Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bugün (dün) 10 Ocak havalar aynen Orhan Veli’nin dediği türden. Ne demişti Usta bir bukle anımsayalım;
Beni bu güzel havalar mahvetti
Böyle havada istifa ettim Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.”
Gerçekten hava bugün insanı mahvedebilecek kıvamda. Kim bilir kimler âşık oldu bu havada kim bilir kimler alerjiden inim inim inledi bu havada? Valla ne olursa olsun hava çalışan gazetecilere armağan olsun. Keşif yapmak için uygun bir zaman. Evet bugün 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü. Ama keşke gerçekten özgürce çalışabilseydi birçok gazeteci arkadaşlar!
Büyük Türk Atatürk, “Gazeteciler ulusun ortak sesidir” demiş. Şimdilerde pekte ortak çıkmıyor sesler ne yazık ki. Çok ayrıştık, çok bölündük. Değişik seslere tahammül azaldı. Nerdeyse sessizleştik. Ancak yine de ulusun sesi ortak sesi olmayı sürdüreceğiz olanaklarımız dahilinde.
Bizler İskenderun Gazetesi çalışanları nerdeyse 15 yıldan beri aynı çatı altında işimizi severek, özveri ile gerçekleştirmenin huzuru içindeyiz. Gazetemiz İskenderun’un ilk gazetesi olmanın haklı gururu ile 71 yılık ömründe o çizgisinden, vicdanından ve ilkelerinden ödün vermeden büyüyerek bu günlere geldi. Bizde bu sürecin 15 ya da 18 yılını birlikte geçirmenin keyfi ve sevinci içindeyiz. Hiçbir zaman yazılarımız kısıtlanmadı ya da herhangi bir şey için zorlanmadık. Özgür, bağımsız ve her zaman laik olarak kimseye gebe kalmadan bu günlere geldiğimiz için gururluyuz.
Bu günde ve her zaman. Önce gazetemiz imtiyaz sahibi olan gazetemizin babası, abisi, arkadaşı ve yol göstericisi olan Rızkullah Terbiyeli ve onun şahsında bütün çalışan arkadaşlarımın, yoldaşlarımın gününü kutluyorum. Ve tabi ki ulusça bütün çalışan gazeteciler gününü tabi.
Ve sevgili okuyucularım. Biraz araştırdım nette ve gazeteciler günü ilk ne zaman kutlanmış diye. Kısaca paylaşıyorum.
Gazeteciler Günü’nün Tarihi
1961 yılında gazetecilerin çalışma haklarında önemli iyileştirmeler getiren 212 sayılı Yasa’nın yürürlüğe girmesi üzerine, 9 gazete sahibi, yasayı protesto etmek için 3 gün boyunca gazeteleri yayımlamama kararı aldılar. Bu gelişme karşısında, gazeteciler 10 Ocak 1961 günü haklarına ve basın özgürlüğüne sahip çıkmak amacıyla Sendika binası önünde toplanarak Vilayet’e kadar bir yürüyüş yaptılar. Gazeteciler, patronların boykot kararı karşısında ise Sendika’nın öncülüğünde, BASIN adıyla kendi gazetelerini 11-12-13 Ocak 1961 tarihlerinde yayımladılar.
O tarihten sonra 10 Ocak, “Çalışan Gazeteciler Bayramı” olarak kutlandı. 1971 yılındaki 12 Mart müdahalesinden sonra ise çalışanların hakları ve basın özgürlüğüne getirilen kısıtlamalara tepki olarak 10 Ocak, “bayram” olmaktan çıkarıldı ve “Çalışan Gazeteciler Günü” olarak anılmaya başladı.
Ve sevgili okuyucularım sağlıkla sevgiyle kalalım her zaman birlik ve beraberlikle… Yase
& & & & &
Evin Emektarı Menekşe
Ben mosmor yaprakları olan küçük porselen saksıda yaşayan bir menekşeydim. Tıpkı insanlar gibi benimde umutlarım vardı. Bende aileden biri sayılırdım. Herkes beni sever aksatmadan beni sulardı.
Geceleri herkes kendi odalarına çekildiğinde ben onlarla birlikte uyumaz gökyüzünü izler, yaprakların şırıltısını dinlerdim. Bazen de ailemi, yaşadığım çevreyi, onlar olmazsa ne yapacağımı düşünürdüm.
Bir gece onlar yataklarındayken ben yine çevreyi izliyordum. Bir saatten fazla olmamıştı ki deniz adeta şahlandı. Ev büyük bir sarsıntıyla ayağa kalktı. Deniz durmuştu ama insanların deprem dediği şey hala devam ediyordu. Gözlerimi kapadım ve depremin durmasını bekledim.
Gözlerimi açtığımda yıllardır yaşadığım evin yerle bir olduğunu gördüm. O güzel çiçeklerin olduğu yerdeydik yani evin bahçesinde. Ailemi aradım. Fakat ortalarda yoklardı. Çevredekiler “Bu evden hiç kimse sağ çıkmadı” dediler. Ağlamaya başladım. Canım yanıyordu. İçimde hiç kimsenin dolduramayacağı bir boşluk vardı. Hala inanamıyordum. Onlar beni burada bırakıp gitmezlerdi. Beni bu kadar üzmezlerdi. Neyse ki bu acım fazla sürmedi. Çünkü üstümdeki beton dalımı kırdı. Ve umutlarımla beraber hayata gözlerimi yumdum.
