Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Düşünmek mi güzel? Yazmak, çizmek, okumak mı güzel? Bunları düşünerek uyandım kafam kazan gibi. Yaşar Kemal, “Bin bir Çiçekli bahçe” adı altında, konuşmalarını röportajlarını ve portre yazılarını, unutulmasın gelecek kuşaklara aktarılsın diye kitaplaştırmış ve ekliyor. “Benim kitaplarımı okuyanlar katil olmasın, savaş düşmanı olsun, yoksullarla birlik olsun, sömürüye karşı çıksın ve cümle kötülüklerden arınsın” Ne güzel demiş değil mi? Yaşar Kemal’in İnce Memet’ini aranızda okumayan var mı? Olduğunu var saysak bile hemen, hemen benim kuşağımın çoğu okumuştur diye düşünüyorum ve düşünüyorum elim alnımda bin bir çiçekli bahçe ne kadar romantik bir isim değil mi?
İnsanın aklına, kuşları, böcekleri, serinliği ve minik kantları ile uçan perileri olan, uçsuz bucaksız, birbirine karışmış garip aromalı kokunun yayıldığı bir bahçe gez, gez bitmezi getiriyor? Ve birden bu düşsel bahçeden kocaman bir kazana dönüyor düşüncelerim. İçinde bin-bir çiçek bin-bir yiyeceğin harmanlaşarak kaynadığı büyük aşure kazanı? Bin-bir çiçekli bir bahçeden bin-bir yiyecekli bir kazana? İşte düşünce öyle bir şey olmalı? Kazanın altında kocaman bir ateş. Yiyecekler, çiçekler, iç içe aşure pişiyor?
Yiyeceklerin, çiçeklerin suyu birbirine karışmış, hiçbir tada benzemeyen özel harikulade bir tadı çıkmış ortaya; asla ayrıştıramayacağınız olan bir karışımın tadı bu, ağızda yumuşak, kaygan ve garip bir serinliğin duygusal bir doyumun tadı? Birileri karıştırır, pişmiş, olgunlaşmış taneler dibe çöker, dolgun başaklar gibi. Ancak daha pişmemiş, özümlememiş taneler kocaman kepçeye takılır kalır, her kepçenin iniş çıkışında yer değiştirir takılan taneler, onlara yenileri katılabilir bazen, bazıları da özünleşerek çökebilir derinlere! Yaşar Kemal’in röportajını okuyalı nerdeyse bir hafta oluyor ve nedense bu sabah aklıma düşüyor ve ona bağlı olarak aşure kazanı çıkıyor ortaya ve bu aslında düşünmek için, beslenmek gerekliliğinin en açık göstergesi oluyor değil mi? İnsan okumasa, yazmasa, çizmese, görmese ne düşünecek ki? Öyle kumkuman kuşu gibi dünyadan elini ayağını çekip bir köşede tünemek yalnızca tembelliğe kılıf olur diye düşünüyorum…
Ve bakar mısınız aslında sürekli düşünüce halindeyiz! Ve düşünerek uyandım, daha doğrusu düşünerek uyudum öyle uyandım ve uyandığım andan beri elim alnımda, başım ve bakışlarım yerde öylece durmuş bekliyorum! Ne bekliyorum, düşüncelerin beni bırakmasını mı? Yoksa daha da içine, içine çekmesini mi? Sesler uzağımda, hayat dışımda, yaşama bir solukla bağlıyım. Derinlerde yüzüyorum ve kendimce karar veriyorum, düşünmek bütün yapmak istediklerimden güzel diyorum öyle görünüyor bana yumuşak başlılığı? Resim yapmaktan bile, kitap okumaktan, bir bebeği sevmekten bile güzel! Ancak yine düşünüyorum, düşünmek için bu dipsiz kuyuda yüzebilmek için onlarla beslenmem gerek, onlara ihtiyacım var. O zaman hadi kaykıl da yeniden düşünmek için malzeme toparla diyorum kendime.
Eğer düşünmeği her şeyden çok seviyorsan düşünmek içinde çok şey bulman gerekir. Kaykılıyorum, yavaşça elim iniyor alnımdan, yerinde kırmızı bir iz kalıyor ve garip bir ferahlık. “Madem siz beni bırakmıyorsunuz ben sizi bırakıyorum” diyorum. Yerimden kalkmaya çalışırken (en azından bir saattir aynı yerde aynı şekilde duruyorum ya, azıcık hareketlerimde ağırlaşıyor öyle pat diye kalkmak nerde?) Kendimi bebeklerini evde bırakıp, onları doyurmak için para kazanmak zorunda olan yoksul bir anne gibi algılıyorum. Bacaklarıma sarılırken ince kolları, onlardan kurtulmağa çalışarak, sokağa çıkmak zorunda olan.
Ve sokağım bilgisayarım oluyor şimdilik sonra besleneceğim kahvaltı ile. Daha sonra ise toparlamak için açılacak bütün gözeneklerim. Arılar gibi çiçekten çiçeğe gezeceğim. Düşüncelerimin kaynağında bal olsun istiyorum çünkü.
Ve yine düşünüyorum ben düşünmeyi her şeyden çok seviyorum. Çünkü içinde tembellik barındırıyor… Ve ben tembelliğe bayılıyorum bu mevsimde.
