Değerli okurlarım, belki de hiç geri dönmeyecek “çok önemli değerlerimizi” yitirdik. Bu kötülüğü can düşmanlarımız bile yapamaz. Bir yerde insan olduklarını hatırlayabilirler. Biz bu hale nasıl geldik.
Okul dönüşü eve gelirken yol boyu müthiş bir yemek kokusu genzinizi tırmalar ve fazla değil on-on beş dakika sonra kapı çalınır ve komşunun çocuğu, “Remzi’ye Teyze annemin selamı var, afiyet olun diyor…” Bu doğal nezaketle birlikte o yemek daha da bir kaliteli olur. Sofralarımız bile öylesine birbirine yakındı.
İfadelerim o zamanın koşullarında, insani duygular itibarıyla her mahalle için geçerlidir, ayırt edilemez ki! Mahallenin her köşesinde ahşaptan yapılmış bir su kabı bulunurdu. İçleri tamamen su ile doluydu. Bunun nedenini kimse merak etmezdi. Özellikle sıcak mevsimde mahallenin kedisi köpeği susuz kalmasın rahat etsinler diye oralara konurdu. Hayvan sevgisi öylesine zirvedeydi. Bizler top oynarken bile, o su dolu kaplara dikkat ederdik.
Kız istemeye bile mahallenin büyükleriyle gidilirdi. Bu yaklaşım kefalet için yapılırdı adeta. Komşuluk bağları böylesine gözle gözükür şekildeydi.
Mahallede bir cenaze olduğunda, her evden bir cenaze çıkmışçasına “yas” tutulurdu. Radyolar günlerce susar ve cenaze evine haftalarca gazocağı yaktırılmazdı. Şehrin bir yerinden cenaze alayı geçerken bütün esnaf ayaklanır, rahmetle birlikte tabutun bir tarafından tutar, bildiği duayı okurdu. Cenazenin dini, imanı, mezhebi, milliyeti yani Arap, Türk, Kürt, Alevi, Sünni olmaları söz konusu olmaksızın son görev layıkıyla yapılırdı. Anladığınız gibi, acılar da o kadar birbirine yakındı.
Nasıl yapabildiniz bunu? Çocukları vurup, babalarını hücrelere kapatacak kadar, anaların yüreğini yakacak kadar, askerlerimizi düşman, aydınlarımızı hain, kadınlarımızın yaşamlarını haram görecek kadar. Bu manevi değerlerimizin yok olmasına can düşmanlarımız bile yapmazlardı, yapamazlardı.
Cenazenin yuhalandığını, tabutun yerlerde sürüklendiğini hayatımda hiç duymadım. Ekranlarda bile olsa, maalesef kendi ülkemde tanık oldum. PKK, terör ya da yabancı parmağı denilse bile, bizim sevgimiz, ortak duygularımız, saygımız kimsenin yıkamayacağı kadardır. Bu yüce duyguları ancak yine biz yıkardık. Yüreklerimizdeki duyguları enkaz haline getirebilmek için yine onun kadar güçlü bir şeye ihtiyaç vardı.
Din, iman, Allah, Kitap diyerek başardınız bunu, asteğmen Kubilay’ın başını mızrağa takıp dolaştıranlar hala aramızda ve onları baş tacı edenler mevcut. Yeni yetenler mahallede yemek kokusu duymazlar, çünkü hepsi aç. Mide açlığından söz etmiyorum. Hak, Hukuk, Adalet, Barış, Güven, Şefkat, Huzur, Gülümsemeye, Sevince aç onlar. Bu açlıkları nasıl gider bilmiyorum.
Önce kafalar değişirse, din istismarı ortadan kalkarsa, kefenin cebi olmadığına inanılırsa ve özellikle ölüm dediğimiz en büyük gerçek bir an için bile unutulmazsa, Belki… Allah’ın selamı üzerinize olsun.
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Gönül Köşemden
Ben Nasıl Bir Yazarım
Değerli okurlarım, “Fi” çok eski ve belli olmayan zamanlar için kullanılır ve ben de bundan kendime bir pay çıkarıyorum. Küçük yaşlarda şiir adına bir şeyler karalamaya başlamıştım ve üstüne koyarak aynı minval üzere devam ediyorum. Altyapım sağlam olup şiirlerimi okurken de gözlerim yaşarır.
