Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Şiir bayramıymış 21 Mart, aynı zamanda Nevruz yani yeni gün olmasının dışında. Bahar bayramı kutlanır da şiir bayramı kutlanmaz mı öyle doya-doya. Şiir bendeniz için gizli bir mabet içinde kaybolduğum. Bu yüzden kendi şiirimi yazamadığım. Kendi şiirini yazanları dinlemek için dün sabah Ayna ve Süpürge Sanat Kültür Derneğindeydik.
Geleneksel Çarşamba konukları sevgili yazar şair Zerrin Taşpınar ve Çiğdem Sezer. Onlar söylerken ben kayboldum, silindi yer mekan gözlerimden, ayaklarım yok oldu, kanatlarım çıktı, sözler canlandı, geldi yüreğime dokundu. Ellerinden tuttum mabedimin, karanlık ama nurlu dehlizlerine götürdüm birbirimize sarıldık öylece kaldık öylece. Ve dönünce dünyaya kim dedim Zerrin Taşpınar?
Ve sevgili okuyucularım sağlıkla, sevgiyle her dem şiirle kalalım, hayırlısı ile ayrımsız gayrımsız hep birlikte her zaman. Yarın Çiğdem Sezer şiirleri sayfamda olacak bugün sıkıştırmak istemedim. Yase
Zerrin TAŞPINAR
1947 yılında Ankara’da doğdu. Anadolu’nun il, ilçe ve köyleriyle Ankara arasında bir göçer gibi yaşadı yıllarca… Şiir yayımlamaya lise yıllarında başladıysa da uzun süre ara verdi ve üç çocuk büyüttü. 1980’de kesin dönüş yaptı edebiyata ve kendine… Yarın, Varlık, Parantez (Almanya), Karşı, Damar, İnsancıl, Evrensel Kültür, Pir Sultan Abdal, Emekçi Kadınlar, Pencere başta olmak üzere birçok dergide şiir, öykü ve denemeleriyle yer aldı. Pir Sultan Abdal, İnsan Hakları, Cumhuriyetçi Kadınlar (Kurucu üyesi) dernekleri ve Türkiye Yazarlar Sendikası’nın (TYS) üyesi. TYS’nin 1999-2000 döneminde Ankara Temsilcisi olarak da görev yaptı. 1995-1998 yılları arasında, Edebiyatçılar Derneği’nde Genel Sekreter Yardımcılığı ve Genel Sekreterlik görevlerinde bulundu. Emekçi Kadınlar Derneği’ne onur üyesi seçilmekten gurur duyuyor.
TRT’de danışman ve metin yazarı olarak çalışıyor. TYS’de Ankara Temsilcisi iken, Marmara depremini yaşayan çocuklara ücretsiz dağıtılan “Kuş Kanadından Masallar” ve “Kuş Kanadından Öyküler” adını verdiği iki kitap hazırladı. Bu kadar donanımlı ve güzel kadınlarla birlikte olabildiğimiz bir iki saat gerçekten kayda değer sevgili okuyucularım. Şimdi bir demet şiirini birlikte söyleyelim ne dersiniz?
& & & & & &
ARDIÇ KUŞU VE SEVDA
Yüzünü biriktiriyorum şimdi
çünkü ben, bir ardıç kuşu gibi
kendi ölümüyle beslenen
güncesi ayrılıklarla dolu
ve teni her yaz
ayrı güneşlerde yanan bir çocuğum.
Ne kadar alışkınım bilsen
yazılmayacak mektuplar için adresler alıp-vermeye
yılların yorgunluğuyla sararan
silik, umarsız, gizini saklı tutan
ve bir daha yaşanmayan resimlere.
Yüzünü biriktiriyorum. Çünkü yüzün
bir sevda tohumu şimdi.
Geçerken ürpertilerle karanlıklar içinden
tutsak ve ağzımıza sığmayan dillerimizle
geçerken gecenin pususunda bir ırmaktan
bütün özlemleri tadan, bütün romanlarda
yeniden dünyaya gelen o çocuk
ağlıyor arkamdan
beni bırakma… Bırakma beni…
Kaç kişinin gücü yetmiştir
yasaklanmış bir aşkı savunmaya…
Yüzünü biriktiriyorum şimdi.
Soyları kocalarının adında eriyen
göçmen kadınlar gibi, hüzünlü ve sesim titreyerek
ne kadar alışkınım bilsen
bütün kanamalara… gülümseyerek.
Bir ardıç kuşuyum ben
toprağa düşeceğim bir gün
içimde çimlenen tohum çatlatıp yüreğimi
ağaca dönsün ve yüzyıl yaşasın diye
hiç ardıma bakmadan öleceğim.
Yüzünü biriktiriyorum şimdi.
Zerrin TAŞPINAR
ÇAĞSIZ DOKUMACI
Karanlık bir gergefi dokuyor kadın
-taa en tepeden ayak uçlarına-
onbirinde satılmış bir kızın çığlıklarıyla
bozulmuş kanlı çarşafları dokuyor
kutsanmış savaşları ve mezarsız çocukların
yaşanmamış yıllarını dokuyor.
Göğe savrulmuş balonlar ve davul sesleri
ulaşmasın diye kulaklarına
boşalıp giden bir sancıyı dokuyor kadın
-taa en tepeden başlayarak-
titrek sakallarına bir ihtiyarın
inciler dizen yeniyetmenin aç
ve ağlamaklı gözlerini dokuyor.
