Düşünmeyi Her Şeyden Çok Seviyorum. Çünkü Kendimi Seviyorum! (Mu?)

0
232

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Düşünmek mi güzel? Yazmak, çizmek, okumak mı güzel? Bunları düşünerek uyandım kafam kazan gibi. Yaşar Kemal, “Bin bir Çiçekli bahçe” adı altında, konuşmalarını röportajlarını ve portre yazılarını, unutulmasın gelecek kuşaklara aktarılsın  diye  kitaplaştırmış ve ekliyor. “Benim kitaplarımı okuyanlar katil olmasın, savaş düşmanı olsun, yoksullarla birlik olsun, sömürüye karşı çıksın ve cümle kötülüklerden arınsın” Ne güzel demiş değil mi? Yaşar Kemal’in İnce Memet’ini aranızda okumayan var mı? Olduğunu var saysak bile hemen, hemen benim kuşağımın çoğu okumuştur diye düşünüyorum ve düşünüyorum  elim alnımda   bin bir çiçekli bahçe ne kadar romantik bir isim değil mi?

İnsanın aklına, kuşları, böcekleri, serinliği ve minik kantları ile uçan perileri olan, uçsuz bucaksız, birbirine karışmış garip aromalı kokunun yayıldığı bir bahçe gez, gez bitmezi getiriyor? Ve birden  bu düşsel bahçeden kocaman bir kazana dönüyor düşüncelerim. İçinde bin-bir çiçek bin-bir yiyeceğin harmanlaşarak kaynadığı büyük aşure kazanı? Bin-bir çiçekli bir bahçeden bin-bir yiyecekli bir kazana? İşte düşünce öyle bir şey  olmalı? Kazanın altında kocaman bir ateş. Yiyecekler, çiçekler, iç içe  aşure pişiyor?

Yiyeceklerin, çiçeklerin  suyu birbirine karışmış, hiçbir tada benzemeyen özel harikulade bir tadı  çıkmış ortaya; asla ayrıştıramayacağınız olan bir karışımın tadı bu, ağızda yumuşak, kaygan ve garip bir serinliğin duygusal bir doyumun tadı? Birileri karıştırır, pişmiş, olgunlaşmış taneler dibe çöker, dolgun başaklar gibi. Ancak daha pişmemiş, özümlememiş taneler kocaman kepçeye takılır kalır, her kepçenin iniş çıkışında yer değiştirir takılan taneler, onlara yenileri katılabilir bazen, bazıları da özünleşerek çökebilir derinlere! Yaşar Kemal’in röportajını okuyalı nerdeyse  bir hafta oluyor  ve nedense bu sabah  aklıma düşüyor ve  ona bağlı olarak aşure kazanı çıkıyor ortaya ve bu aslında  düşünmek için, beslenmek gerekliliğinin en açık göstergesi oluyor değil mi? İnsan okumasa, yazmasa, çizmese, görmese ne düşünecek ki? Öyle kumkuman kuşu gibi dünyadan elini ayağını çekip bir köşede tünemek yalnızca tembelliğe  kılıf olur diye düşünüyorum…

Ve bakar mısınız  aslında sürekli düşünüce halindeyiz! Ve düşünerek uyandım, daha doğrusu düşünerek uyudum öyle uyandım ve uyandığım andan beri elim alnımda, başım ve bakışlarım yerde öylece durmuş bekliyorum! Ne bekliyorum, düşüncelerin beni bırakmasını mı? Yoksa daha da içine, içine çekmesini mi? Sesler uzağımda, hayat dışımda, yaşama bir solukla bağlıyım. Derinlerde yüzüyorum ve kendimce karar veriyorum, düşünmek bütün yapmak istediklerimden güzel  diyorum öyle görünüyor bana yumuşak başlılığı? Resim yapmaktan bile, kitap okumaktan, bir bebeği sevmekten bile güzel! Ancak yine düşünüyorum, düşünmek için bu dipsiz kuyuda yüzebilmek için onlarla beslenmem gerek, onlara  ihtiyacım var. O zaman hadi kaykıl da yeniden düşünmek için malzeme toparla diyorum kendime.

Eğer düşünmeği her şeyden çok seviyorsan düşünmek içinde çok şey bulman gerekir.  Kaykılıyorum, yavaşça elim iniyor alnımdan, yerinde kırmızı bir iz kalıyor ve garip bir ferahlık. “Madem siz beni bırakmıyorsunuz ben sizi bırakıyorum” diyorum. Yerimden kalkmaya çalışırken (en azından bir saattir aynı yerde aynı şekilde duruyorum ya, azıcık  hareketlerimde ağırlaşıyor öyle pat diye kalkmak nerde?) Kendimi  bebeklerini evde bırakıp, onları doyurmak için para kazanmak zorunda olan yoksul bir anne gibi  algılıyorum. Bacaklarıma sarılırken ince kolları, onlardan kurtulmağa çalışarak, sokağa çıkmak zorunda olan.

Ve sokağım bilgisayarım oluyor şimdilik sonra  besleneceğim  kahvaltı ile.  Daha sonra ise toparlamak için açılacak bütün gözeneklerim. Arılar gibi çiçekten çiçeğe gezeceğim. Düşüncelerimin kaynağında bal olsun istiyorum çünkü.

Ve yine düşünüyorum ben düşünmeyi her şeyden çok seviyorum. Çünkü içinde tembellik barındırıyor… Ve ben tembelliğe bayılıyorum bu mevsimde.

