Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Dün Eski adliye binasının önünde dikilen saati gördüm ilk kez. Uzun zamandan beri şehir dışında olduğum ve geldikten sonra yoğun bir rahatsızlıkla uğraştığım, yolum ancak doktora kadar oda çoğunlukla araçla olduğu için, doğduğum, büyüdüğüm ve de yaşamakta olduğum güzeller güzeli İskenderun’daki değişikliklerin birçoğunu kaçırdım. Başta eski adliyenin önüne dikilen önce babamın, sonra ağabeylerimin, şimdi mezarlarında bile huzursuz olduklarını sandığım o “Saat.” Ki ilk başta rahmetli babam yarım asır önce Hatay milletvekillerinden ve ilçenin ilk ve tek saatçisi olarak onu kurmak, bakımını yapmak için tepeye çıkardı.
Ondan sonra, sırası ile abilerim o saatin bakımını yapar, sevgiyle, zarafetle onu kutsarlardı, çünkü saatler canlıdır ve onlar da sevgiyi, saygıyı hak ediyor. Aşağılanma ve hakaret karşısında canları yanar onlarında. Daha sonra çeşitli, özverili, saatçiler, onun bakımını yaptı ve hiç biri bu işten ne bir ücret ne de bir teşekkür bekledi. Yaptıkları şeyden aldıkları haz onlara yeterde artardı bile. Ama ne oldu o güzelim incelik numunesi saat bakımsızlıktan öldü. Öldürdüler çünkü. Merak ediyorum sevgili İskenderun halkı ne düşünüyor İskenderun’un simgesiydi o saat!! Sordum “bu ne ya ?” diye?
Ne dediler biliyor musunuz? Yanıtlar canımı o saattin ölümünden daha çok yaktı. “yazma, olmuş işte zaten değiştirmeyecekler bak geç herkes gibi” şiddetli bir tokat gibi çarptı yüzüme bu yanıt. Herkes gibi ha! Yazık! Eh, “iyi hak ettiğiniz bu” diyebilirim. Ama diyemiyorum. İskenderun yalnızca sizin değil çocuklarınızın ve daha sonra gelecek kuşağın onu korumak, kollamak ve yapılan değişikliklere dahil olmak İskenderunluyum diyen herkesin ilk işi olmalı. Tabi ki bendenizde biliyorum bu yazı aynen o öyküde anlattığım gibi bir kulaktan girecek diğerinden çıkacak ya da hiç girmeyecek ama bendenizin görevi İskenderun’un tarihi, zarif dokusunu korumak için yazmak konuşmaktır ve bunu yapmaya devam edeceğim kim bilir belki bir denizyıldızına yararım olur. Dün Ayna ve Süpürge Derneğinde aynı konu konuşuldu. Ve herkes bu konuda sıkıntılıydı!
& & & & &
Geçenlerde belgesel izledim. TV’1 de Mekke’deki Saat Kulesi açılışı gösteriliyordu. 601 metreyi bulan yüksekliğiyle, dünyanın en yüksek ikinci binası oluyordu o kule. Ve 43 metre çapıyla dünyanın en büyük saati o kuleye takıldı.
Kulenin çelik konstrüksiyonunu Türk firma Cimtaş üretmiş. Ve montajını yapıyorlardı ki o çelik yapı meşhur Eyfel kulesinden daha ağırdı ve 250 kilo altın kullanılmış. Şehrin her tarafından gece gündüz görünüyordu o saat. Düşünün, gece gündüz, kentin her tarafından görünebilecek bir saat? Yapım aşamalarından montajına kadar işçi, mühendis, elektrikçi ve bakım ustası, ne bileyim binlerce çalışan saati oluşturan parçaları ki tonlarca ağırlıktaydı ve o saatin montaj görüntüleri dilimi damağımı kuruttu. Sonunda saat şehrin en yüksek kulesine yerleştirdi.
Ve saatin üzerine altın mozaikli bir yarım ay yerleştirdiler ki onu yerleştirmek başlı başına olaydı. Ve o yarım ayın içinde yüzlerce kişi namaz kılabilecek şekilde düzenlenmiş. Bizimkilerle övündüm tabi. Doğrusu Suudi Arabistan’dan pekte hoşlanmam özelikle Kutsal Kabe’nin çevresine diktikleri gökdelenler yüzünden de hoşnutsuzluğum çok fazla. Ancak evet milyarca dolara mal oldu, binlerce işçi çalıştı; ama harika bir şey çıktı ortaya. Kıskanmadım, ama çok heyecanlandım! Muhteşem bir şey oldu saate verilen önem gözlerimi yaşarttı, işte ondan çok kıskandım! Birde bizim yerden bitme saati görünce mideme taşlar dizildi yeminle. Dilerim eski adliye binası işini iyi bilen sanatçıların eline düşlerde özüne dokunulmadan restore edilir ve o saat hakkettiği yere yeniden yerleştirilir. Ve sevgili okuyucularım daha güzel bir İskenderun için hep birlikte çalışalım. Ve sağlıkla ve sevgiyle kalalım… Yase
& & & & &
Kozadaki Kelebek Hikâyesi
Bir gün, adam ormanda gezerken bir kelebeğin kozasından çıkmaya çalıştığını gördü. Kozasındaki küçük delikten çıkmaya çabalayan kelebeği saatlerce izledi.