İlkel tezgâhlarında çağsızların her an gerili
dün gibi bir şeyleri dokuyor kadın
-taa en tepeden ayak uçlarına-
soluksuz bırakılmış güllerin şaşkınlığını
bilmezliği, aymazlığı dokuyor
doymazlığını güdümlü akşamların.
Koptu kopacak bir iple -kırk yerden düğümlü-
koptu kopacak… dokuyor kadın…
Zerrin TAŞPINAR
İPEK BİR MENDİL
Bir ipek mendili olmadı hiç
yakasına takılan bir karanfil
yatağında gül yaprakları.
Tam öğrenirken şehrin çıkmaz sokaklarını
dükkân adlarını, güleryüzlü satıcıları
-Çünkü ürkekti ve çatık kaşlardan kekelerdi hemen –
tam öğrenirken bir şehri…
Her yolculuğa umut ve hüzünle başlardı
kocaman saksılarda taşırdı kirazlarını
nazarlıklar asardı dallarına, yumurta kabukları
paslı anahtarlar, önceki evin bırakılmışlığı
isli baca, çatlamış fayans, her şey
her şey bir ipek mendil özlemenin tadında.
Yeni komşular benimserdi severek gülümsemeyi
taş balkonları süslerdi renk renk
bıkmadan silip parlatırdı eski pirinç mangalları
bir ipek mendil özlemenin tadını ekleyerek
reçeller kaynatırdı sağaltım günlerinde.
Şiir yazmak ister de ağlardı her bahar
-Çünkü aşklar yanılgıyla gelirdi
ipek bir mendildi bütün dileği oysa –
ipek bir mendil için taramak saçlarını.
Bir ipek mendili olmadı hiç
ne de yatağında gül yaprakları.
Zerrin TAŞPINAR
Günün Şiiri
Anılarda Şimdi
Her şey ve herkes kayarak duruyordu sanki
bana yaz diyordu bir kadın
erkek çoktan unutmuş ne kadar sevildiğini
– belki sevmeyi biliyordu bir zamanlar
karanfiller bile taşımıştı kucağında –
çocuk: ah… oyuncak bir trenim olsa…
Ben miydim ıslak taşların serinliğinde
unutup mendilleri
iki yanına ürkek ve kuşkuyla bakan?
Nasıl bir ezgi bulsam da dedi emanetçi
anlatsam gözlerindeki ıssızlığı.
Yıllarca neler alıp vermişti kimbilir
uzun yolculuklara hiç çıkmadan
küçük bir karta iliştirip adını.
Küçük bir kart. Uçurtmalar, bayram yeri
kâğıt helvacı da girebilir bir şiire
çiniler, dağılıp bittiği yerde suyun
sarsılan raylar ve her şey girebilir bir şiire.
Kapat perdeleri, sesini azalt, coşkunu tut
duymasın peygamberler soluğunda titrediğimi
belki de benim o kuş
tren camlarında bir görüp yitirdiğin
belki de kanat vuruşlarımdır içinde uçuşan
o sevinç, o ayrılık, o keder
gitmekle kalmak arasında çoğalan hüzün
yüzümdür belki dolunay…
Belki de benim o kuş
yüreği sıcak, elleri yok
kapat perdeleri, sesini azalt, coşkunu tut…
Zerrin Taşpınar
Turkuaz
Düşlerin mavi sağanağında bir gece
sordu cesur ve yılgın
bakışıyla bir kaçak:
Seni nasıl sevmeli?
İpeksen çıldırır yüzlerce tırtıl kıvrımı
suysan tutulmaz bir uçarı nem
gülüşsen tam ortasından parçalanan bir çelik
seni nasıl sevmeli?
Düşlerin mavi sağanağında bir gece
soluğun soluğu susturduğu Afganistan
Karanlık kayalarda saklı turkuaz
kuytu mağaralarda gizemli bir fısıltı
ateşi üfleyen dudak kadar kırılgan
her damla terin pusata dönüştüğü
dünyanın gözyaşı ve isyan.
Toprağa gömülmüş kesik kollu bir heykel
renk, ses ve tatlarla yıkılan idol
akılla duygu ve çatışma ve cansıkıntısı
en ince ayrıntılarla yeniden yaratılan
çağdaş bin tanrı… bin tanrı daha.
Seni nasıl sevmeli..?
İnsanın insanı doğurduğu bir öğle vakti
-kil ya da kaburga kemiğinden değil-
mermer serinliğinden
bir ırmak akışından
kuşların ötüşünden
ışık selinden
insanın insanı doğurduğu…
Sordu cesur ve yılgın
bakışıyla bir kaçak:
Turkuaz nerden ulaşır çarşılara bilmeden
sorgulamadan geçitsizliği
seni nasıl sevmeli?
Düşlerin mavi sağanağında bir gece
anladım ne zaman düşürdüğümü
göğsünde ürküntüsüz tek denizi taşıyan
o güvercini.
Dağları da yitirdim
vitrinlerle kuşatılmış bir şehrin
salgınına kaptırıp kendimi.
Kimbilir kaç kadından birikmiş turkuaz
güneşin tutsak yanı
seni nasıl sevmeli.?
Zerrin Taşpınar
Günün Sözü
Gel dese de bakma cimri aşına, bir fırsat arar da kakar başına.
Neyzen Tevfik