Serde epeyce duygusallık vardır. Yanımda birisi üzülmesin. Ya onun üzüntüsüne ortak olurum yada çeker giderim. Geçenlerde bir okurum aynen şöyle bir ifade kullandı. “Öcal Hocam, çok duygusal bir insansınız, eminiz burcunuz balıktır…” Çok ilginç değil mi, ikisi de doğru. Duygusallık neyse de keşke burcum “Aslan” olsaydı. Duygusal da olmaz, aşırı mütevazı hiç olmazdım.
Cengiz Gül isimli dostumla bir yerde kahve içerken şunları söylemişti: “…Öcal Bey, bu kadar mütevazı bu kadar nazik olmak zorunda değilsin. Bütün yorumların, bütün makalelerin iktibas ediliyor…” Buna üzüldüğümü söyleyemem, konunun üstünde durmadım bile, iktibas edildiğine göre belli bir nedeni vardır. Okurlar en iyi yargıçlardır, haklının hakkını verirler.
Bir yazar olarak bazı isteklerim olacaktır doğal olarak. Öncelikle yazdıklarımın herkes tarafından okunmasını yürekten istiyorum. Makalelerimi, şiirlerimi okurken kendinden bir parça bulabilmelerini, yüreğine seslenen bir şeyler yakalayabilmelerini istiyorum. Benim için önemli olan, okurun yazarla bir bağ kurabilmesidir. Bu nedenle olabildiğince duru bir dil, yalın bir anlatım yeğliyorum. Ben de bilirim yadırganmış olabilir. Ama ben bunu bilinçli olarak yapıyorum.
Ben de bilirim yarım sayfa tümceler kurmayı, süslü ve ağdalı bir dil kullanmayı. Ancak benim seçimim yalınlıktan yana. Bu sadelik içinde okurlarımın yüreğine ve beynine ulaşabiliyorsam ne mutlu bana. Onlar için varım ve onlardan, önerilerinden ilham aldığımı gocunmadan söyleyebilirim.
Yazarken, tek lüksüm sessizlik. Müzik eşliğinde spor yapabiliyorum ama müzikle yazmaya kendimi alıştıramadım. Dinlenirken müzik dinlemeyi daha çok yeğliyorum.
Evvelki yılın ortalarında 50’ci yılımı idrak ettim. Yani dolu-dolu yarım asırdır yazıyorum hamdolsun. Oysa yeri geldiğinde sık-sık diyeceğim bir biçimde 60’lı yıllardan söz ediyorum. Sanırım kimsenin dikkatini çekmedi ya da ben dikkat çekmeyi başaramadım.
Sadece, Belediye Başkanımız Sayın Seyfi Dingil’in bir toplumda iltifatlarına mazhar olmuştum. Başka dostlarımdan da böyle bir yaklaşım bekliyordum. Buda fazla ciddiye alınmadığımı gösteriyor. Dostlarıma sitemkârım.
Tasvir-i Efkar’da, (Yine 60’lı yıllar diyorum) ilk spor makalem, ilk sanat ve kültür sayfam yayınlandığında beni ilk kutlayan Patronum Gazanfer Kunt Ağabey, Ustam Fikret Otyam Ağabey, yine ustam, bizden Cumhuriyet Gazetesine transfer olan Oktay Kurtböke Ağabeyimdi. Beni içtenlikle kutlamışlardı ve hala o kutlamaların üzerindeyim. Bunlara Öcal Uluç da dâhil! Sadece o hayatta ve diğerlerine Allah’tan rahmet diliyorum.
Amacım, Gazetemizin (İskenderun Gazetesi) 100. Kuruluş yıldönümünde hayatta olabilmek ve herkesi samimi olarak kutlamak. Samimiyim ve ümit ediyorum, öyle olur inşallah.
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Günün Nabzı
Ahlaksızlığın Bedeli
Dünyadaki ülkeler, hangi ülke olursa olsun, ister İsveç gibi küçücük bir ülke, ister ABD ve Rusya gibi süper güç olsun. Hiçbir ülke, borçla-harçla, nüfus artışıyla, futbolda alınan yenilgilerle, hatta lüks yaşamla bile batmaz. Ancak irtica hortlar, yalan dolan, dini istismar ve ahlaksızlık boyut kazanırsa o ülkeyi kimse kurtaramaz. BATAR! Başka türlü de izah edilemez.
Günün Sözü
Dünya Ülkeleri Ahlaksızlıktan Batar!
Öcal’dan İnciler
Değerler Yok Olunca Her Şey Sükût Eder