‘Biz’ Olamadık Gitti…

0
141

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bu sabah düşünmek çok zor geliyor bana. Kafam darmadağın, yüreğim ağır canım sıkkın. Hayallerim yok ama  insanlardan yinede umut kesmemiştim ancak bu sabah yine yanıldım, yine yanıldım, yine yanıldım… Ve öyle görünüyor ki yanılmayı ömrümce sürdüreceğim bende bu aptalca iyi niyet varken. Üzülmeye razıyım, kırılmaya, incinmeye, aptal olmaya ama iyi niyetten vazgeçersem işte o zaman, her şeyin sonu olur bu?

“Ben” dedik “biz” dedik ve hep yeniden başa döndük. Başa dönmenin de bir keyfi olmalı hiç değilse yeniden deneme olanağı olur, başta atladığımız şeyleri belki ikincisinde yakalarız ya da üçüncüsünde ya da beşincisinde ya da ellisinde falan? Bu sabah ellisinden değil, yüz ellisinden değil, beş yüz ellisinden hatta  milyondan döndüğümü algılıyorum. Acı, acı içim parçalanarak. Dönen ben değilim, artık bu kez olmaz “biz” olabiliriz dediğim. Kapıyı çaldı ve yine “ben” dedi. Onu içeri almadım alamayacağım, almayacağım, almayacağım! Ama yüreğim ağır, canım sıkkın ve umutlarım tükenmek üzere.

Sanki ev başıma yıkıldı, on beş gündür huzur içinde yaşadığım sükuneti, sevinci, mistikliği anında  elimden alıverdi sanki kendisi sunmuştu bunları ki, bunca rahatlıkla alıp çekiverdi?!

& & & & &

Gönül kırmaktan Allah’a sığınırım. Kendimden bilirim gönül kırklığını, nasıl başkasının gönlünü kırarım? Ama benim gönlüm yolgeçen hanı sanırsınız, gelen kırar giden kırar. Neden mi? Çünkü kırmaktan başka şey bilmezler, öğrenmek istemezler, gönüllerini açmazlar, kendi bencillikleri içinde boğulurken onları kurtarmaya çalışanı da derinlere doğru kendileri ile birlikte çekmek isterler. Uluorta özgürce, korkusuzca konuşurlar, varsayımlar üretirler, ürettiklerine kendileri de inanırlar. Ve önyargılı, küfürbaz olurlar aynen bu söylence gibi…

& & & & &

İmam bakır Muhammed b.Ali b al-Hüseyyin (a.s.)’ın lakabı Bakırdır. Bakır yani ikiye ayıran, o hazrete Bakır ul-ulüm yani ilimleri ayıran derlerdi. İnançsız bir adam, alay edici bir şekilde “Bakır” kelimesini “Bakar” (Arapçada öküz) olarak değiştirdi. Ve hazrete “ente  bakarun “–yani sen öküzsün – dedi.

İmam rahatsız olduğunu belli etmeyen bir sesle. “Hayır ben öküz değilim. Bakırım” dedi. Sen  annesi  aşçı olan bir çocuksun. İşi buydu ar ve utanç sayılmaz. Anan arsız utanmaz ve kötü dilliydi.

Eğer anneme nispet ettiğin bu şeyler doğruysa Allah onu afetsin günahlarını bağışlasın, yok yalansa senin  günahını bağışlasın çünkü yalan söyledin ve iftira ettin.

Bütün bu sabırlı ve yumuşak davranışın müşahedesi, İslam dinin dışında bulunan o adamın ruhunda değişiklik yapmaya ve onu inanca çekmeye yetmişti.