Kardeşim “gel burada yaşarsın tembelliği” diyor telefonda. “Haydi kalk ve hazırlığını yap.” “Ne tuhaf” dedim ya çocukların sevgisinden bile çok seviyorum düşünmeyi, aslında doğru değilmiş. Kalkıp hazırlanmam gerek yarın İstanbul’dan  çocukların yanından “günaydın” diyeceğim size Allah izin verirse? Ve arkadaşlarım çekiyor  isyan bayrağını “daha dün geldin şimdi nereye” diye?

Ve sevgili okuyucularım her zaman sağlıkla ve sevgiyle kalalım… Düşünceleriniz, zalim olmasın sakın size… Ve şu dörtlüğü getiriyor aklıma bu söz. Yase

& & & & &

Fıkra Gibi Ama Gerçek. Hayat İyi Şeyler Düşünmekle Başlar.

Gerçek Avustralya Mahkeme Gündemi 12659 – Hamile Bayan Davası

Yaklaşık 8 aylık hamile bir bayan otobüse biner. Karşısında oturan adamın ona gülümsediğini fark eder. Hemen başka bir koltuğa geçer. Bu sefer gülümseme sırıtmaya dönüşür ve bayan da tekrar yer değiştirir. Adam daha da eğleniyor gibidir. 4’cü yer değiştirmede adam kahkaha atar, bayan, şoföre şikâyet eder ve o da adamı tutuklattırır.

Olay mahkemeye intikal eder. Hakim adama (yaklaşık 20 yaşındadır) söyleyeceği bir şeyi olup olmadığını sorar. Adam cevap verir. “Sayın Hakim, şöyle oldu: Bayan otobüse bindiğinde durumunu fark ettim. Üstünde ‘Çift Nane İkizleri Geliyor’ yazısı olan bir reklam afişinin altına oturdu ve ben sırıttım. Daha sonra kalktı ve üzerinde ‘Logan’ın ağrı kesici merhemi şişlikleri azaltır’ yazılı afişin altına oturdu, ben de gülümsemek zorunda kaldım. Daha sonra ‘William’ın büyük çubuğu yaptı’ yazan deodorant afişi altına oturunca kendimi çok zor tuttum. Fakat, Sayın hakim, dördüncü defa kalkıp “Goodyear kauçuğu bu kazayı önleyebilirdi” afişinin altına oturunca…. Ben koptum…”

& & & & &

İçin nefret dolu,

cehalet kemiklerinde damarlarında, düşünüyorum da  seni bu duruma düşüren  cehaletin

Ne kadarda zalim?

beni çok üzen birine söylemiştim bunları  öğrenciliğimin ilk yıllarındaydı zaman. ve düşünce işte yine böyle bir şey gezdirir  sizi zaman, içinde zaman? diyar  içinde, diyar? Hiç kurgulamadan.

Günün Şiiri

Kumaş Yalnızlıkları

güz kırıklarıyla ilişiyordu yakamıza ayrılık

yakındık gölgemize, tunç taslardan içtiğimiz

sabır, haritadan siliyordu dağları ve ırmakları

ellerinle evcilleştirdiğin aşk, düşman oluyordu

çocuğun aynada unuttuğu saçlarına

 

hayatı yanılan bilgelikler taşıyordu su

iki kere yıkanılamayan

ezber defterinde kurumuş kandı

terziler bize düşmandı tarihte

aynanın önünde çocuk üryan

 

geçtiğimiz yerlere şerbet ve kan dağıtmıştık oysa

kılı kırk yararak

yararlı otların arasından derebeyi duruşlar

toplamıştık, çiçek sayılan

önümüzde zembereği çözülmüş ilhâmdı

zaman

 

zaman

zaman

kırılıyorduk kör bir alfabeyle

sağırlığın ağırlığını yükledik boynumuza

boynumuzdu kalbi delik dünyaya

ortadoğu gibi açılan

 

yemin etmiştik küçük harflerle konuşmaya

cücelik dersleri almıştık çarşılardan

yeleleri çöl yelleri ile okşanan atlar gibiydik

dört nala sonsuzluğa koşan

ah ki gittikçe küçülen harflerle…

 

ah ki gittikçe küçülen harflerle

erik yazan, badem yazan karınca kararınca

mertliğin soyağacında sacayağıydık inancın

sonsuzluğa adanıyordu kuşlar da

bir göğü sönmüş yıldızlar gibi parlatan

 

öksüren bir sabır taşıyorduk avuçlarımızda

vandallara altın kâselerde sunuyorduk

tarihin kanlı bağırsağında yaşamaktansa

biz bu hayatı çöl dilinde iki kere ölüyorduk

tükürerek ağzımızdaki eski pıhtıyı

 

takısız duruşumuzdan gelir

hanlara ve hamamlara bağladığımız göz hakkı

beddualar okutuyordu coğrafya dersi

tarih her zamanki gibi sınıfta kalıyordu

yalnızlık operasının nakaratı

bazı

 

bazı

bazı

öpülüyordu vicdanımız testerelerle

mösyö giyotin doğayı kıskanıyordu

çeşmelerden dua gibi kan akıyordu

ortada yoktu akıtan

 

söz vermiştik yerini değiştirmeye

gözlerimizle kalbimizin

dilimizle tek tek topladığımız

lâlelerden çarşaf yapıp örtecektik

üzerlerini kentsoylu virgüllerin

Altay Ömer ERDOĞAN

Günün Sözü

Evlilikte başarı yalnız aranan kişiyi bulmakta değil aynı zamanda aranan kişi olmaktır…

Foster WOOD