Eski Adliyenin Eski Saatine Ağıt…

0
113

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Dün Eski adliye binasının önünde dikilen saati gördüm ilk kez. Uzun zamandan beri şehir dışında olduğum ve geldikten sonra yoğun bir rahatsızlıkla uğraştığım, yolum ancak doktora kadar oda çoğunlukla araçla olduğu için, doğduğum, büyüdüğüm ve de yaşamakta olduğum güzeller güzeli İskenderun’daki değişikliklerin birçoğunu kaçırdım. Başta eski  adliyenin önüne dikilen  önce babamın, sonra ağabeylerimin, şimdi  mezarlarında bile huzursuz olduklarını sandığım o “Saat.” Ki ilk başta rahmetli babam yarım asır önce Hatay milletvekillerinden ve ilçenin ilk ve tek saatçisi  olarak onu kurmak, bakımını yapmak için tepeye çıkardı.

Ondan sonra, sırası ile abilerim  o saatin bakımını yapar, sevgiyle, zarafetle onu kutsarlardı, çünkü saatler canlıdır ve onlar da  sevgiyi, saygıyı hak ediyor. Aşağılanma ve hakaret karşısında canları yanar onlarında. Daha sonra çeşitli, özverili, saatçiler, onun bakımını yaptı ve hiç biri bu işten ne bir ücret ne de bir teşekkür bekledi. Yaptıkları şeyden aldıkları haz onlara yeterde artardı bile. Ama ne oldu o güzelim incelik numunesi saat bakımsızlıktan öldü. Öldürdüler çünkü. Merak ediyorum sevgili İskenderun halkı ne düşünüyor İskenderun’un simgesiydi o saat!! Sordum “bu ne ya ?” diye?

Ne dediler biliyor musunuz? Yanıtlar canımı o saattin ölümünden  daha çok yaktı. “yazma, olmuş işte zaten değiştirmeyecekler bak geç herkes gibi” şiddetli bir tokat gibi çarptı yüzüme bu yanıt. Herkes gibi ha! Yazık! Eh, “iyi hak ettiğiniz bu” diyebilirim. Ama diyemiyorum. İskenderun yalnızca sizin değil çocuklarınızın  ve daha sonra gelecek kuşağın onu korumak, kollamak ve yapılan değişikliklere dahil olmak İskenderunluyum diyen herkesin ilk işi olmalı. Tabi ki bendenizde biliyorum bu yazı aynen o öyküde anlattığım gibi bir kulaktan girecek diğerinden çıkacak ya da hiç girmeyecek ama bendenizin görevi İskenderun’un tarihi, zarif dokusunu korumak için yazmak konuşmaktır ve bunu yapmaya devam edeceğim kim bilir belki bir denizyıldızına yararım olur. Dün Ayna ve Süpürge Derneğinde aynı konu konuşuldu. Ve herkes bu konuda sıkıntılıydı!

& & & & &

Geçenlerde  belgesel izledim. TV’1 de Mekke’deki Saat Kulesi açılışı gösteriliyordu. 601 metreyi bulan yüksekliğiyle, dünyanın en yüksek ikinci binası oluyordu o kule. Ve 43 metre çapıyla dünyanın en büyük saati o kuleye takıldı.

Kulenin çelik konstrüksiyonunu Türk firma Cimtaş üretmiş. Ve montajını yapıyorlardı ki o çelik yapı meşhur Eyfel kulesinden daha ağırdı ve 250  kilo altın kullanılmış. Şehrin her tarafından gece gündüz görünüyordu o saat. Düşünün, gece gündüz, kentin her tarafından görünebilecek bir saat? Yapım aşamalarından montajına kadar işçi, mühendis, elektrikçi ve bakım ustası, ne bileyim binlerce çalışan saati oluşturan parçaları ki  tonlarca ağırlıktaydı ve o saatin montaj görüntüleri dilimi damağımı kuruttu. Sonunda saat şehrin en yüksek kulesine yerleştirdi.

Ve saatin üzerine altın mozaikli bir yarım ay yerleştirdiler ki onu yerleştirmek başlı başına  olaydı. Ve o yarım ayın içinde yüzlerce kişi namaz kılabilecek şekilde düzenlenmiş. Bizimkilerle övündüm tabi. Doğrusu Suudi Arabistan’dan pekte hoşlanmam özelikle Kutsal  Kabe’nin çevresine diktikleri gökdelenler yüzünden de hoşnutsuzluğum çok fazla. Ancak evet milyarca dolara mal oldu, binlerce işçi çalıştı; ama harika bir şey çıktı ortaya. Kıskanmadım, ama çok heyecanlandım! Muhteşem bir şey oldu saate verilen önem gözlerimi yaşarttı, işte ondan çok kıskandım! Birde bizim yerden bitme saati görünce mideme taşlar dizildi yeminle. Dilerim eski adliye binası işini iyi bilen sanatçıların eline düşlerde özüne dokunulmadan restore edilir ve o saat  hakkettiği yere yeniden yerleştirilir. Ve sevgili okuyucularım daha güzel bir İskenderun için hep birlikte çalışalım. Ve sağlıkla ve sevgiyle kalalım… Yase

& & & & &

Kozadaki Kelebek Hikâyesi

Bir gün, adam ormanda gezerken bir kelebeğin kozasından çıkmaya çalıştığını gördü. Kozasındaki küçük delikten çıkmaya çabalayan kelebeği saatlerce izledi.