Sonra adam, kelebeğin kozadan çıkmak için çabalamaktan vazgeçtiğini, gücünün kalmadığını düşündü. Kelebeğe yardım edeyim de kolayca çıksın diye düşündü ve kozadaki deliği daha rahat çıksın diye büyüttü.
Bu sayede kelebek kozasından kolayca çıkabildi. Fakat çıkmaya daha hazır değildi, bedeni hala kuru ve kanatları buruş buruştu. Adam, kelebeğin gücünü toplayıp, kanatlarını açıp, uçacağını düşünüyordu. Ama Kelebek kozasından zamanından önce çıkmıştı. Ne kadar çabalasa da uçamadı ve buruşmuş kanatlarıyla yerde sürünmeye devam etti.
Adam iyi niyetli bir şekilde kelebeğe yardım etmeyi istemişti ama bilmediği nokta; kelebeğin kozadan çıkmak için çabalaması, bedenindeki sıvının kanatlarına gitmesini ve bu sayede doğru zamanda kozasından çıktığında uçabilmesini sağlayacaktı.
Hayat akarken sarf edilen çabalar, uğraşlar bizi hayatımızdaki bir sonraki adıma hazırlar, gerekli güce ulaşılmasını sağlar. Kendi kanatlarınızla uçmak isterseniz emek vermeniz, zorluklarla mücadele etmeniz gerekir.
Günün Şiiri
Halim açık denizde düdük çalan bir gemi,
Kim duyar ötelerden haber veren bestemi.
Akıl akıl olsaydı adı gönül olurdu,
Gönül gönlü bulsaydı bozkırlar gül olurdu..
Yarın elbet bizim, elbet bizimdir;
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!
‘Tomurcuk derdinde olmayan ağaç, odundur.’
Necip Fazıl KISAKÜREK
Gecenin Kanayan Yerinden
gece yarısı bir el dokunuyor soluğuma
bir aşkın kan damlası karışıyor yağmura
kitaplardan yüreğime dolan gelincikler
güneşli papatyaları seyreyleyen turnalar
bir yelkenli açılıyor alnımın çatısına.
sizlerin gençliğini taşıdım kanımda
ey güzel çocuklar sesime ses katanlar
şimdi renklerle savruluyorum ardınızdan
adlarınızı unutmadım/yüzünüz silinmiyor aklımdan.
sevincim bir çığlık gibi savruluyor dünyaya
kelebek kanatları/kuş sesleri dökülüyor gömleğime
bir nehir akıyordu gecenin sessizliğine
bütün güneşler kayıp gitmişti ellerimden
her ölüm bir şiiri büyütüyordu dilimde.
çok şey anlatıyordu gecenin yüzü
yağmurlu bir kasım karanlığını geçerek
korkuyu yenen bir aşkın seveniydim
bir gül yaprağıydım rüzgârda.
güzelliğiniz kazılıyor gençliğin mavi ufkuna
yarama tuz basarak geçiyorum günleri
bir ses yankılansa yüreğimi örseleyen
bir fotoğraf dökülse yüzünde solgun çiçekler
göğsümden havalanır martı sürüleri.
şimdi karlar yağar yüzüne dünyanın
istasyonların uykusunu yitirmiş derinliğine
şafakla yırtılan gecenin kanayan bir yerine.
Ahmet ÖZER
Bu Bizimki
Yıkıcı bir aşk bu,
Yıkıyor milletin ortasına
Tutku yükünü.
Bölücü bir aşk
Ekmeği suyu bölüyor
Günde üç öğün.
Hain bir aşk bu,
Sizin eve hırsız girer
Onunkine polis.
Yasadışı bir aşk bu,
Evlenmeyi
Hiç mi hiç düşünmüyor.
Soyguncu bir aşk bu,
En sıradan ezgilerden
Sevinçler devşiriyor
Kökü dışarıda bir aşk,
Dante ile Beatrice’inkine
Fena öykünüyor.
İşgalci bir aşk bu,
Samanlık sevişenin diyor
Başka şey demiyor
Cemal SÜREYYA
Günün Sözü
Havaya atılan bir taş düşünebilseydi kendi isteğiyle yere düştüğünü sanırdı.
Baruch Spinoza