Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Ne garip sanki hayatı yeniden keşfediyorum bu sabah? Aslında garip değil. Baktığımız şeyleri doğru görebiliyorsak bence her saniye yeniden hayatı keşfe çıkıyoruz demektir? (Bu satırları yazar yazmaz burun kıvırdım kendime “Yani nasıl? kendime soruyorum ve kendimle dalga mı geçiyorum)
Çok basit hem de çok. Ömründe nar ağacı görmemiş birisine, şu an baktığım nar ağacımı gösterseniz “Aaa” der. Kuşkusuz “o kocaman narları bu incecik dallar mı taşıyor?” Çok doğaldır onun bunu sorması. Ama benim kendime sormam ve zevkten mest olmamın nedeni ne olabilir? Nar bahçelerinden geçmiş ta çocukluğundan beri onları tanıyan biri neden şimdi mest olur ki hiç görmemiş gibi? İşte giz burada zahir? Hayatı yeniden keşfe çıkmak bu olmalı. Demek bakmakla görmek arasında ki fark bu? Kocaman bir bahçe içinde yaşayabilirsin ancak ağaçları görmesen yani ağaç gibi, senin kabul ettiğin ve gördüğün gibi değil. (çünkü hepimiz kabul ederiz gördüğümüzü yani onun hakkında çok kafa patlatmayız çoğu zaman. Onları kabul ettiğimiz gibi değil de oldukları gibi görmeye başlayınca…
İşte hayat yeniden keşfe hazır oluyor diye düşünüyorum. Balkonumdaki nar ağacı örneğin… Geldiğimde kurumuştu ve onu atmışlardı bir köşeye çöpe gidecekti geldiğim gün. İlk onu aradı gözüm nerde nerede diye? Kurudu atacağız dediler.
Hemen onu aldım ve yeniden toprağa ektim. Her sabah onu baktım ve incecik hayata tutulmaya çalıştığına tanık oldum her saat. Toplu iğne başı gibi yaprakları oluşmaya başlayınca dilim dudaklarım kurumuştu. Her gün onların büyümesini izledim. Her sabah biraz daha, her sabah biraz daha… Ve şimdi inanılmaz bir tazelik içinde minnacık yapraklarla rengârenk donandı kuru dallı ufacık ağacım. Bu sabah ona bakınca dünyayı ve hayatı yeniden keşfe çıkmışım gibi algıladım kendimi.
Ve bu günlerde aslında her şeyi ilk görüyormuş gibi bakıyorum ve seviniyorum. Demek gördüklerime önceden hiç bakmamışım! Ve şimdilerde her sabah ilk işim her sabah yeniden görmüş gibi üç ağacımı seyretmek ve onları sevmek ve teşekkür etmek onlar için hepimizi yaratana. Ve her sabah hayatı yeniden keşfettiğimi sandığım için bu sanıyı veren yaradılışıma.
Ve yine İskenderun’da birçok damlarda ısı enerjileri ve antenler vardır. Bilirsiniz. Dün geç saatlere dek yukarıda çalışıyordum pencereme aniden bir ışık düştü. Başımı kaldırdım baktım karşımda hale, hale ışıklar sanki özel olarak hazırlanmış. Aaa dedim bu da ne? Dikkatli baktım. Ne biliyor musunuz? O, ısı enerjilerine düşen ışığın kırılması ile ortaya çıkan renk cümbüşüymüş! Olmaz böyle şey. Gündüz çevre kirliliği olabilecek kadar hımbıl, hantal olan o su kazanları gece renk cümbüşüne dönüyor! İşimi bıraktım elimi yüzüme dayayıp bu harikulade ışık oyunlarını izlemeye başladım. “şu su kazanları” dedim “gündüz hımbıl, kötü görünüşlü gece renk ve ahenk?” kim böyle olabileceğini düşünür ki?
Hiç gece çalışmadım mı hiç güneş enerjisi görmedim mi hatta görüntü kirliği yaptıkları için onlardan baya bir şikâyette bulunmadım mı? Hepsini yaptım. Ama hiç ışık kıran su kazanı görmedim? Göreniniz varsa çok iyi sevinirim. Ama ben ilk kez gördüm belki ilk kez görmek için baktım? Bilmiyorum ya da bu su kazanları yeni moda bir şey işte. Ancak hayatı yeniden keşfederken kilometre taşı olabiliyor bunu söyleyebilirim..!
Kediler! Yine bu günlerde yeni keşfim… El insaf demeyin her yer kedi kaynıyor? Hayır hiç kedi yok ortalıkta onları özlüyorum. Köpekleri özlemiyorum onları görüyorum sık, sık. Ancak kediler bir garip. Geçenlerde bir tane gördüm bir gözü yeşil diğeri mavi ve bir ayağı sekiyordu… Sanki daha önce hiç kedi görmemiş gibi havalandı yüreğim. Sanki kucağıma alır başını okşarmışım gibi?
Ne haber kedi dedim ona doğru eğilip. Hiç takmadı bile, çekti gitti bir ayağı aksayarak ardına bile bakmadan, gülümsedim ardından. (Şimdide gülümsüyorum yazarken.) Ama hayatımın kuşların havalandırmak için çıktı karşıma?
Valla bu günlerde kıyak geçiyor ben denize yaşam. Yeni bir kitap değişik bir sözcük… Kısacık bir şiirle… Yeniden kuru bir nar ağacı gibi hayat bulup yeşerdiğimi algılıyorum. Bu bir kıyak değil mi yani?