& & & & &

Bu minik alıntıyı belki içimi rahatlatır diye anlatıyorum. Ama ben kimseyi  aynen bu cahil adam gibi olmaktan kurtarmıyorum. Kendim eziliyorum onun gibi olmamaya çalışıyorum, ancak üzüntüyle, yüreğim daralarak görüyorum ki kimsecikler silkinip kendine gelemiyor. Nasıl bu kadar umarsız olabiliyor, nasıl bu kadar coşkulu ve haklı görebiliyor kendini nasıl atıp tutuyor doğru yanlış bilmeden yargılıyor. Nasıl affetmiyor, geçmişte yaşanan şeyleri güne taşıyor?

Şaşıyorum, şaşıyorum ve şaşıyorum. Başım patlıyor, dişlerim sıkılı, çenelerim kilitli ve yine düşünüyorum ve yine vazgeçmiyorum… Bana bakar (öküz) dese de duymayacağım. Ama  üzülmeyecek miyim üzüleceğim sesimi çıkarmayacağım ona dua edeceğim ama yinede bileceğim ki değişen bir şey  olmayacak. Eminim bir taşa baksaydım ona baktığım gibi o taş bile harekete geçerdi “ben ne yapıyorum?“ derdi ancak onda “tık” yok? Aslında onu kendine mahkûm eden benliği ne kadarda zalimmiş. Ona kızmıyorum ama  acıyorum ve eğer “biz olamayacaksak onu  terk edeceğim. Başka çare bırakmadı  çünkü.

Ve sevgili okuyucularım sabah, sabah çalan bir kapı ve ne yazık ki içeri alınmayan konuk. Beni çok rahatsız etti allak bullak oldum. Aslında ölmek isterdim şu an…

Bu yüzden sizden özür diliyorum karmaşık  bir yazı çıktı ancak inancım yok ama deneyeceğim sonsuza dek. O ne kadar inat ederse bende edeceğim, ona kırılmayacağım, eğilmeyeceğim, bükülmeyeceğim ve onun  silahları ile onu vurmayacağım… Silahım yine tevekkül, sabır ve sevgi olacak, alır, almasa başkaları nasiplenir, kendisi çorak bir toprak gibi göçer bu âlemden seçim onun keşke anlayabilse. Sevgiyle, sağlıkla ve hep biz olarak kalın sevgili okuyucularım. Yase

& & & & &

Kelebeğin Hikâyesi

Bir gün, kırlarda gezintiye çıkan bir adam, kenara oturduğu otlardan birinin dalında, küçük bir kozanın varlığını fark etti. Koza ha açıldı ha açılacak gibiydi.

Adam, bunun bir kelebek kozası olduğunu tahmin ediyordu. Böyle bir fırsat bir daha ele geçmez diye düşündü ve bir kelebeğin dünya yüzü gördüğü ilk dakikalara şahit olmak istedi.

Dakikalar dakikaları kovaladı, saatler geçmeye başladı ama henüz kelebeğin küçük bedeni o delikten çıkmadı. Sanki kelebeğin dışarı çıkmak için çaba harcamaktan vazgeçmiş olabileceğini düşündü.

Sanki kelebek elinden gelen her şeyi yapmış da, artık yapabileceği bir şey kalmamış gibi geldi ona. Bu yüzden, kelebeğe yardımcı olmaya karar verdi: cebindeki küçük çakıyı çıkarıp kozadaki deliği bir cerrah titizliğiyle büyütmeye başladı.

Böylece, bir-iki dakika içinde kelebek kolayca dışarı çıkıverdi. Fakat bedeni kuru ve küçücük, kanatları buruş buruştu. Adam kelebeği izlemeye devam etti; çünkü kanatlarının her an açılıp genişleyeceğini ve narin bedenini taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu.

Ama bunlardan hiçbiri olmadı. Kelebek, hayatının geri kalanını, kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürünerek geçirdi. Ne kadar denese de, asla uçamadı.

