Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bu sabah düşünmek çok zor geliyor bana. Kafam darmadağın, yüreğim ağır canım sıkkın. Hayallerim yok ama insanlardan yinede umut kesmemiştim ancak bu sabah yine yanıldım, yine yanıldım, yine yanıldım… Ve öyle görünüyor ki yanılmayı ömrümce sürdüreceğim bende bu aptalca iyi niyet varken. Üzülmeye razıyım, kırılmaya, incinmeye, aptal olmaya ama iyi niyetten vazgeçersem işte o zaman, her şeyin sonu olur bu?
“Ben” dedik “biz” dedik ve hep yeniden başa döndük. Başa dönmenin de bir keyfi olmalı hiç değilse yeniden deneme olanağı olur, başta atladığımız şeyleri belki ikincisinde yakalarız ya da üçüncüsünde ya da beşincisinde ya da ellisinde falan? Bu sabah ellisinden değil, yüz ellisinden değil, beş yüz ellisinden hatta milyondan döndüğümü algılıyorum. Acı, acı içim parçalanarak. Dönen ben değilim, artık bu kez olmaz “biz” olabiliriz dediğim. Kapıyı çaldı ve yine “ben” dedi. Onu içeri almadım alamayacağım, almayacağım, almayacağım! Ama yüreğim ağır, canım sıkkın ve umutlarım tükenmek üzere.
Sanki ev başıma yıkıldı, on beş gündür huzur içinde yaşadığım sükuneti, sevinci, mistikliği anında elimden alıverdi sanki kendisi sunmuştu bunları ki, bunca rahatlıkla alıp çekiverdi?!
& & & & &
Gönül kırmaktan Allah’a sığınırım. Kendimden bilirim gönül kırklığını, nasıl başkasının gönlünü kırarım? Ama benim gönlüm yolgeçen hanı sanırsınız, gelen kırar giden kırar. Neden mi? Çünkü kırmaktan başka şey bilmezler, öğrenmek istemezler, gönüllerini açmazlar, kendi bencillikleri içinde boğulurken onları kurtarmaya çalışanı da derinlere doğru kendileri ile birlikte çekmek isterler. Uluorta özgürce, korkusuzca konuşurlar, varsayımlar üretirler, ürettiklerine kendileri de inanırlar. Ve önyargılı, küfürbaz olurlar aynen bu söylence gibi…
& & & & &
İmam bakır Muhammed b.Ali b al-Hüseyyin (a.s.)’ın lakabı Bakırdır. Bakır yani ikiye ayıran, o hazrete Bakır ul-ulüm yani ilimleri ayıran derlerdi. İnançsız bir adam, alay edici bir şekilde “Bakır” kelimesini “Bakar” (Arapçada öküz) olarak değiştirdi. Ve hazrete “ente bakarun “–yani sen öküzsün – dedi.
İmam rahatsız olduğunu belli etmeyen bir sesle. “Hayır ben öküz değilim. Bakırım” dedi. Sen annesi aşçı olan bir çocuksun. İşi buydu ar ve utanç sayılmaz. Anan arsız utanmaz ve kötü dilliydi.
Eğer anneme nispet ettiğin bu şeyler doğruysa Allah onu afetsin günahlarını bağışlasın, yok yalansa senin günahını bağışlasın çünkü yalan söyledin ve iftira ettin.
Bütün bu sabırlı ve yumuşak davranışın müşahedesi, İslam dinin dışında bulunan o adamın ruhunda değişiklik yapmaya ve onu inanca çekmeye yetmişti.
& & & & &
Bu minik alıntıyı belki içimi rahatlatır diye anlatıyorum. Ama ben kimseyi aynen bu cahil adam gibi olmaktan kurtarmıyorum. Kendim eziliyorum onun gibi olmamaya çalışıyorum, ancak üzüntüyle, yüreğim daralarak görüyorum ki kimsecikler silkinip kendine gelemiyor. Nasıl bu kadar umarsız olabiliyor, nasıl bu kadar coşkulu ve haklı görebiliyor kendini nasıl atıp tutuyor doğru yanlış bilmeden yargılıyor. Nasıl affetmiyor, geçmişte yaşanan şeyleri güne taşıyor?
Şaşıyorum, şaşıyorum ve şaşıyorum. Başım patlıyor, dişlerim sıkılı, çenelerim kilitli ve yine düşünüyorum ve yine vazgeçmiyorum… Bana bakar (öküz) dese de duymayacağım. Ama üzülmeyecek miyim üzüleceğim sesimi çıkarmayacağım ona dua edeceğim ama yinede bileceğim ki değişen bir şey olmayacak. Eminim bir taşa baksaydım ona baktığım gibi o taş bile harekete geçerdi “ben ne yapıyorum?“ derdi ancak onda “tık” yok? Aslında onu kendine mahkûm eden benliği ne kadarda zalimmiş. Ona kızmıyorum ama acıyorum ve eğer “biz olamayacaksak onu terk edeceğim. Başka çare bırakmadı çünkü.
Ve sevgili okuyucularım sabah, sabah çalan bir kapı ve ne yazık ki içeri alınmayan konuk. Beni çok rahatsız etti allak bullak oldum. Aslında ölmek isterdim şu an…
Bu yüzden sizden özür diliyorum karmaşık bir yazı çıktı ancak inancım yok ama deneyeceğim sonsuza dek. O ne kadar inat ederse bende edeceğim, ona kırılmayacağım, eğilmeyeceğim, bükülmeyeceğim ve onun silahları ile onu vurmayacağım… Silahım yine tevekkül, sabır ve sevgi olacak, alır, almasa başkaları nasiplenir, kendisi çorak bir toprak gibi göçer bu âlemden seçim onun keşke anlayabilse. Sevgiyle, sağlıkla ve hep biz olarak kalın sevgili okuyucularım. Yase
& & & & &
Kelebeğin Hikâyesi
Bir gün, kırlarda gezintiye çıkan bir adam, kenara oturduğu otlardan birinin dalında, küçük bir kozanın varlığını fark etti. Koza ha açıldı ha açılacak gibiydi.
