Bu sabah gözlerinizi yeni güne açtığınızda “Neden güne başlamalıyım?” diye hiç düşündünüz mü? Sahi, bu taptaze güne başlama amacınız nedir? Başarmak mı, yoksa kazanmak mıydı amacınız? Bugün evrenden istediğiniz şey sevgi miydi, yoksa zorundalıklarınızı bir gün daha yerine getirebilmek mi? İnandığınız o cenneti kazanabilmek için bir fırsat olarak mı düşlediniz yeni gününüzü, yoksa bir amacınız yok muydu?
Kuşkusuz buna verilecek binlerce cevap vardır. Peki, siz neden yaşıyorsunuz?
Başarılı olmak mı?
Bazen önünüze hedefler koyarsınız, bazen de bir başkası sizin için yapabilir bunu. Daha iyi bir puan, daha iyi bir okul, daha iyi bir kariyer, daha, daha, daha… Etrafınıza dikkatli gözlerle bakarsanız; bu uğurda çocukluğunu, gençliğini yaşamadan hep bir sonraki parkura yetişmeye çalışan yığınla solgun yüzleri görebilirsiniz. Hayatı sorgulamadan sadece daha fazlasına ulaşma içgüdüsüyle yaşamın aromasına yabancı kaldıklarına şahit olursunuz. İşte bu ”daha” iyisine ulaşma telaşı yüzünden çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler. Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler ama sağlıklarını geri almak için de para öderler. Yarınlarından endişe ederken bugünü unuturlar. Sonuçta, ne bugünü, ne de yarını yaşarlar. Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler. (Platon)
Yoksa kazanmak daha çok kazanmak mı?
‘Ah bir parayı bulsam, ah daha güzel bir işim, daha lüks arabam , daha büyük evim olsa neler neler yapardım…’ Elindeki güzelliklerin farkında olmadan, daha iyisini isterken serzenişler içinde yaşamı ıskalayanlara da tanık olmuşsunuzdur. ‘Aah ve keşkeler’ döngüsünde şimdinin anlamını yakalayamadan ertelenen yaşamları. Maalesef hayatlarındaki her şeyi erteledikleri gibi ıskaladıkları anı da öylesine ileri bir tarihe erteleyebiliyorlar.
Şimdi bir an için gözlerinizi kapatın ertelediğiniz her şeye sahip olduğunuzu büyük bir ev, iyi bir kariyer ve odalar dolusu para hayal edin, aynı zamanda 90 yaşında olduğunuzu da…
Peki, amaç neslinin devamını sağlamak olabilir mi?
Sosyal bir varlık olan insanın en belirgin özelliği hayatta kalma ve soyunu devam ettirme dürtüsüyle hareket ediyor olmasıdır. Seçme şansınız yoktur; çünkü toplumsal düzen içinde var olabilmenin doğası sürekliliği ve çoğalmayı gerektirir. Bu amaçla yaşam puzzle’ın eksik parçasını tamamlayabilmek adına neslinizin devamını sağlamak zorundasınızdır. Okuyor, öğreniyor, paylaşıyor, üretiyor ve durmadan mücadele ediyorsunuz. Yolun sonunda yok olacağını bile-bile bunları yapmaktan geri kalmıyorsunuz. Peki, toplumsal normlar çerçevesinde bunu neden yapmak zorunda olduğunuzu sorguladınız mı hiç? Sadece var olmak adına ” çoğalmak” olabilir mi amaç? Cevabınız evet ise; oturup sevimli beyaz bir tavşandan farkınızı sorgulama cesaretini gösterebilmelisiniz.
Belki de cennete gitme arzusudur…
Örneğin dini inançları doğrultusunda yaşayan biri yaşama sebebini cennete gidebilmek olarak cevaplayabilir. Ona göre yaşamın tek nedeni, Tanrı’nın önümüze çıkardığı parkurlarda bizi deniyor olmasıdır. Bizim görevimiz ise cennete uygunluk sınavından olabildiğince yüksek puan alabilmemizdir. Kurallar çizilmiş, rolün hazır, kumanda başkasında… Bu şekilde kendi hayatını mı yaşamaya çalışıyorsun yoksa hayatın aromasını tatmadan sadece hedeflerine odaklanarak verilen görevi yerine mi getirmeye çalışıyorsun? Sen hedeflerini bir kenara bırak; hayatın tadını yaşa! Bu şekilde de cenneti yaşamış olmuyor musun?
