamıyorum şimdi bir kedim mi var? Yatağa yattığımda” bir kedim var” dedim kendi kendime. Oysa bir sürü kedim var teklifsizce bahçemi kullanan. Ama onlar başka bu benim kedim. Ben bakacağım ona.” Garip düşlerle uykuya daldım.
Günün Şiiri
GÜNEŞİ İÇENLERİN TÜRKÜSÜ
Bu bir türkü:- toprak çanaklarda
güneşi içenlerin türküsü!
Bu bir örgü:- alev bir saç örgüsü! kıvranıyor;
kanlı; kızıl bir meş’ale gibi yanıyor
esmer alınlarında bakır ayakları çıplak kahramanların!
Ben de gördüm o kahramanları,
ben de sardım o örgüyü,
ben de onlarla güneşe giden köprüden geçtim!
Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
Ben de söyledim o türküyü!
Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
altın yeleli aslanların ağzını yırtarak gerindik!
Sıçradık; şimşekli rüzgâra bindik!.
Kayalardan kayalarla kopan kartallar
çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
Alev bilekli süvariler kamçılıyor şaha kalkan atlarını!
Akın var güneşe akın!
Güneşi zaptedeceğiz güneşin zaptı yakın!
Düşmesin bizimle yola: evinde ağlayanların
göz yaşlarını boynunda ağır bir zincir gibi taşıyanlar!
Bıraksın peşimizi kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!
İşte: şu güneşten düşen ateşte milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!
Sen de çıkar
göğsünün kafesinden yüreğini;
şu güneşten düşen ateşe fırlat;
yüreğini yüreklerimizin yanına at!
Akın var, güneşe akın!
Güneşi zaaptedeceğiz, güneşin zaptı yakın!
Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!
Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,
toprak kokuyor bakır sakallarımız!
Neş’emiz sıcak! kan kadar sıcak,
delikanlıların rüyalarında yanan o «an» kadar sıcak!
Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak,
ölülerimizin başlarına basarak yükseliyoruz
güneşe doğru!
Ölenler dövüşerek öldüler; güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!
Akın var güneşe akın!
Güneşi zaaaptedeceğiz, güneşin zaptı yakın!
Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor!
Kalın tuğla bacalar kıvranarak ötüyor!
Haykırdı en önde giden, emreden!
Bu ses!
Bu sesin kuvveti, bu kuvvet
yaralı aç kurtların gözlerine perde vuran,
onları oldukları yerde durduran kuvvet!
Emret ki ölelim emret!
Güneşi içiyoruz sesinde!
Coşuyoruz, coşuyor!..
Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde
mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor!
Akın var güneşe akın!
Güneşi zaaaaptedeceğiz, güneşin zaptı yakın!
Toprak bakır gök bakır.
Haykır güneşi içenlerin türküsünü,
Hay-kır
Haykıralım!
Nâzım HİKMET