Bir sabah içinizde tarifsiz bir duyguyla uyanıyorsunuz. Hiç olmadığınız kadar enerjik, hiç olmadığınız kadar neşeli… Sıcak kahvenizi yudumlarken, pencerenizi açıp, tertemiz, mis gibi bahar havasını içinize çekiyorsunuz. O sırada, aylardır, pencerenizin önünde buz tutmuş saksıya gözünüz ilişiyor. Üzerindeki karlar erimiş ve toprağının arasında bir bitkinin filizlendiğini görüyorsunuz. Tüm kış şartlarına inat! Kendini koruyarak, ilk cemre ile kök salmış, baharı müjdeleyerek.
Her sabah onunla uyanıp, ilgiyle, şefkatle bakımını yapmaya başlıyorsunuz, tanımlayamadığınız çiçeğinizi. Günden güne, hangi aralıklarla sulamanız gerektiğini, hangi bakım çalışmalarını yapmanız gerektiğini de öğreniyorsunuz. Her geçen gün, biraz daha büyüyor, aynı zamanda sizin için daha çok anlam ifade ediyor. Bağlanıyorsunuz içten içe, birden bire hayatınıza giren dostunuza. Baharı getirmişti çünkü. Hayatınıza bir canlılık getirmiş, bir sebep olmuştu sabahlarınıza.
Sonra bir gün, gelişiminin durduğunu fark ediyorsunuz. Artık eskisi kadar canlı değil, eskisi kadar mutlu değildi sanki. Hemen araştırmaya başlıyorsunuz. ‘Neyi eksik yapıyordum, neyi fazla vermiş olabilirdim’ diye? Fakat ne yaparsanız yapın eski canlılığı yakalayamadığınız gibi, günden güne yapraklarını kaybettiğini görüyorsunuz, canınız yanarak.
Sanırım dünyanın en güzel salon bitkisi diye düşündüğünüz Gardenya Çiçeği değildi bu. En uzun ağaç gövdesine sahip, “gökkuşağı ağacı” olarak bilinen, Eucalyptus ağacıydı. Kökleri saksınıza dar geliyordu. Ve tüm çabalarınıza rağmen o bitkiyi orada yetiştiremeyeceğinizi fark ediyorsunuz. Ne yapardınız? Tüm emeklerinize rağmen mutlu edemediğiniz bitkiniz için nasıl bir yol izlerdiniz? Köklerinin saksınızı parçaladığını görmenize rağmen, böyle devam ederse kuruyacağını bilmenize rağmen, pencerenizin önünde tutar mıydınız? Yoksa kendi benliğini bulabileceği başka bir yerde yeşermesine göz yumar mıydınız?
Tabiata, pencerenizin önünde duran saksınıza düştüğü gibi yüreğe de cemre düşer hâlbuki. Ummadığınız bir anda, düştüğü yere canlılık getiren bir ateş gibi, yıllardır buz tutmuş yüreğe de bahar gelir. Sıcak bir gülümseme ile önce göze, sonra yüreğe, en sonunda da tene düşer cemre. İlk bakışta aşk gibi! Hiç beklemediğiniz bir anda düşer tohumu, sorgulamadan izin istemeden. Yüreğe düştükten sonra arsız bir şekilde tüm bedeni kaplayan sarmaşık gibi! İlginiz, şefkatiniz, sevginiz, sadakatiniz ile beslenir. Her geçen gün biraz daha benliğinize işler. Her geçen anınızda bedeninizin derinliklerine doğru kök salar.
Sesi sabah ezanınız, gülümsemesi yaşam sebebi olur farkına varmadan. Sabahınızın aydınlığı, gece ise huzurlu uykunuz olur. Mutluluğunuz, şimdiniz, umudunuz, geleceğinizdir. Öylesine kaplar ki benliğinizi, her anı onunla olmak, sadece onun olmak istersiniz. Yakınlık bile uzak gelir size. Kendinizde bile kaybolmuşken, bir tek sevdiğiniz kalır beyninizde. Onun bakışıyla bakar, onun değerlendirmesi ile değerlendirir, onun diliyle konuşmaya başlarsınız. Gözünüz ondan başkasını görmez, kulağınız başka sesi algılamaz, eliniz ondan başkasına uzanmaz bile. Bedensel yakınlık bile, muazzam bir uzaklık gibi gelir size. Onunla tek bir nefes, tek bir beden, tek bir şuur olmayı dilersiniz. Arzularınızın esiri olur, benliğinizi bile feda edebilirsiniz aşk uğruna.
Peki, mutluluğu için her şeyi feda edebilen siz, yine mutluğu için ondan vazgeçebilecek kadar cesur musunuz? Pencerenizde tüm çabalarına rağmen sonbaharı yaşayan bitki için yaptığınız fedakârlığı, sevdiğiniz için yapabilir misiniz? Fakat hiç kolay olmayacak. Nasıl bir bitkiyi toprağından söktüğünüzde köklerine sarılmış toprağı da alıyorsa, yüreğinizden de bir parça koparılacaktır. Benliğinizde derin bir boşluk, iliklerinize kadar hissedeceğiniz bir sızı… Sudan çıkmış balığa döneceksiniz. Bir an olsun zihninizden gitmeyecek, her an yüreğinizden kopan parçanın kanadığını hissedeceksiniz.
Çünkü kolay değildir alışkanlıklarınızdan vazgeçmek. Onun sesi olmadan güne başlamak, zamansız çalan şarkınız, herhangi bir durakta onun kokusu, onun melodisi… Sanki her şey size inat, gözünüzün önünde yuvarlanıp duracak. Unutmak istedikçe daha çok belirecek. Uyumaya çalıştıkça gelmeyen uyku gibi.
En nihayetinde yas dönemini atlatıp kaldığınız yerden devam edebileceksiniz. Kabullenmeyi öğreneceksiniz, affetmeyi de. Ve tüm bunlara rağmen, teşekkür edebileceksiniz yaşattığı her ana ve her acıya. Çünkü aşk dediğiniz duygu, kuruyacağını bile-bile, bir çiçeği dalından koparıp, ona, süslü bir vazoda kısa süreliğine sahip olmak değildir. Sevdiğiniz insanın daimi mutluluğudur. Sizinle değilse bile, başka bedende, başka yürekte, başka bir mevsimde…
AŞK işte o zaman Aşk’tır…
Psikolog ve Aile Terapisti
Mehmet CAN