Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bazen garip şeyler olur hayatımızda, hiç düşünmediğimiz aklımızın ucundan geçirmediğimiz. Şaşırıp kalırız. Ve bu şaşkınlığımız olayları garip gösteren herhalde?
Dün bir arkadaşımız İstanbul’a gidecek. Sözleştik onu geçireceğiz. Öğretmenler evinin tam karşısında Havaş’a bindireceğiz. Arkadaşlarım ve ben hep son dakika insanlarıyız ya. Bu özelliğimize rağmen bu defa en az yarım saat önceden ordaydık. Aşağı yukarı yürüyüş yaparak saati doldurmaya çalışıyorduk. Tam uzaktan göründü araç, çabucak sarıştık vedalaştık. Ve elimizi “biz buradayız” dercesine kaldırdık. Bir el değil tam altı el birden kalktı. Buna rağmen araç durmadan geçti önümüzden. Yani sürücü görmese yolcuların görmemesi olanaksız… Araç durmadı hepimiz bir garip olduk. Biraz ilerde durur diyerek arkasından koşturmaya başladık ancak tam yaklaştık o yine beklemeden kaçtı. Biz elimizde çantalar öylece kalakaldık ortalıkta. Zaman geçiyor hızla ne yapacağız aptal, aptal bakınıyoruz bir taksi falan ya da başka bir şey? Biz telaşla bakınırken bir polis arabası göründü uzaktan. “hah dedim polise rica edelim seni yetiştirir” kuşkuyla bakındılar. Neden bakıyorsunuz dedim zaman yok polis vatandaşa yardım için değil mi? Ondan yardım istemesek kimden isteteceğiz ki? derken araç önümüzde durdu, hepimiz birden el kol hareketi yaparak derdimizi anlatmaya başladık.. Polisler babacan anlayışlı telaşımıza güldüler. “atla arakaya” dediler arkadaşa o da hemen kuruldu çantaları ile. Derin bir oh çektik teşekkür ederek. Ve polisler arkadaşımızı Havaş’a yetirtirken bizde yolumuza devam ettik ancak birden ayrımına vardık ki telefonumuz giden arkadaşta kalmış. Eyvah şimdi ne olacak? ben “eğer aklına gelirse polislere verir” dedim bize yetiştirler.
Ve yanılmadım. Birkaç adım gitmişken arkadaşımızı götüren araba döndü. Ve bize bir telefoton uzandı içinden. Telefotonu alırken gülümseyerek yürekten çok teşekkür ettik o polis arkadaşlara… Hepimizi büyük bir sıkıntıdan kurtardılar sağ olsunlar. Eve dönerken düşünüyordum. Yani biz, erken gelmek huyumuz değilken, erkenden gelip aracı bekleyelim ve bir saniyede kaçıralım, sonrada polis arabası ile ona yetişelim! Ne kadar garip bir şey değil mi? Evden çıkarken böyle bir şey gelir miydi aklımıza? Gelemezdi tabi ama bu olay benim aklıma defalarca sayfamda paylaştığım Jacgues ile efendisi adlı muhteşem kitabı getirdi. En sevdiğim kitaplarımdan biri. Sararmış sayfalarına tarihin kokusu sinmiş. Hazinlerimin en değerli parçalarından biri… Yazarı olan Denis Diderrot kadar sevdiğim bir kitap. Ve o kitapta yanılmıyorsam okuduğum minik Kadersel öyküyü. Düşünürlerden biri kimdi şimdi anımsamıyorum. Sokağa çıkar ve yol boyu yürümeye başlar. Onu gören polisler “nereye gidiyorsun?” diye sorarlar. O da bilmiyorum der. Hemen onu alıp karakola çekerler komiser sorar nereye gittiğini bilmiyor muşsun öyle mi? Evet komiserim der. “Ben evden çıkarken buraya geleceğimi bilebilir miydim?
Evet sevgili okuyucularım, bizde evden çıkarken polis arabasına bineceğimizi düşünemezdik… Hatta erkenden gelip olası bir sürprizden kendimizi koruma altına almıştık. Ancak kader ağlarını örüyormuş. Gidilecek mesafe bir kilometre olsa da bu mesafe bu şekilde alınmalıymış? Ve sokağa çıkarken adım atmak bizden ama gideceğiniz yer, vardığınız yerdir her zaman diye düşünerek eve vardım. Ve evin anahtarını yanıma aldığımı düşünüyordum ancak almamışım; ve komşuların kapısını çaldım mecburen, kimse yanıt vermedi en sonunda çalmamam gereken bir kapıyı çaldım; bu bir müddet görüşmeleri askıya almak istediğim birinin kapısı ancak düşünerek ve gülümseyerek geldiğim için eve hem hafiftim hem de unutmuştum görüşmek istemediğimi. Kapıda sıcak minik bir konuşma yaptık ve biraz daha hafifleyerek merdivenleri tırmandım içimde kırgınlık namına bir şey kalmamıştı o görüşmek istemediğim insanla. Birisi söylese böyle olacağını “hayır” derdim zamanı gelene dek öyle kalacak. Ve demek zamanı şimdiymiş. Arkadaşımın otobüsü kaçırması ve polis arabası ile gitmesi, benim kırgın olduğum insanla barışmam için bir vesile imiş? Yoksa eve vardığımda anahtarımı yine unuttuğum için kendime çok kızacaktım, kızgınlıkla kimseyle görüşmeden yalnızca kuru bir teşekkürler yukarı tırmanacaktım suratsız ve küskün olarak. Tesadüf diye bir şey yok. Ve kaderci değilim aslında diyorum kader ağlarını böyle örüyor derken bile!
