Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah? Gece Adana Aladağ’da kız yurdunda çıkan korkunç yangın haberi ile üzüntüden allak bullak, aklımızda bin bir yanıtsız soru ile sabahı ettik. Sabah haberlere bakalım dedik ilk iş olarak. CNN Türk çıktı karşımıza çünkü gece en son onu izlemiştik. Ekranında Şirin Payzın’ın sunduğu ‘Ne Oluyor’ programı, hadi bir bakalım ne oluyormuş dedik. Programa katılan Prof. Tayyar Arı… Adana’da yaşanan yangındaki facia için sayın Arı’nın “Kader sonuçta” dediğini duyunca birden fırladım yerimden. “Bu kadar kolay mı hocam?” dedim. Kader deyip geçmek… Ama kolay tabi… Gecenin bir yarısı 11 öğrenci, 1 bakıcı yaşamını yitiriyor. Öğrencilerin kendilerini emanet ettikleri ikinci evimiz dedikleri yuva belledikleri yurtlarında yanmaları kader?
Valla ne denir bilmiyorum, içlerine su serpecekse bu kader inancı kader demeye devam etsinler ama biz kader diyemiyoruz. En basitinden yangın merdiveni bile yokmuş. Ah… Ne denir, nasıl baş sağlığı dilenir bilemiyorum. Hepimizin canı yanıyor hem de çok yanıyor. Evlatlarımızı kimlere emanet ediyoruz artık bilemez olduk. Ya yanarak ölmek kader oluyor ya da kızların evlilik yaşı 10’la değişebiliyor bu uyduruk hadisçilerin fetvaları ile. Nasıl bir dünyada yaşıyoruz. Her şey ters yüz oldu. Bilen gerçeği biliyor da bilmeyenin kafasını düşünemiyorum bile allak bullaktır o kafalar kime insansınlar ya da inanmasınlar. Boş verseler olmuyor doluya koysalar korkuyorlar korkutuluyorlar.
‘Başörtüsü takmayan bir kadını düşünün, eve gelene dek kaç kişi ile zina yapıyormuş’ valla bunu duyunca bendenizin bile ödü koptu ya gencecik beyinler ne yapsın. Hayır birde bunu hadis diye yutturmuyorlar mı? Valla Sayın Arı “kader” diyor. Bendenizde Allah’a emanetiz diyorum. Çünkü kendimize bile güvenemez olduk artık. Oysa yazmak, çizmek istiyorum, şöyle gönlümce, berduş diliyle, yüreğimin haykırdığı gibi. Ancak kalemim içe dönük, dilim peltek, fırçam bana boyun eğmez.
& & & & &
Ve sevgili okuyucularım hayat yine de akıyor! Ne tuhaf! Kaç gündür su kesik, elektrik kesik, günün belli belirsiz saatlerinde. Ne yapıyorlar, ne yapmıyorlar kimse bilmiyor, kimse açıklama yapmıyor. Yazılarımız, hayatımız aksıyor ama ne gam kimsenin kendinden başka düşündüğü tek şey yok.
Asık suratlı, nemrut kafalı olmaktan nefret ediyorum… Her zaman şen şakrak olumlu, şarkı söyler gibi nameli konuştuğum günler tarihte kaldı sanki bin yıl öncesi mi neydi o zaman onu bile bilemiyorum artık. Tuhaf, insan denen muamma, çok tuhaf!
Bazen arkadaşımın dükkanına takılırım, içim sıkıntılı. Kaldırımdan geçenleri izlerken, gülen, konuşan, düşünen, dilenen, telaşlı, telaşsız, gürültücü, kaldırımları babasının malı gibi kullananı falan, arkadaşıma dönerim; bunca sıkıntı içinde insanın kişisel zevklerine ya da sıkıntılarına kapılması normal mi? Yani insan aslında toplumsal bir varlık değil mi? Toplumun rahatsızlığı onunda rahatsızlığı değil mi ki hep kişisel takılır? “Bencillik” diyor. Kısa ve kesin ”insan bencildir.” Aklımda hala bu çocuklar cayır cayır yanıyor içim allak bullak dünya neden durmuyor diye düşünüyorum? Buna rağmen “insanın bencilliği aslında yaşamın akıp gitmesi için lazımdır zahar?” diyorum. Baksana değişik insanlar geçiyor, akıllarında ne var, yüreklerinde ne taşırlar, bilemiyoruz. Ancak yürüyorlar ve gülüyorlar? Belki hastaları var, belki sevdiklerinden ayrılmışlar, belki ev kirasını ödeyemiyorlardır? Ancak ilerliyorlar yine de. Burada aklıma bir Nasrettin Hoca fıkrası geldi dinle diyorum arkadaşıma…
Bir gün köyün gençleri Hocayı sınavdan geçirmeye karar vermişler. Köyün alanında toplanıp Hoca’nın yolunu beklemişler. Biraz sonra Hoca çıkmış karşılarına. İçlerinden bilgi bakımından kendine güvenen biri: “-Hocam sana bir soru soracağım. Bakalım bilecek misin?” Hoca da sor bakalım demiş. Delikanlı sormuş; “-Dünyanın merkezi neresidir?” Hoca anında yanıtlamış; “-Ayağımın bastığı yerin altındadır.” Çocuklar ne diyeceklerini bilemeden dağılmışlar.
