Günaydın sevgili okuyucularım. Nasılsınız bu sabah? Bayram sonrası iyice dinlenmiş olarak mı başladınız güne yoksa hala tatil rehaveti ile mi??? En iyisi bugün kendimizi fazla yormayalım.. Can Dündar’dan şiir tadında bir hikaye okuyalım… Sağlık ve sevgiyle kalın… Yase
& & & & &
BAHAR
Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin, afrodizyakların en etkilisi, sevdanın suç ortağısın.
Yapma bunu bana!..
Bahar, yalvarırım çek git işine!..
Salma üstüme çiçeklerini, aklımı çelme!..
Her sabah çimenlerin çiyden ürpererek uyanıyor bahçemde; sonra güneşle oynaşıp tütsülenmiş gibi buğulanıyor.
Ne zaman sokağa çıksam badem ağaçları salkım saçak çiçek…
Kavaklar kıpır kıpır, ıslık ıslığa meltem…
Kırda dayanılmaz bir kekik kokusu, toprakta türlü çeşit börtü böcek…
Yapma bunu bana bahar,
Böyle üstüme gelme!..
Zaten damarlarıma zor zaptediyorum kanımı…
Çoktan cemreler düşmüş beynime, yüreğime…
Kalbimin buzları erimiş.
Göğüs kafesimde ne idüğü belirsiz bir kıpırtıyla geziyorum nicedir… bir de sen çıldırtma beni…
Krizdeyim ben… Tembelliğin sırası değil, uyamam sana…
Al git serçelerini sabahlarımdan, çağlalarına, kokularına hakim ol.
Meltemlerine söyle, deli gibi ıslık çalıp sokağa çağırmasınlar beni…
Bulutların üşüşmesin başıma…
Girme kanıma benim… yoldan çıkarma!..
Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin, afrodizyakların en etkilisi,
Sevdanın suç ortağısın.
Kıyma bana!..
Biliyorum çünkü, yine kandırıp yeşillendireceksin aşka; gövdemi azdırıp sonra birden çekip gideceksin.
Tam kanım kaynamışken sana, toplayıp allarını morlarını, beni bir kuraklığın ortasında terk edeceksin…
O iple çektiğim ışığın, dayanılmaz olacak o zaman…
Ne o delişmen sabahlar kalacak, ne günaha çağıran çapkın eteklerin
uçuştuğu günbatımları…
Tembel kuşların şakımaktan bitap, ebruli çiçeklerin kokmaktan…
Buselerin nemi kuruyacak çöl rüzgârlarında…
Yeşerttiğin çiçekler, yürekler solacak; damar damar çatlayacak ruhumuz…
Hayat, bir ezik otlar diyarına dönüşecek yeniden… Yüreğim viraneye…
Her bahar sarhoşluğu gibi, geçecek bu sonuncusu da…
Ebedi bahar, bir başka bahara kalacak.
İyisi mi, hiç azdırma ruhumu bahar…
İş açma başıma…
Git işine!
Yoldan çıkarma beni!…
Can DÜNDAR
& & & & &
Şiirsiz Yaşamak
Nihayet sonbahar yağmaya başladı ruhumuza, bir dua gibi pencerelerde yağmur, damarlarımızda küllenmiş tanıdık bir tutkuyu kıvılcımlandırıyor. Şiir bahçedeki yaprak yağmuruyla uyanıyor yaz uykusundan. Yağmurlarla gelen mısralar, ansızın geceye sızıp can suyu veriyor kurak ruhlarımıza.
“Gözyaşlarının gücü vardı eskiden” diyor Adnan Özer, “…ırmak yüklü adamlardık, tuz katarlarının ardınca giden/gölgemizde damlaların bıraktığı izlerden/açılırdı hayal, tuzun suda bukağısı çözülürken”… Şiir çekip alıyor bizi gömüldüğümüz seviyesiz bataklığın kucağından… Dizelere yapışıp ayaklanıyoruz.
Meğer ne çok olmuş O’nu kovalı hayatımızdan…
Ne çok olmuş, uykuda bir sevgilinin alnına bir minik buse, sofranın kenarına bir küçük mum kondurmayışımız.
Abdülhak Hamid, kendisinden 40 küsur yaş küçük Lüsiyen’ine yazdığı mektuplara “Bahar-ı Ömrüm” diye başlıyordu: “Bahar-ı ömrüm; aşk bir maniadır ki ya aşmak veya tahrip etmek lazım; yahut da huzurunda kalmak ve yok olmak…”
Biz, tahrip ettik o “mania”yı; huzurunda kalmanın bedelini göze alamadığımızdan… O yüzdendir “ömrümün baharı” diye başlayan mektuplar almamamız nicedir… Sevdiğine “Yüreğim” diyen o tılsımlı zerafeti yitirdiğimizden beridir, burkulmaz oldu yüreğimiz bunca nefretin karşısında… Gözyaşlarımız gücünü kaybetti.