Sonra adam, kelebeğin kozadan çıkmak için çabalamaktan vazgeçtiğini, gücünün kalmadığını düşündü. Kelebeğe yardım edeyim de kolayca çıksın diye düşündü ve kozadaki deliği daha rahat çıksın diye büyüttü.

Bu sayede kelebek kozasından kolayca çıkabildi. Fakat çıkmaya daha hazır değildi, bedeni hala kuru ve kanatları buruş buruştu. Adam, kelebeğin gücünü toplayıp, kanatlarını açıp, uçacağını düşünüyordu. Ama Kelebek kozasından zamanından önce çıkmıştı. Ne kadar çabalasa da uçamadı ve buruşmuş kanatlarıyla yerde sürünmeye devam etti.

Adam iyi niyetli bir şekilde kelebeğe yardım etmeyi istemişti ama bilmediği nokta; kelebeğin kozadan çıkmak için çabalaması, bedenindeki sıvının kanatlarına gitmesini ve bu sayede doğru zamanda kozasından çıktığında uçabilmesini sağlayacaktı.

Hayat akarken sarf edilen çabalar, uğraşlar bizi hayatımızdaki bir sonraki adıma hazırlar,  gerekli güce ulaşılmasını sağlar. Kendi kanatlarınızla uçmak isterseniz emek vermeniz, zorluklarla mücadele etmeniz gerekir.

Günün Şiiri

Halim açık denizde düdük çalan bir gemi,

Kim duyar ötelerden haber veren bestemi.

 

Akıl akıl olsaydı adı gönül olurdu,

Gönül gönlü bulsaydı bozkırlar gül olurdu..

 

Yarın elbet bizim, elbet bizimdir;

Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!

‘Tomurcuk derdinde olmayan ağaç, odundur.’

Necip Fazıl KISAKÜREK

Gecenin Kanayan Yerinden

gece yarısı bir el dokunuyor soluğuma

bir aşkın kan damlası karışıyor yağmura

kitaplardan yüreğime dolan gelincikler

güneşli papatyaları seyreyleyen turnalar

bir yelkenli açılıyor alnımın çatısına.

 

sizlerin gençliğini taşıdım kanımda

ey güzel çocuklar sesime ses katanlar

şimdi renklerle savruluyorum ardınızdan

adlarınızı unutmadım/yüzünüz silinmiyor aklımdan.

 

sevincim bir çığlık gibi savruluyor dünyaya

kelebek kanatları/kuş sesleri dökülüyor gömleğime

bir nehir akıyordu gecenin sessizliğine

bütün güneşler kayıp gitmişti ellerimden

her ölüm bir şiiri büyütüyordu dilimde.

 

çok şey anlatıyordu gecenin yüzü

yağmurlu bir kasım karanlığını geçerek

korkuyu yenen bir aşkın seveniydim

bir gül yaprağıydım rüzgârda.

 

güzelliğiniz kazılıyor gençliğin mavi ufkuna

yarama tuz basarak geçiyorum günleri

bir ses yankılansa yüreğimi örseleyen

bir fotoğraf dökülse yüzünde solgun çiçekler

göğsümden havalanır martı sürüleri.

 

şimdi karlar yağar yüzüne dünyanın

istasyonların uykusunu yitirmiş derinliğine

şafakla yırtılan gecenin kanayan bir yerine.

Ahmet ÖZER

Bu Bizimki

Yıkıcı bir aşk bu,

Yıkıyor milletin ortasına

Tutku yükünü.

 

Bölücü bir aşk

Ekmeği suyu bölüyor

Günde üç öğün.

 

Hain bir aşk bu,

Sizin eve hırsız girer

Onunkine polis.

 

Yasadışı bir aşk bu,

Evlenmeyi

Hiç mi hiç düşünmüyor.

 

Soyguncu bir aşk bu,

En sıradan ezgilerden

Sevinçler devşiriyor

 

Kökü dışarıda bir aşk,

Dante ile Beatrice’inkine

Fena öykünüyor.

 

İşgalci bir aşk bu,

Samanlık sevişenin diyor

Başka şey demiyor

Cemal SÜREYYA

Günün Sözü

Havaya atılan bir taş düşünebilseydi kendi isteğiyle yere düştüğünü sanırdı.

Baruch Spinoza

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here