& & & & &
Ve aslında hepimiz ayağımızın bastığı yerin kendi merkezimiz olduğunu, işgal ettiğimiz yer kadar olduğumuzu bilmeden yaşarız. Oysa en kısa ve yalın gerçek bu? Ve insan öyle bir yaratılmış ki “dayanamam” dediği her şeye dayanan dayanabilen, alışan alışabilen… Ve biz bunun ayrımına şimdilerde çok iyi varıyoruz. O kadar vahşete, kan ve ateşe göğüs gerebiliyoruz ki başımıza gelmeden önce bilemezdik dayanabileceğimizi ve keşke bilmek zorunda kalmasaydık hiçbir zaman.
Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım, birlik beraberlik içinde, ayrımsız gayrımsız, bunu bize dayatmaya çalışanlara inattttt… Yase
Günün Şiiri
Yalnız Değiliz
Bir ufka vardık ki artık
Yalnız değiliz sevgilim.
Gerçi gece uzun,
Gece karanlık
Ama bütün korkulardan uzak.
Bir sevdadır böylesine yaşamak,
Tek başına
Ölüme bir soluk kala,
Tek başına
Zindanda yatarken bile,
Asla yalnız kalmamak.
Şafakları ben balığa çıkarım
Akan akmayan sularda
Benim, bütün tezgahlarda paydosa giden
Bir bahar akşamı dünyada.
Ben dört duvar arasında değilim
Pirinçte, pamukta ve tütündeyim,
Karacadağ, Çukurova ve Cibalide.
Zehirli kör yılanları
Ve sıtmasıyla
Gün yirmi dört saat insan avında
Karacadağ’da çeltikler.
Bir kız çocuğunun gözyaşı gibi
– Ayak bileklerinde bir dizi boncuk,
Sol omzunda nazarlık,
Dağ başında unutulmuş üşümüş,
Minicik bir aşiret kızının –
Damla-damla, berrak olur pirinci.
Kamyonlarla, katır kervanlarıyla
Beyler sofrasına gider…
Çukurovam,
Kundağımız, kefen bezimiz
Kanı esmer, yüzü ak.
Sıcağında sabır taşları çatlar,
Çatlamaz ırgadın yüreği.
Dilerse buluttan ak,
Köpükten yumuşak verir pamuğu.
Külhan, kavgacıdır delikanlısı,
Ünlü mahpushanelerinde Anadolu’mun
En çok Çukurovalılar mahpustur,
Dostuna yarasını gösterir gibi,
Bir salkım söğüde su verir gibi,
Öyle içten
Öyle derin,
Türkü söylemek, küfretmek,
Çukurova yiğidine mahsustur…
Tütünü bilir misin?
“Kız saçı” demiş zeybekler,
Su içmez her damardan,
Yerini kolay beğenmez,
Üşür
Naz eder,
Darılır
İki parmak arasında kıyılmış,
Bir parçası var kalbimin
İncecik, ak kağıtlara sarılır,
Dar vakit yanar da verir kendini.
Dostun susan dudağına…
Sokaklardan,
Kıyılardan,
Gök mavisinden,
Ekmeğinden,
Can evinden ayrı düşmeye
Yani bütün hasretlerin kahrına
Ve zehrine çaresiz kalmaların,
İlk nefesi Hızır gibi yetişir
Cibalide sarılan cıgaranın…
Tütün isçileri yoksul,
Tütün işçileri yorgun,
Ama yiğit
Pırıl-pırıl namuslu…
Namı gitmiş deryaların ardına
Vatanımın bir umudu…
Ahmed ARİF
Günün Fıkrası
Öğretmen, Nurdane’ye sordu: “Baban ne iş yapar?” Nurdane evde gördüğünü aynen söyledi: “Annem ne iş yapmasını isterse, onu yapar öğretmenim.”
Günün Sözü
Eğer yürüdüğünüz yolda güçlük ve engel yoksa bilin ki o yol sizi bir yere ulaştırmaz.
Yaşlanmadan akıllanmayı çok isterdim.
Yanlışlık fare deliğinden geçer, doğruluk kapılardan sığmaz
Susmanın kudretine inanıyorum. Bu mevzu üzerinde saatlerce konuşabilirim.
Dürüst insan her zaman gerçeği söyler, akıllı insan ise yalnız zamanında.
Bernard SHAW