Adamın bütün iyi niyetine ve yardımseverliğine rağmen anlayamadığı şey, kozanın kısıtlayıcılığının ve buna karşılık kelebeğin daracık bir delikten dışarı çıkmak için gereken çabanın, Allah’ın kelebeğin bedenindeki sıvıyı onun kanatlarına göndermek ve bu sayede kozanın kısıtlayıcılığından kurtulduğu anda onun uçmasını sağlamak için seçtiği bir yol olduğuydu.

Bu gerçeği öğrendiğinde, hayat boyu unutamayacağı bir şey de öğrenmişti: Bazen, hayatta tam olarak ihtiyaç duyduğumuz şey, çabalardır. Eğer Allah, hayatta herhangi bir çaba olmadan ilerlememize izin verseydi, o zaman, bir anlamda sakat kalırdık. Olabileceğimiz kadar güçlenemezdik o zaman. Ve asla uçamazdık…

Günün Şiiri

Rüzgâr

Çözülüyor ruhundaki sıva, dökülüyor duvar

derin bir oyuk açılıyor içindeki mağarada

yıkılıyor kalbini koruyan oda, oradaki vaha

 

dönüşüyor güven duygusunu yitirmiş bir çocukluğa

doğru başlayan bir yolculuğa sürüklüyor seni

zalimlerin ruhundan esen bu nemli rüzgar

izin vermiyor uzaklaşmana içindeki vahadan

farksız bir varoluş başlıyor bu sokakta

 

hangi kulağa seslensen kapıları mühürlü mahzen

hangi yüze baksan perdeleri çekili pencere

hangi ele dokunsan panikle tutuşan dal

hangi sese kulak kesilsen yıldızını vermeyen gece

 

hatıra değil içine düşen kar tanesi,

düş değil peşinde gördüğün kâbus

soluk soluğa çıkıyor yüzünün yeraltından

çocukluktan mahsur kalmış her ben

 

koşarak geçiyor o sokaktan yıkılarak

giriyor o nemli yel içindeki mağaraya

titreyişten bir kilit vuruluyor, suskunluktan

belleğin ilkçağına açılan kapıya

 

varınca düşüyor varoluşun derin bir olanaksızlığa

çünkü orada her ben dinmemiş bir fırtına

savuruyor seni tekrar içindeki oyuktan

gözlerinin kıyısındaki ruhuna

 

 

Çözülüyor ruhundaki sıva, dökülüyor duvar

derin bir oyuk açılıyor içindeki mağarada

yıkılıyor kalbini koruyan oda, oradaki vaha

dönüşüyor güven duygusunu yitirmiş bir çocukluğa

 

doğru başlayan bir yolculuğa sürüklüyor seni

zalimlerin ruhundan esen bu nemli rüzgar

izin vermiyor uzaklaşmana içindeki vahadan

farksız bir varoluş başlıyor bu sokakta

 

hangi kulağa seslensen kapıları mühürlü mahzen

hangi yüze baksan perdeleri çekili pencere

hangi ele dokunsan tutuşmaktan korkan kuru dal

soluk soluğa çıkıyor yüzünün yeraltından

çocukluktan beri orada mahsur kalan ben

 

koşarak geçiyor o sokaktan yıkılarak

giriyor o nemli yel içindeki mağaraya

titreyişten bir kilit vuruluyor, suskunluktan

belleğin ilkçağına açılan kapıya

 

varınca düşüyor varoluşun derin bir olanaksızlığa

çünkü orada her ben dinmemiş bir fırtına

savuruyor seni tekrar içindeki oyuktan

gözlerinin kıyısındaki ruhuna

Yücel KAYIRAN

Günün Sözü

Hoşgörü, yapılan her şeyin kolayca kabul edilip onaylanması değildir. Hoşgörü, başkalarının görüşlerini anlama yeteneği ve acı bir duygu beslemeden, anlayışlı bir tartışma arzusudur.

Macintosh

Yüksek mevkiler, her eşyayı büyülten bazı camlar gibidir. Bu mevkilerde bütün kusurlar olduklarından daha büyük görünür.

Fenelon

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here