Gazeteciliğin Asaleti (4)

0
60

Değerli okurlarım, yazma konusunda unuttuklarımızı saymazsak bildiklerimizi aktardık sözde. Bittiğini söylersem tamamıyla yanlış olur. Hiç biter mi? Bir konuda roman bile yazılabilir. Yine bitmez. Bittiği yerden yeniden filizlenir ve uzarda uzar. Dolu elli yıldır yazıyorum, yine bitmiyor, bitiremiyorum. Bitmesini de isteyen kim?

Şayet, okurlarımın istediği konular olmasa, bu vesile ile yarım asırlık kariyerimde ve o zamanlar gazeteciliğin hangi koşullarda yapıldığını doya-doya ve de duygulanarak anlatırdım. Yine de, taaa o zamandan kalma, gazeteciliğin asaletini simgeleyen bir olayı anlatayım dilerseniz. Anlatacaklarımı ilk kez benden duymuş olacaksınız, bunu da hemen belirtmiş olayım.

Görev yaptığım gazete, hafta sonları 30, hafta içi 24 sayfa olarak çıkardı. Altı yedi ekip görev yapardı. Bunlardan birisi de musahhih ekibi idi. Hani şu yazıları tashih eden ekipten söz ediyorum. Anlatacağım konu şu…

Diğer sayfalar dökümü alınıp baskıya hazırlanırken birinci sayfa bekletilir. Eksiği yoktur, tamamdır ama çift sütun bir yer açık bırakılır. İlginç bir haber bulabilmek amacıyla bütün muhabirler şehre yayılır.

Arada bir sözünü ediyorum hatırlayacaksınız. İstanbul Bab-ı Ali neyse Ankara Rüzgarlı Sokak aynı. O isim öylesine benliğimize yerleşmiş ki gerçek isminin Ağah Efendi Sokak olduğunu tesadüfen öğrendim. Orası gönlümüzde hala rüzgarlı sokak.

Evet, ilginç bir haber bulabilme adına saatlerce şehri kolaçan ederdik. Bizleri taşıyacak araç var mıydı? Güldürmeyin beni. Foto muhabiri Kayhan Vandemir ağabeyimizin motoru vardı. Benzin parasına ortak olurdum ve arkasına oturarak “Kırmızı ışığın cezası bana aittir” diyerek rahmetliyi yüreklendirirdim. O zamanlar yüreğim zaten dolu, mesleğime olan sevgimden dolayı da gözüm kapkara idi. İlginç haber bulunur ya da bulunmaz. Bu çabayı gösterirdik. Genel de mutlaka bir haberle dönerdik.

Burada amaç, rakip gazetelerden önde olmak, okurlarımıza daha iyi haberler ulaştırabilmek. Bizlerde bu işin olgunluğu ve heyecanı içinde zevkle görev yapardık.

Anlatmaya çalıştığım dönemde trafik ışıkları yeni çıkmış ve hizmet vermeye başlamıştı. Alt geçit, üst geçit hak getire. Kırmızı ışıkta kurtarabiliyorsan haber mahalline daha önce yetişiyor ve haber de baskıya daha önce giriyordu.

Bir defasında rahmetli Fethi Giray; ‘Ya Gazanfer, Öcal’ın arabası yok, bu cezalar neyin nesi?’ demiş. Rahmetli Gazanfer Ağabey de (bunlar üç ortaklardı) ‘Haber için çıktıklarında kırmızıda geçiyorlar, ondan…’ diyince “O zaman bu cezaları biz ödeyelim” demiş rahmetli Fethi Ağabey. Bunları muhasebeciden duymuştum.

Belki bizler fedakârca çalışıyorduk ama şu anda rahmetle andığım gazetenin sahipleri bizleri koruyorlardı. Doğruyu söylemem gerekirse, beraber olduğumuz sürece onlardan da çok şeyler öğrendim. Hepsinin ayrı-ayrı özelliği vardı. Her şeyden önemlisi, onlar usta birer gazeteciydi. Yarın ki sayımızda gazeteciliğin asaleti hakkında, onlardan duyduklarımı sunacağım.

Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here