Ali Bulaç, “Sınıf” başlıklı makalesinde: “Bizde, Batılı anlamda sınıf yoktur” der ve gerekçesinde “din” üzerinden toplumun inancını referans alır..
Sosyolog Bulaç, “Mülkiyetin meşruiyet çerçevesi olan Mülk’ü Allah’a tahsis edip, maddi kaynaklar, dolayısıyla üretim araçları ve servet üzerindeki mülkiyetin emanete dönüştürülmesine” atıf yapar söz konusu makalesinde ve “her türlü üstünlük ölçütünü “takva”ya (bütün dünyevi kaygıların iman karşısında anlamsız ve yersiz oluşuna, yaratılmışların hak ve hukukuna saygılı, haramdan uzak helalinden emekle “kuvveli,” özetle vicdanlı ve merhametli olmaya) bağlayarak imtiyazların önüne geçmeye çalışılması” şeklinde verir referansını.. Bununla birlikte, “Bunların tarihte ne kadar tahakkuk ettiği ayrı bir konu” şeklinde tarihe şerh düşmeyi de ihmal etmez.. (Zaman,13.02. 2010)
Bulaç’ın, tarihsel “tahakkuka” ilişkin şerh düştüğü konuda ben, mülkü kendilerine tahsis edenlerin bir “tahakkümü” olduğunu düşünüyorum.. Ferit Devellioğlu, Ansiklopedik Lügatında, tahakkuk’un Arapça Hakk kökünden geldiğini belirtir ve “Hakikat olarak meydana çıkma, gerçekliği anlaşılma” olarak tanımlar.. Tahakküm de Arapça hüküm kökünden gelir ve “Hakimlik takınma, zorbalık etme” olarak tanımlanır sözlükte..
Vicdan sahibi her insan, zorbaların kitabında merhametten bir cümle dahi olmadığını bilir elbette.. Toplum tarihini “sınıf kavramı ve mücadelesi” üzerinden yorumlayan sosyolog Marks, “zincirlerden başka kaybedeceği bir şeyi olmadığını” söyleyerek çıkar mesela zorbaların karşısına.. Ve fakat dinsel referansları kabul etmez o.. “Din kalpsiz dünyanın kalbi, insanlığın vicdanıdır” diyerek hakkı Hakka teslim eder önce.. Ve fakat sonra “Yoksul kitlelerin de afyonudur!” hükmüyle “Batıl” olanı “Hakk’a” tercih eder.. Hakk’ın karşıtı anlamıyla boşa gitmek, hükümsüz olmak anlamına gelir Batıl kavramı.. Haksız hüküm iptal edilmezse, tahakküme yol açar.. Hükmün adaletini sağlayan Hakk’tır, ki bu bir anlamda ihkak-ı hakkın da tahakkukudur..
Her ne kadar “din” dışı değişmez doğruları olduğu zannıyla, dünyayı “iyiye, güzele” değiştireceği inanancına inanmasam da, saygıyla selamlarım bu bilge sosyolog ve arkadaşlarının zorbalara karşı mücadeledeki emeklerini..
Tarihsel başlangıcından beri zihinsel ve bedensel emeğin var olduğuna inanıyorum ben toplumsal yaşamımızın.. Rab talimli zihinsel emeğimizle Tanrısal isimleri öğrenip insan olmamızı zikredebilirim bu bağlamda.. Bu bağlamda zikredebilirim bedensel “emeksiz yemek” sömürüsünün “haram” kılınmasını ve “yasak meyveye” dokunmamız sonrasında yeryüzüne indirilmemizi.. Ve bu bağlamda özetleyebilirim haramdan, sömürüden uzak, barış içinde yaşayabilmek hasretiyle insanlığımızın anlamını..
Yürekten inanıyorum insanlığımızın vicdanında merhametin olduğuna.. Ve bunu; “uyuşturan değil” tam tersi yaşamı “diri kılan” bir kalp atışı olarak değerlendiriyorum.. Tam da burada, dağın taşından ormanın yaprağına, denizin tuzundan toprağın yüzüne, var olan doğal “gani”yi toplumsal yaşamın “milli zenginlik hasılası” anlamıyla yorumluyor; “öyle bir şekilde paylaştırmalı ki devlet belirli kişilerin tekelinde bir kavram olmasın!” şeklinde okuyabiliriz diye düşünüyorum emeğin bilinciyle.. Bu şeklide okuduğumuzda, bu okuduğumuzun; ilk vahyi “oku” olan kitabın Haşr suresi 7. ayetinde: “la yekune duleten beynel’ağniy minküm” şeklinde “lâfzı zâhir” olarak yer aldığını da söyleyebilirim..
Anne, babaların özenli emeğiyle büyür çocuklar.. Çocuklar sayar anne ve babalarının emeklerini.. Bu sayımla ışır bilinçleri.. Bu bilinçle emekler bebelerimiz.. Bu bilinçle kalkarlar ayağa.. Ve bu bilinçle eğerler, emeğin karşısında, saygıyla başlarını.. Bilinçli bir emeğin ürünüdür emeğe saygımız.. Farkına varabilirsek saygının kökenindeki saymak eyleminin “mal yığmayla” değil emekle olan ilişkisini, mala mülke değil, emeğe eğebiliriz o zaman saygıyla başımızı.. Bu bağlamda “veyl” denmeden hatırlayabiliriz temel insani yasamızı: “Ve en leyse lil insani illa ma say.” (Necm suresi, 39.ayet) Meali: “Doğrusu insanın sa’yinden (emeğinden) başkası kendinin değil.”
Say sözcüğü, emek anlamına gelir Arapça.. Emekte ortak emeli içeren, mesai de say kökünden gelir.. Mesaideki emel, çalışırken “helalinden” kazanmaktır ekmeği.. Bu emelin gereğidir barışa yönelik amel.. “Ameli Salih” denir barışa, huzura, birliğe, beraberliğe, dostluğa, kardeşliğe yönelik kafa veya kol emeğiyle çalışma tümlüğünün tanımlanmış adına.. Bu anlamda; helalinden üretilen ve kazanılan ekmektedir hak, hukuk, adalet.. Tam da bu nedenle, “haksız bir ekmekle dünyayı terk etmemek için” istenir zaten helallik! Özetle, kafa veya kol emeğinin kanıtı ve Salih amelin anıtıdır “helal ekmek..”
Ve fakat, tarihsel süreçte emeği “darp eden zorbalar” tarafından “kafa kola” alındığı da bir gerçektir ekmeğimizin.. Helal ekmeğimize göz diken “harami emperyalistlerden” korunmak ve savunmak amaçlı toplumsal emekle ürettiğimiz değerlerimizin doğasında yer alır mücadele ve dayanışma.. Bu türden toplumsal emeğimizin tarihsel tahakkukudur mesela Cumhuriyetimiz.. Saygıyla selamlıyorum bu bağlamda Mustafa Kemal ve arkadaşlarının emeğini.. Bu düşüncelerle kutluyorum emeğin dayanışma gününü..
Selam ve saygılar…