& & & & &
Bugün Yine Çok Güzelsin Hayat, Her Şeye Rağmen…
Hayata hiç isyan etmeyin. Öncelikle şunu kabul edin, hayat adil değil. Hiçbirimiz, hiçbir canlı eşit yaratılmadı. Başımıza gelenler de eşit değil. Önce hayatın adil olmadığını kabul etmelisiniz.
“Guguk Kuşu” filminde Jack Nicholson akıl hastanesinde çok ağır bir mermer havuzu kaldırabileceğine dair diğer hastalarla iddiaya girer. Yüklenir ve havuzu kaldırmaya çalışır, kaldıramaz. Diğer hastalar onunla alay ederken bir şey söyler: “Ben en azından denedim”
Siz gerçekten denediniz mi? Yoksa pencereden hayatı mı seyrediyorsunuz? Hayata Windows 98’den, Sony 72 ekrandan mı bakıyorsunuz? Oysa hayat hepimizin avuçlarının içinde,
Kiminin nasır tutmuş parmaklarında
Kiminin boyalanmış ellerinde,
Kiminin gömleğinde ki ter kokusunda,
Ama hayat her zaman avuçlarımızın içinde.
Nasıl istersek, neye karar verirsek hayat orada var.
Güneş, her sabah yeniden doğuyor, Gün, her şafakta nice umutlara gebe şekilde ağarıyor ve siz, Eğer isterseniz hayatı bir ucundan yakalama şansına sahipsiniz. Yeter ki gülümseyin… Yeter ki bu gün benim günüm diyerek kalkın yatağınızdan… Bu iletiyi içinizdeki çocuktan uzak tutunuz. Zira, siz bu iletiyi okuduktan sonra içinizdeki çocuk, özgürlüğüne kavuşmak isteyip başınıza dert açabilir. Bu dünyadaki varlığınızın, dostlarınızın var olmasına bağlı olduğunu…
Bazen bir çiçek yada küçük bir tatlı sözle bile kırık bir kalp tamirinin mümkün olduğunu, Özür dilemenin, teşekkür etmenin ve şükretmenin “ERDEM” olduğunu…
Ve her sabah uyandığınızda “BUGÜN YİNE ÇOK GÜZELSİN HAYAT HER ŞEYE RAĞMEN…” demeyi ihmal etmeyiniz… Mümkün olması zor olsa da….
Günün Şiiri
Sevgi Üstüne
Bütün kitapları yakmalı
Sevda üstüne ne söylemişlerse yalandır
Kitaplara göre insan
Karanlıkta yüzüne bin mumluk lâmba tutulmuş
Gözleri, yüreği kamaşmış insandır
Aptaldır, hastadır, kahramandır
Bütün kitapları yakmalı
Sevda üstüne ne söylemişlerse yalandır.
İçinde bir tek suret yaşayan yüreğe yürek mi derler
Bir tek yaprak veren dalın boynun burarlar
Bir tek meyve veren dalı keserler
İnsan dediğin bir buğday tarlası gibi olmalı
Esti mi rüzgâr bir değil milyonlar için esmeli
Bir tek meyve veren dalı kesmeli
İnsan dediğin derya misali
Üstünde milyonlarca dalga
İçinde kıyametler kopmalı
İnsan dediğin derya misali
Uçsuz bucaksız olmalı.
Gel çıkalım sevgilim gel
Gel kurtaralım birler hanesinden
Çekelim gidelim bir uçtan uca
Açalım yüreğimizin kapılarını sonuna kadar
Sevelim sevelim sevelim
Sevebileceğimiz kadar
Bedri Rahmi EYUBOĞLU
Önde zeytin ağaçları arkasında yar
Sene bin dokuz yüz kırk altı
Mevsim, Sonbahar
Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim
Dalları neyleyim.
Yar yollarına dökülmedik dilleri neyleyim.
Yar yar…
Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar
Değirmen misali döner başım
Sevda değil bu bir hısım
Gel gör beni darmadağın
Tel tel çözülüp kalmışım.
Yar yar
Canimin çekirdeğinde diken
Gözümün bebeğinde sitem var
Bedri Rahmi EYUBOĞLU
Günün Fıkrası
Adam günün yorgunluğu üzerinde, perişan bir vaziyette İETT durağında otobüs beklemektedir. Nihayet uzun bir zaman sonra beklediği güzergâhın aracı gelir ve biletini attıktan sonra arka taraflara doğru ilerlemeye başlar. Bir, iki adım ilerisindeki çift kişilik koltuğun boş olanına doğru ilerler; tam oturacağı sırada engelleyici bir ses tonu onu durdurur: “Buraya oturamazsın! Ben kimim biliyor musun?”
“Kim olduğunuzu bilmeli miyim?” “Ben Yrd. Doç. falan kişiyim.” “Evet?” “Benim gibi kıdemli birinin yanına oturamazsın!” “Size bir soru sormak istiyorum. Siz Yrd. Doçentlik unvanınızdan sonra ne olacaksınız?” “Doçent.” “Peki sonra?” “Şayet başımıza bir şey gelmezse Profesör…” “Daha sonra?” “Belki zor ama Ordinaryüs Profesör…” “Evet… Peki bu dereceden sonra?” “Hiiç…” “Ben şimdiden ‘hiç’im; lütfen müsaade edin yanınıza oturayım…” “!!?”
Günün Sözü
Kesinlikle evlen! Karın iyiyse mutlu, kötü ise Filozof olursun.
Sokrates