Takvimlerin dünkü yaprağında, “10 Aralık, Dünya İnsan Hakları Günü” yazıyordu.. Hemen altında, “Birleşmiş Milletler Örgütü’nün 1948 tarihinde ‘İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni” kabul ve ilan ettiği gün” açıklaması vardı..
“Bütün insanlar hür ve eşit doğarlar” maddesiyle başlayan, “Herkes ırk, renk, cins, din, siyasal ya da başka herhangi bir ayrılık gözetmeksizin..” maddesiyle devam eden ve “Yaşamak, özgürlük, can güvenliği herkesin hakkıdır” maddesinde özetlenen bildirgenin “medeni” gerçekliği tartışmasız herkesin kabulüydü.. Ve fakat emperyalist güçlerin “vahşi” gerçekliği üzerinden geçerliği tartışmalıydı.. Zira emperyalizm hakkı değil gücü kutsuyordu..
İnsanlık tarihi, bir anlamda “haklı olan mı güçlüdür, güçlü olan mı haklı?” sorusuna yanıt bağlamında yaşanan olgusal gerçeklik sürecinin adıydı..
Hz. Ömer, süreci değerlendirirken, “Hakkı adamına göre tanıma, Hakkı tanı adamını da tanırsın” diyordu.. Bu bilge olgusal gerçekliği ise; “İnsanlar inandığı gibi yaşamazsa, yaşadığı gibi inanmaya başlar” yargısıyla tanımlıyordu..
Hegel, süreçle ilgili; “İnsanlık tarihi, diyalektik bir konuşma sanatı gibidir. Bu konuşma; tez, anti tez, sentez içinde ilerler ve sentez yeni bir tez olarak yeni konuşmanın çekirdeği olur. Böylece karşıtların birliği içinde gelişerek değişir insanlık tarihi” diyor ve olgusal gerçeklik anlamında ekliyordu: “Toplumların tarihten aldıkları ders, tarihten hiç ders almadıklarıdır.” Marks ise süreci ve olgusal gerçekliği; “Bilgeler dünyayı çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir” yargısıyla özetliyordu..
J.J Rousseau, güce boyun eğmeye zorlayanlara karşı korkusuzca uzattığı giyotinden başını kaldırıp “Güçlü olan haklı değildir, Haklı olan güçlüdür” haykırışıyla dünyayı yorumlama ve değiştirme sürecini ve gerçekliğini kanıtlamıştı..
Güncelin haber bültenlerinde, “Kudüs” üzerinden ‘Tarih’i ‘tekerrür’ anlamında “güce boyun eğdirme” senaryoları söz konusuydu.. TV’lerin tartışma ortamlarında kimi yorumcular, güçlü güçsüz “fasit dairesinde” geleceğimizi hapsediyor; kimileri de, dünyamızı iki kez “savaş” ortamının kısır döngüsüne hapseden emperyalistlerin güçlülüğünden hareketle geçmişin haksızlıklarını güncellemeye çalışıyordu.. Hakkı tanıyan yorumcular ise, “güç kullanarak boyun eğdirmeye çalışan emperyalistlerin haksız olduğunu” ilan ediyordu..
Özetle, şark cephesinde yeni “savaş” rüzgarları esiyordu.. Ya garp cephesinde? “Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” diyordu Remark, emperyalist savaşların “dehşet ve saçmalığını” anlattığı romanında.. Aynı içerikle yazdığı romanında “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” diye soruyordu Hemingvay da.. Garbi emperyalist savaşlarının tümünde de ‘çanlar,’ insanlık değerleri için çalıyordu..
‘Vahşi’ doğada, “güçlü olan yaşar, güçsüz olan elenir” yargısını toplumlara uygulayanlara “Sosyal Darvinist” deniyordu.. Bunlara göre güç, güçlülere, güçsüzlerin elindeki kaynakları alma, yönetme ve sömürme hakkını veriyordu.. Sosyal Darvinistler, emperyalizmin vahşi saldırganlığına tam destek veriyordu..
Lenin, emperyalizmi, “Kapitalizmin en yüksek aşaması” olarak tanımlamış ve adını koymuştu: “Tekelci kapitalizm.” Yakın tarih, kapitalist sistemin krizlerle dalgalanan dönemlerini savaşlarla aşmaya çalıştığının kayıtlarıyla doluydu.. Kapitalizmin sürekli “kriz ve savaş” ürettiği ise, onun “sömürü ve yağmaya dayalı sermaye birikimli” tarihsel geçmişindeki olaylardan ve nedenlerden anlaşılıyordu..
Nazım, bu tarihsel süreci ve olgusal gerçekliği, “6 Aralık 1945” başlıklı şiirinde; “Onlar ümidin düşmanıdır, akarsuyun, meyve çağında ağacın, serpilip gelişen hayatın düşmanı!” dizeleriyle özetliyordu.. Mehmet Akif ise, tüm tarihsel süreç ve olgusal gerçeklik bağlamında; “Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey! / Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? / ‘Tarih’i ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar, / Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” dizeleriyle “Kıssadan Hisse” almamızı istiyordu..
Mustafa Kemal, “Hakk’a tapan milletinin” gücüyle emperyalistleri yenmiş ve “Haklı olanın güçlü olduğunu” olgusal gerçeklik anlamında tarihsel sürece kayıtlamıştı..
‘İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin medeni gerçekliği yanında geçerliliğinin de yaşandığı bir dünya umuduyla..
Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com