1.Kant, “Aydınlanma Nedir?” adlı 1784 yılında yayımlanan kitabında söz konusu kavramı şöyle tanımlar; “İnsanın kendi suçuyla düşmüş olduğu bir ergin olmayış durumundan kurtulup, aklını kendisinin kullanmaya başlamasıdır.”
2.“Orta çağ karanlığını Doğulu değil Batılı toplumlar yaşadı!” Bu tarihsel gerçeği vurgulayan yargıya Batılıların bir itirazı yok.. Olamaz da zaten.. Nasıl olsun ki? Çünkü bir Batılı aydın yaşadığı karanlık çağı şayet inkar edecek olursa, Rönesans’la başlayıp reformlarla gelişerek kendi tarihsel kayıtlarında “Aydınlanma Çağı” adıyla yer alan dönemi de yok saymış olacağının bilincindedir..
3.Batılı toplumların zihinsel zeminini ortaçağ boyunca kaplayan karanlık, doğudan sızan bilim ve aklın ışığıyla aydınlanmaya başlayınca, duyumsanan ışıkla birlikte uyanış da başlar.. Mesela bu süreçte, İbni Sina’nın (ö. 1037) eserleri, Rönesans başlangıcından 18.yüzyıl sonlarına dek batının tıp fakültelerinde ‘Avesina’ adıyla avizelenir..
Devamında, Batı, bilgiyi gerçek yaşamın içinden bilim ve aklın ışığıyla yeniden üreterek başta bilim ve teknik olmak üzere hayatın her alanında yeniliklerin öncüsü, günümüz aydınlanmasının ve aydınlığın da sahibi olurlar!
4.Dolayısıyla günümüzde, “aydınlanma” denilince batılı düşünürlerin düşüncelerinin referans alınması bu açıdan anlayışla karşılanabilir.. Zira o düşüncelerin köklerinde İbni Sina da dahil doğunun aydınlanma meşaleleri bulunmaktadır.. Ve fakat bu süreçte Batı, kapitalist kirli yüzünü modernlikle maskeleyerek, ortaçağdan kalan ne kadar karanlık geleneği varsa sömürmek amacıyla Doğuya aktarır.. Emperyalist ayaklar ve sömürgeci kollar marifetiyle, Doğulu toplumlar, Batının ortaçağ karanlığına sürüklenir..
5.Mustafa Kemal, milli mücadeleci bir devrimcilik bilinciyle emperyalist ayakları Anadolu’dan söker atar.. Devamında, düşüncelerinin özü olan “bilim ve aklı” kendi tarihsel köklerimizden (Farabilerden, İbni Sinalardan, Burinilerden, Uluğ Beylerden, Yunus Emrelerden) sızan ışık huzmesi içinde duyumsayarak yirminci yüz yılın hemen başlarında, tarihe “Türk Devrimi” olarak geçen doğunun ilk “Rönesans” olgusunu açığa çıkartır..
6.Mustafa Kemal, Türk Devrimi ve Cumhuriyetçi nesillerin aydınlanma kimyasını; “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir!” cümlesiyle tanımlar..
7.Prof. Dr. Aziz Sancar, “DNA onarım mekanizmasını” açığa çıkartan buluşuyla 2015 Nobel Kimya Ödülü’nü alır ve aldığı madalyayı Anıtkabir Müzesine vererek Atatürk’ün manevi şahsına sunar..
8.Aziz Hoca, ödül sonrası konuşmasında: “Cumhuriyet, benim başarılarımda en temel unsurdur. Birincisi özgüven verdi, çalışırsam yedi düvelle yarışırım güvenini aşıladı. İkincisi; Cumhuriyet, ilköğretimden tutun da üniversite eğitimime kadar parasız ve üstün kaliteli eğitim sağladı. Cumhuriyet eğitimi sayesinde, o günün şartlarında yüksek seviyede araştırma imkânları olmamasına rağmen bu imkânların olduğu bir ülkede araştırma yapmak için gerekli teorik ve zihinsel altyapıya sahip oldum” der..
9.Korkma uyarısıyla başlayan İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif, bilim ve tekniği tekeline alan Batıya ram olanları; “Şarka bakmaz, Garbı bilmez görgüden yok vayesi / Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermayesi” dizeleriyle resimler..
10.Soralım bu bağlamda Mustafa Kemal ve Cumhuriyet aydınlanması denilince elektrik çarpmış gibi irkilen ‘aklı batının batık fonlu sömürgeci kültür oltasına takılı’ mandacı aydınlara.. Emperyalist ayakların sömürgeci kollarına yani..
Cumhuriyet aydınlanmasının ışığı nereden geliyor? Mirası bilim ve akıl olan Mustafa Kemal’in milli mücadeleci devrimcilik bilincinden geliyor..
11.Son tahlilde ben, Doğudan göçen yaratıcı zihinlerin, bilim ve tekniği tekeline alan ve kirli kapitalist sömürgeci yüzünü modernlikle maskeleyen Batıya ram olduğunu, bu bağlamda ram olan (boyun eğen) mandacı zihniyeti değiştirebilmenin de temel sorun olduğunu, dolayısıyla Aziz Hoca’nın, Nobel madalyasını Anıtkabir’e bu bilinçle avizelediğini düşünüyorum..
Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com