Kardeşim “gel burada yaşarsın tembelliği” diyor telefonda. “Haydi kalk ve hazırlığını yap.” “Ne tuhaf” dedim ya çocukların sevgisinden bile çok seviyorum düşünmeyi, aslında doğru değilmiş. Kalkıp hazırlanmam gerek yarın İstanbul’dan çocukların yanından “günaydın” diyeceğim size Allah izin verirse? Ve arkadaşlarım çekiyor isyan bayrağını “daha dün geldin şimdi nereye” diye?
Ve sevgili okuyucularım her zaman sağlıkla ve sevgiyle kalalım… Düşünceleriniz, zalim olmasın sakın size… Ve şu dörtlüğü getiriyor aklıma bu söz. Yase
& & & & &
Fıkra Gibi Ama Gerçek. Hayat İyi Şeyler Düşünmekle Başlar.
Gerçek Avustralya Mahkeme Gündemi 12659 – Hamile Bayan Davası
Yaklaşık 8 aylık hamile bir bayan otobüse biner. Karşısında oturan adamın ona gülümsediğini fark eder. Hemen başka bir koltuğa geçer. Bu sefer gülümseme sırıtmaya dönüşür ve bayan da tekrar yer değiştirir. Adam daha da eğleniyor gibidir. 4’cü yer değiştirmede adam kahkaha atar, bayan, şoföre şikâyet eder ve o da adamı tutuklattırır.
Olay mahkemeye intikal eder. Hakim adama (yaklaşık 20 yaşındadır) söyleyeceği bir şeyi olup olmadığını sorar. Adam cevap verir. “Sayın Hakim, şöyle oldu: Bayan otobüse bindiğinde durumunu fark ettim. Üstünde ‘Çift Nane İkizleri Geliyor’ yazısı olan bir reklam afişinin altına oturdu ve ben sırıttım. Daha sonra kalktı ve üzerinde ‘Logan’ın ağrı kesici merhemi şişlikleri azaltır’ yazılı afişin altına oturdu, ben de gülümsemek zorunda kaldım. Daha sonra ‘William’ın büyük çubuğu yaptı’ yazan deodorant afişi altına oturunca kendimi çok zor tuttum. Fakat, Sayın hakim, dördüncü defa kalkıp “Goodyear kauçuğu bu kazayı önleyebilirdi” afişinin altına oturunca…. Ben koptum…”
& & & & &
İçin nefret dolu,
cehalet kemiklerinde damarlarında, düşünüyorum da seni bu duruma düşüren cehaletin
Ne kadarda zalim?
beni çok üzen birine söylemiştim bunları öğrenciliğimin ilk yıllarındaydı zaman. ve düşünce işte yine böyle bir şey gezdirir sizi zaman, içinde zaman? diyar içinde, diyar? Hiç kurgulamadan.
Günün Şiiri
Kumaş Yalnızlıkları
güz kırıklarıyla ilişiyordu yakamıza ayrılık
yakındık gölgemize, tunç taslardan içtiğimiz
sabır, haritadan siliyordu dağları ve ırmakları
ellerinle evcilleştirdiğin aşk, düşman oluyordu
çocuğun aynada unuttuğu saçlarına
hayatı yanılan bilgelikler taşıyordu su
iki kere yıkanılamayan
ezber defterinde kurumuş kandı
terziler bize düşmandı tarihte
aynanın önünde çocuk üryan
geçtiğimiz yerlere şerbet ve kan dağıtmıştık oysa
kılı kırk yararak
yararlı otların arasından derebeyi duruşlar
toplamıştık, çiçek sayılan
önümüzde zembereği çözülmüş ilhâmdı
zaman
zaman
zaman
kırılıyorduk kör bir alfabeyle
sağırlığın ağırlığını yükledik boynumuza
boynumuzdu kalbi delik dünyaya
ortadoğu gibi açılan
yemin etmiştik küçük harflerle konuşmaya
cücelik dersleri almıştık çarşılardan
yeleleri çöl yelleri ile okşanan atlar gibiydik
dört nala sonsuzluğa koşan
ah ki gittikçe küçülen harflerle…
ah ki gittikçe küçülen harflerle
erik yazan, badem yazan karınca kararınca
mertliğin soyağacında sacayağıydık inancın
sonsuzluğa adanıyordu kuşlar da
bir göğü sönmüş yıldızlar gibi parlatan
öksüren bir sabır taşıyorduk avuçlarımızda
vandallara altın kâselerde sunuyorduk
tarihin kanlı bağırsağında yaşamaktansa
biz bu hayatı çöl dilinde iki kere ölüyorduk
tükürerek ağzımızdaki eski pıhtıyı
takısız duruşumuzdan gelir
hanlara ve hamamlara bağladığımız göz hakkı
beddualar okutuyordu coğrafya dersi
tarih her zamanki gibi sınıfta kalıyordu
yalnızlık operasının nakaratı
bazı
bazı
bazı
öpülüyordu vicdanımız testerelerle
mösyö giyotin doğayı kıskanıyordu
çeşmelerden dua gibi kan akıyordu
ortada yoktu akıtan
söz vermiştik yerini değiştirmeye
gözlerimizle kalbimizin
dilimizle tek tek topladığımız
lâlelerden çarşaf yapıp örtecektik
üzerlerini kentsoylu virgüllerin
Altay Ömer ERDOĞAN
Günün Sözü
Evlilikte başarı yalnız aranan kişiyi bulmakta değil aynı zamanda aranan kişi olmaktır…
Foster WOOD