Ya da sadece mutlu olmaktır;
Mutlu olmak için yaşamak ise Fransız yazar Voltaire’nin betimlediği gibidir aslında. İnsanlar çok kere burnunun üzerindeki gözlüğü arayan dalgınlar gibi sürekli mutluluklarını arayıp dururlar. Mutluluğa giden yolları arşınlarken aslında mutluluğun onu aradıkları yolda olduğunu göz ardı ederler. Asla mutluluğa giden yol yoktur; çünkü mutluluğun kendisi yoldur.
Kazanmak değilse, çoğalmak değilse, cennete gitmek değilse hayatın anlamı nedir?
Eski zamanların birinde bir adam hayatın anlamının ne olduğuna takmış kafaya. Bulduğu hiçbir cevap ona yeterli gelmemiş ve başkalarına sormaya karar vermiş. Ama aldığı cevaplar da ona yetmemiş fakat mutlaka bir cevabı olmalı diyormuş ve dolaşıp herkese bunu sormaya karar vermiş. Köy, kasaba, ülke dolaşmış bu arada zaman da durmuyor tabi ki. Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona “Şu karşıki dağları görüyor musun? Orada yaşlı bir bilge yaşar. İstersen ona git. Belki o sana aradığın cevabı verebilir” demişler.
Çok zorlu bir yolculuk sonunda bilgenin yaşadığı eve ulaşmış adam. Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye hayatın anlamının ne olduğunu sormuş. Bilge “Sana bunun cevabını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor” demiş. Adam kabul etmiş. Bilge, bir çay kaşığı vermiş adamın eline ve içine de silme bir şekilde zeytin yağ doldurmuş. “Şimdi çık ve bahçede bir tur at, tekrar buraya gel…” demiş. “Yalnız dikkat et, kaşıktaki zeytinyağı eksilmesin. Eğer bir damla eksilirse kaybedersin” diye eklemiş.
Adam gözü çay kaşığında bahçeyi turlayıp gelmiş. Bilge bakmış, “Evet,” demiş, “kaşıkta yağ eksilmemiş peki bahçe nasıldı?” Adam şaşkın, “Ama” demiş “ben kaşıktan başka bir yere bakmadım ki!”
“Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun kaşık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel” demiş bilge. Adam tekrar bahçeye çıkmış gördüğü güzellikler karşısında büyülenmiş, muhteşem bir bahçedeymiş çünkü! Geri geldiğinde bilge, adama “Bahçe nasıldı?” diye sormuş. Adam gördüğü güzellikler karşısında büyülendiğini anlatmış. Bilge gülümsemiş “ama kaşıkta hiç yağ kalmamış” demiş ve eklemiş;
“Hayat senin bakışınla anlam kazanır: ya sadece bir noktayı görürsün; hayatın akıp gider, sen farkına varmazsın ya da görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın, akıp giden zamanın anlam kazanır.”
Şimdi soluklanın, derin bir nefes çekerek Nazım’ a kulak verin. “Yaşamak şakaya gelmez” diyor üstad. Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın hayatı bir sincap gibi mesela. Yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, bütün işin gücün yaşamak olacak. Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin. Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde, ölüme inat yeni bir can vereceksin.
Çelişkiler ve kırgınlıklar barındırsa dahi yaşamak için anlamlı bir sebebin olmalı. Ve her şeyden önce o sebebin merkezine sevdiklerini koymalısın. Çünkü insanın kendinden daha çok önemsediği ve sevdiği kişiler de olmalı hayatında.
Eğer hayatında kendinden daha çok önemsediğin biri yoksa senin seviyor olman başkasını sevindirmiyor ve mutlu etmiyorsa yaşadıklarının da bir anlamı yoktur. Daha da somutlaştıracak olursak hayatın anlamını çok derinlerde aramayın mutluluk yaşamın kendisidir, hissetmek, gülümsemektir. Siz sevdiklerinizin gülümsemesine sebep olabilirseniz işte o zaman siz de hayatınız da anlamlısınızdır…
Psikolog ve Aile Terapisti
Mehmet CAN