Ve yeniden keşfe çıkmak hayatı, yeniden yaşamak istiyorum, kana, kana bu hayatı demektir zahir? Her adı ne olursa olsun. Hayatı yaşamak özel bir şeydir yeniden doğmuş gibi… Yeni konuşmayı sökmüş yeni adımları atmaya başlamış gibi.
Hayat yeniliyor bizi her sabah güneşin yeniden doğması gibi. Aslında bu gerçek bir şeydir ve gören gözlerden ırak değildir… Ve şimdilik sağlık, sevgi, birlik ve beraberlik içinde kalalım sevgili okuyucularım. Yase
& & & & &
MİNİK KUŞUN ÖĞÜDÜ
Avcının yakaladığı küçük kuş birden konuşmaya başladı: “Ben minicik bir kuşum dedi, etim, dişinin kovuğunu bile doldurmaz. Eğer serbest bırakırsan işine yarayacak üç öğüt veririm. Dinle, birinci öğüdüm şu: Olmayacak bir söz duyarsan, asla inanma!”
Avcı şaşırmıştı. İkinci öğüdü isteyince küçük kuş: “Beni bırak, ikinci öğüdümü şu damın üstünde vereceğim” dedi.
Avcı kuşu bıraktı. Bir lahzada dama konan kuş: “Dinle dedi. Geçip gitmiş şeyler için asla üzülme. Olan olmuş, biten bitmiştir çünkü. Bak, benim karnımda on dirhem ağırlığında bir inci vardı. Çok kıymetli bir inciydi bu. Ne yazık ki elinden kaçırdın…”
Avcı daha çok şaşırmış, kuşu serbest bıraktığına pişman olmuştu. Ah vah etmeye, saçını başını yolmaya başladı.
Kuş: “Ne oldu? diye sordu. Niçin dövünüp duruyorsun? Ben sana olmayacak söze asla inanma dememiş miydim? Sen karnımda inci olduğunu duyunca bu öğüdü hemen unuttun. Kendisi üç dirhem gelmeyen kuşun karnında on dirhemlik inci olur mu hiç? Üstelik ikinci öğüdümü de unutmuşa benziyorsun. Hani elden kaçırdığın şeyler için asla üzülmeyecektin!”
Avcı utanmış başını yere eğmişti. “Üçüncü öğüdünü ver bari” diye inledi. Küçük kuş damdan kalkıp yüksekçe bir ağacın dalına kondu ve oradan gökyüzünün boşluğuna doğru süzülürken şöyle bağırdı: “Behey sersem avcı, sen verdiğim ilk iki öğüdü tuttun mu ki üçüncüsünü istiyorsun?”
Günün Şiiri
Gezinen Bir Gölgedir Hayat
Gezinen bir gölgedir hayat, gariban bir aktör
sahnede bir ileri bir geri saatini doldurur
ve sonra duyulmaz olur sesi, bir masaldır
gürültücü bir salağın anlattığı
ki yoktur hiçbir anlamı.
William Shakespeare
İnandıramaz Aynam Yaşlandığıma Beni
İnandıramaz aynam yaşlandığıma beni.
Değil mi ki doğduğunuz aynı gün gençlikle sen;
Ama örtünce vaktin kırışıkları seni
Medet umarım ömrüm bitsin diye ecelden.
Varlığına o eşsiz güzelliği giysen de
Gönlümün urbasından başka şey giyemezsin.
Yüreğim sende çarpar, yüreğin çarpar bende:
Demek ki bana göre yaşlısın diyemezsin.
Onun için, sevgilim, kendine bakman gerek,
Nasıl ki ben bir hiçim bakmak dururken sana,
Yüreğin bende diye üstüne titreyerek
Olmuşum yavrusunu esirgeyen bir ana.
Gönlüne bel bağlama gönlümü yok edersen,
Geri almak yok diye onu verdin bana sen.
William Shakespeare
Benim Günahım Aşktır
Benim günahım aşktır, senin erdemin nefret:
Sevgi günahtır diye günahımdan nefret bu.
Gel, kendi durumunu benimkine kıyas et,
Görürsün siteminin ne haksız olduğunu.
Haklıysa da, o sözler kızıl süsünü bozan
Ve benimkiler kadar bol sahte aşk senedi
Düzüp başkalarının yataklarını talan
Eden dudaklarından işitilmemeliydi.
Seni sevmem yasaldır; bak, seviyorsun sen de:
Gözüm sırf sana düşkün, senin gözün onlara;
Merhamet yüreğinde kök salıp boy versin de
Acımanla hak kazan sana acınanlara.
Aramağa kalkarsan kendi gizlediğini
Senin kendi örneğin yoksun bırakır seni.
William Shakespeare
Günün Fıkrası
Konya İle Akşehir Havası
Bir gün, Nasrettin hoca, Konya’ya gitmiş. Camide vaaz verirken: “Ey Müslümanlar demiş, sizin kentinizin havasıyla bizim Akşehir’in havası birdir.” Vaazı dinleyenlerden biri: “Nereden biliyorsun hocam?” diye sormuş. Nasrettin hoca: “Akşehir’de ne kadar yıldız varsa, Konya’da da o kadar var” yanıtını vermiş.
Günün Sözü
Kusursuz dost arayan dostsuz kalır.
* * * * *
Cahil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol.
Hz. Mevlâna