Adam, bunun bir kelebek kozası olduğunu tahmin ediyordu. Böyle bir fırsat bir daha ele geçmez diye düşündü ve bir kelebeğin dünya yüzü gördüğü ilk dakikalara şahit olmak istedi.
Dakikalar dakikaları kovaladı, saatler geçmeye başladı ama henüz kelebeğin küçük bedeni o delikten çıkmadı. Sanki kelebeğin dışarı çıkmak için çaba harcamaktan vazgeçmiş olabileceğini düşündü.
Sanki kelebek elinden gelen her şeyi yapmış da, artık yapabileceği bir şey kalmamış gibi geldi ona. Bu yüzden, kelebeğe yardımcı olmaya karar verdi: cebindeki küçük çakıyı çıkarıp kozadaki deliği bir cerrah titizliğiyle büyütmeye başladı.
Böylece, bir-iki dakika içinde kelebek kolayca dışarı çıkıverdi. Fakat bedeni kuru ve küçücük, kanatları buruş buruştu. Adam kelebeği izlemeye devam etti; çünkü kanatlarının her an açılıp genişleyeceğini ve narin bedenini taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu.
Ama bunlardan hiçbiri olmadı. Kelebek, hayatının geri kalanını, kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürünerek geçirdi. Ne kadar denese de, asla uçamadı.
Adamın bütün iyi niyetine ve yardımseverliğine rağmen anlayamadığı şey, kozanın kısıtlayıcılığının ve buna karşılık kelebeğin daracık bir delikten dışarı çıkmak için gereken çabanın, Allah’ın kelebeğin bedenindeki sıvıyı onun kanatlarına göndermek ve bu sayede kozanın kısıtlayıcılığından kurtulduğu anda onun uçmasını sağlamak için seçtiği bir yol olduğuydu.
Bu gerçeği öğrendiğinde, hayat boyu unutamayacağı bir şey de öğrenmişti: Bazen, hayatta tam olarak ihtiyaç duyduğumuz şey, çabalardır. Eğer Allah, hayatta herhangi bir çaba olmadan ilerlememize izin verseydi, o zaman, bir anlamda sakat kalırdık. Olabileceğimiz kadar güçlenemezdik o zaman. Ve asla uçamazdık…
Günün Şiiri
Rüzgâr
Çözülüyor ruhundaki sıva, dökülüyor duvar
derin bir oyuk açılıyor içindeki mağarada
yıkılıyor kalbini koruyan oda, oradaki vaha
dönüşüyor güven duygusunu yitirmiş bir çocukluğa
doğru başlayan bir yolculuğa sürüklüyor seni
zalimlerin ruhundan esen bu nemli rüzgar
izin vermiyor uzaklaşmana içindeki vahadan
farksız bir varoluş başlıyor bu sokakta
hangi kulağa seslensen kapıları mühürlü mahzen
hangi yüze baksan perdeleri çekili pencere
hangi ele dokunsan panikle tutuşan dal
hangi sese kulak kesilsen yıldızını vermeyen gece
hatıra değil içine düşen kar tanesi,
düş değil peşinde gördüğün kâbus
soluk soluğa çıkıyor yüzünün yeraltından
çocukluktan mahsur kalmış her ben
koşarak geçiyor o sokaktan yıkılarak
giriyor o nemli yel içindeki mağaraya
titreyişten bir kilit vuruluyor, suskunluktan
belleğin ilkçağına açılan kapıya
varınca düşüyor varoluşun derin bir olanaksızlığa
çünkü orada her ben dinmemiş bir fırtına
savuruyor seni tekrar içindeki oyuktan
gözlerinin kıyısındaki ruhuna
Çözülüyor ruhundaki sıva, dökülüyor duvar
derin bir oyuk açılıyor içindeki mağarada
yıkılıyor kalbini koruyan oda, oradaki vaha
dönüşüyor güven duygusunu yitirmiş bir çocukluğa
doğru başlayan bir yolculuğa sürüklüyor seni
zalimlerin ruhundan esen bu nemli rüzgar
izin vermiyor uzaklaşmana içindeki vahadan
farksız bir varoluş başlıyor bu sokakta
hangi kulağa seslensen kapıları mühürlü mahzen
hangi yüze baksan perdeleri çekili pencere
hangi ele dokunsan tutuşmaktan korkan kuru dal
soluk soluğa çıkıyor yüzünün yeraltından
çocukluktan beri orada mahsur kalan ben
koşarak geçiyor o sokaktan yıkılarak
giriyor o nemli yel içindeki mağaraya
titreyişten bir kilit vuruluyor, suskunluktan
belleğin ilkçağına açılan kapıya
varınca düşüyor varoluşun derin bir olanaksızlığa
çünkü orada her ben dinmemiş bir fırtına
savuruyor seni tekrar içindeki oyuktan
gözlerinin kıyısındaki ruhuna
Yücel KAYIRAN
Günün Sözü
Hoşgörü, yapılan her şeyin kolayca kabul edilip onaylanması değildir. Hoşgörü, başkalarının görüşlerini anlama yeteneği ve acı bir duygu beslemeden, anlayışlı bir tartışma arzusudur.
Macintosh
Yüksek mevkiler, her eşyayı büyülten bazı camlar gibidir. Bu mevkilerde bütün kusurlar olduklarından daha büyük görünür.
Fenelon