Şimdi şairler ağlıyor bizim yerimize, bizim halimize… Yeni yetmeler şarkı sözü ezberliyor artık taşlama yerine küfür, seranad yerine taciz… Felaket haberlerine alışırken şehir, “dilsiz bir kuytuda ölüyor şiir”…
“Şiir toplumdan kopmuyor, asıl toplum şiirden kopuyor” demişti Tuğrul Tanyol, birkaç yıl önce, yaklaşan bir ihaneti haber verircesine… Şiir, popüler kültür gibi lümpenleşmeyle uzlaşmamış, direnmiş ve belki de o yüzden okurunu yitirmişti. Akın akın loto kuponu doldurmaya koşan bir kalabalığın ardından dizeler haykırmak, ancak bir şairin göze alabileceği bir soylu direniş, bir nafile çabaydı.
Duymadı toplum… Ucuz pop şarkıları söyleyerek başıbozuk bir dere gibi akarken, önüne kattı sanattan yana ne varsa; bir tek şiir hariç… Şiir, soylu bir çınar gibi direndi köklerini oyan bu sele… terkedilmiş bir sevdalı gibi yapayalnız ama mağrur durdu tarihin akışına inat… Ve sonunda bir o kaldı soysuzlaşan ruhlarımızı avutacak…
Haydi bir şiir okuyun bugün… Bunaldıysanız haberlerin aleladeliğinden, sıkıldıysanız şarkıcı dedikodularından, futbolcu fıkralarından, lotaryayla köşe dönme hesaplarından, bıktıysanız ekranların, sayfaların işportacı ağızlarından gelin, siz de şiire sığının…
Ve hatırlamaya çalışın bir zamanlar nasıl, “ırmak yüklü adamlardık, tuz katarlarının ardınca giden…/ Yağmur bir dua gibi geçerdi pencerelerden/ yetim insan, toprağın vicdanıyla doyardı/ gözyaşlarının gücü vardı eskiden.”
Can Dündar
Günün Şiiri
Yüreğimin Acemi Elleri
Yüreğinde yerini değiştirdiğin bir sevgiyle
Bahçelerinde evlerin dinlendiği o yerdesin
Bütün günahlarını bir araya toplayarak
Uzakların neden sinsi birer bıçak gibi
Durduğundan söz etmektesindir
Sen şimdi camların ardında buğulanan gözlerinle
Yağmura sarılacak kadar hüzünlüsündür
Rüzgara alışık kavak ağaçları gibi sessiz
Yüreğimin acemi elleri arasında
Ufalanan ekmek gibisindir
Bil ki bunlar bozkırca sezgilerden değildir
Birazdan başına üşüşür yıldızlar
Gecede ömrünü yarılayan kelebeklerin
kırılmalarını duyarsın
Eğer ağlayacaksan dilinin altına
bir ağaç parçası yerleştir
Güleceksen dudaklarını örtecek büyüklükte
bir bulut bulunsun yanında
Yerini yadırgayan bir ay dolanıyor gecede
Karanlık desen ölçülü salmış susmalarını
Aşkı utandıran bu hüzün de ne
Sen benim yüreğimin acemi elleri arasında
buğulanan ekmeğim değil miydin
Sen değil miydin
Bir çocuk yüzünden ekmeği öper gibi öptüğüm
Haydi ince ayarlanmış bir gülümseme seç dudaklarına
Çekip çevir şu karanlığı gözlerinle
Kaldır başını
Bak gökyüzüne
Gökyüzü dedikleri ilkel maviliğe
Mavilikte gizlenmiş bulut izlerine
Say ki bu bir rüyaydı
Say ki ben konuştum sen dinledin
Beni merak etme
Uzun ölümlerimi yarıladım bitmek üzere
Yasin EROL
Günün Fıkrası
İstanbul’un taşı toprağı altındır diyerek memleketinden kalkıp gelen bir köylü, kuyumcu dükkanının vitrinini hayran hayran inceliyormuş. Kuyumcu köylünün kıyafetinden dolayı birazda aşağılayarak: “Ne bakıyorsun öyle hemşerim?” demiş. “Hiç… Sizin dükkanda ne sattığınızı merak ettim.” Adam alay edercesine cevap verir: “Biz eşşek kafası satıyoruz.”
Adam: “Allah versin… İşleriniz iyi gidiyora benziyor.”
Kuyumcu: “Nereden bildin iyi gittiğini”
Adam: “Baksana, koskoca dükkanda seninkinden başka kalmamış da ondan!”
& & & & &
Avukat Temel, cinayet sanığını savunmaktadır. “Müvekkilim masumdur Hakim Bey. Cinayet kaza ile olmuştur.”
“Kaza olur mu? Sanık maktule tam 6 kurşun sıkmış.”
“Hakim Bey, müvekkilimin kulakları az işitir de!”
Günün Sözü
İnsanlığa olan inancını yitirmemelisin. İnsanlık bir okyanustur. Bazı damlalar kirli diye okyanus kirlenir mi hiç…
Mahatma GANDHI