Ve biz kendimizi tanımaktan çok uzaklardayız daha çok diye düşünüyorum yine de. Ve belediye trafik polisi arkadaşa olan borcunu ödemeyi düşünüyor mu diye sormak istiyorum bu arada.
Bir alıntı. Hoşlanacağınızı sandığım. Şimdilik sağlık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım.
& & & & &
Ünlü avukat Petrocelli’nin kaybettiği tek dava… Ünlü bir futbolcu karısını öldürmekle suçlanıyordu..Futbolcu yakalanmıştı… Ama karısının cesedi ortada yoktu..
Duruşma Amerikan filmlerindeki gibiydi… Futbolcu sanık sandalyesinde oturuyordu… Kucak dolusu parayla tuttuğu avukatı jüriyi ikna etmeye uğraşıyordu:
“Sayın jüri, müvekkilimin suçsuz olduğuna yürekten inanıyorum.. Buna az sonra sizler de inanacaksınız… Neden mi? Bakın, simdi 1’den 10’a kadar sayacağım ve müvekkilimin öldürdüğü iddia edilen karısı bu kapıdan içeri girecek.. 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10…”
Bütün jüri kapıya döndü… Kimse girmedi içeri.. Avukat bir savunma dehasıydı; öldürücü hamlesini yaptı… “Bakın, siz de kadının öldüğüne inanmıyorsunuz… Çünkü hepiniz içeri girecek diye kapıya baktınız… İşte kararı buna göre vermenizi talep ediyorum…”
Jüri, ünlü futbolcuyu suçlu bulduğunu bildirdi ve dava bu şekilde sonuçlandı… Mahkeme çıkısında avukat, bayan jüri başkanına yaklaştı:
“10’a kadar saydığımda siz de diğer üyeler gibi kapıya bakmıştınız… Neden böyle bir karara imza attınız?” “Doğru” dedi jüri başkanı; “Ben de kapıya baktım, ama müvekkiliniz kapıya bakmıyordu!…”
Günün Şiiri
Guantanamera
Dürüst bir insanım ben,
Palmiyeler ülkesinden.
Ölmeden önce, paylaşmak isterim
Ruhumdan akıp gelen bu şiirleri.
Guantanamera! Guajira!
Guantanamera!
Guantanamera! Guajira!
Guantanamera!
Şiirlerim parlak yeşildir,
Ama yine de kızıl alevler gibidir.
Şiirlerim yaralı bir ceylana benzer,
Dağda kurtarılmayı bekler.
Guantanamera! Guajira!
Guantanamera!
Guantanamera! Guajira!
Guantanamera!
Dikiyorum bir ak gül fidanı
Haziranda ve Temmuzda
Çünkü samimi dost
Elini vermiştin bana.
Guantanamera! Guajira!
Guantanamera!
Guantanamera! Guajira!
Guantanamera!
Ve zalimin biri parçaladığı için
Beni yaşatan yüreğimi.
Dikmem ne bir ayrıkotu ne de çakır dikeni
Dikerim bir ak gül fidanı.
Guantanamera! Guajira!
Guantanamera!
Guantanamera! Guajira!
Guantanamera!
Dünyanın yoksul insanlarıyla,
Neyim varsa paylaşmak isterim.
Dağların cılız dereleri
Denizlerden daha mutlu eder beni.
Jose MARTI
Günün Fıkrası
Adam evine telefon açar, telefonu yabancı bir bayan açar. Adam karşıdaki sesi duyunca şaşırır; “Sen kimsin?”
“Evin hizmetçisiyim.” “İyi de bizim hizmetçimiz yok ki!” “Evin hanımı beni bu sabah işe aldı.” “Ya. Öyle mi? Ben de evin beyiyim. Hanımı çağırır mısın?” “Hanımınız şu an yatak odasında kocası sandığım bir adamla beraber.”
Adam şaşırır, sinirlenerek, “Elli bin dolar kazanmak ister misin?” “Tabii ki isterim. Kim istemez…” “O zaman çekmecedeki silahı al, yukarı çıkıp o cadı ile o sümsük herifi vur!”
Önce ayak sesleri duyulur, sonra iki el silah sesi. Hizmetçi telefona geri gelir: “Öldürdüm efendim, cesetleri ne yapayım?” “Cesetleri havuza at.”
Kadın duraklar: “Ama burada havuz yok ki?”
Adam bir süre düşünür ve cevap verir: “Orası 112 43 44 değil mi?” “Hayır!!!!!” “Pardon! Yanlış numarayı aramışım!!!!!”