Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Duyduklarımızdan, yaşadıklarımızdan ötürü çıldırmamak için uğraşıyoruz ancak ne kadar uğraşacağız daha bilemiyoruz. Sussak olmuyor, konuşsak kimse duymuyor. Bir tarafta şehitlerimiz kepçelerle gömülüyor (Şanlıurfa’da) bir tarafta ağaçlar kepçelerle sökülüyor. Vicdanımız sızlamıyor, ağlıyor, isyan ediyor, çıldırıyor, elimiz kolumuz bağlı, yüreğimiz paramparça. Birisi misafiri bahane ediyor, birisi çevre düzenlemesini. Burada bir sarı su deresi var demiştim biliyorsunuz.
Bir zamanlar piknik için gidilen muhteşem manzaralı ağır gölgelik yapan ağaçları ile çöle benzeyen buraların vahası gibiydi. Birde bir yolu vardı ki aşıklar yolu denebilecek bir yol. Adı koru yolu köyün ortasından geçiyor, her iki tarafında göklere uzanan çam palmiye gürgen ağaçları vardı. Bu ağaçların arasından gün batımını izlemeye bayılırdık, yürüyüş yaparken. Bu yolun şeftali, badem ağaçlarının olduğu. Bahçeli evleri de vardı. Yoldan geçen herkes göz hakkını alırdı oralardan. Birkaç gün öncesine kadar incirlerini yediğimiz kocaman dalları yere değen incir ağacımızı kestiklerini gördük dehşetle… Biz o dehşetle ilerledik ki bizi başka bir şok bekliyormuş asla tahmin edemezdik.
O yolun iki tarafındaki kocaman gökyüzüne uzanan ağaçlardan bir teki bile kalmamış! Hepsini kesmişler inanılmaz bir şey. Etraf toz duman içinde. Her yer çöle dönmüş, neymiş efendim kaldırım yapılacakmış? Yarım metrelik kaldırım için bunca cana nasıl kıydınız ey ağaç kesen kafa kesenler? Hiç mi vicdanınız sızlamadı? Etraf gerçekten çöle dönmüş, bir tarafta seralar üzerinde kızgın güneş, bir tarafta kavruk otlar! Ölür müsün öldür müsün durumlarındayız. O koru yoluna girdiğimize bin pişman olduk “keşke ölseydim de o yolu böyle kavruk otlar ve yoğun pis bir toz içinde görmeseydim” dedim. Ama ondan beteri var biliyor musunuz o da ne? Yalnız olmak en kötüsü bu! İnsanlar bundan memnun, kimsenin sesi çıkmadığı gibi aptal kaldırımın yapılacak olmasına seviniyorlar… Valla ne ölmeye ne de öldürmeye gerek varmış… Herkes hak ettiği şeyi buluyormuş demek onlar için ölmeye hiç gerek yokmuş! Başını sok toprağa, orada kal…
Ve o sarı su? Ağaçları gözümüzün önünde, yerlere serdiler ya bunu da gördüm ya artık iyiye güzele dair bir şeye inanmam bu alemde. Şehidi kepçeyle gömecek kadar çıldırmış bir ortamda ağaçların yere serilmesi ne ki? Bir kenarda oturup ağlamaya başladık kardeşimle. Nasıl olur, nasıl o güzelim ağaçlar inleyerek yere düşerken kimse tepki göstermez. Bu betonlaşmaya dur demez. Hatta destekler, diye. Ah sevgili Gazipaşa, yazık oldu sana yirmi yıldır inatla direndin ama o canavara yine de yenildin.
Ve sevgili okuyucularım binlerce kez sözün bittiği yerdeyiz de sözleri olanların sözü bir türlü bitmiyor. Eğer mümkünse sağlıkla ve sevgiyle kalmaya çalışalım. Gerçekten çok zor ama yinede kalalım. Ayrımsız gayrımsız hep birlikte… Yase
Günün Şiiri
Edirne Zamanları
-edirne’nin parasız yatılı çocuklarına-
sussun artık
öksüz zaman
izbe kimlik
korkak karanlık
hüzne kaç var
biz burdaysak
ağlar mı şarkılar?
o hırçın çocuklar
deli yürekleri avuçlarında
taşlara vurdular kendilerini
ses alır gibi derinlerden
dinlediler iç mağaralarını
mahcup ve mükerrer
yenik düştükleri aşklardan
sakladılar kimliklerini
o kızlar yok
köşe başları tenha
çoluk çocuk düşmüşler yollara
eskiden tanışırlar aşkla ayrılıkla
yakarsın varsın dilenciler
serhaddine yakın artık onlar
parasız ve yatılı koca bir ömrün
ta o günlerden bir ayak sesi
eski duvarlardan mermere düşmüş gölgesi
dokundukları o kılcal kanama
ne sarayiçi, ne kaleiçi
bir tarihi okurlar
çoktan unuttukları
söğütlük’te
ağlayan bir yaprak
açıldı önlerine
öptüler ince zamanı
çocuk yüzlerinde görünmez bir nur
ve gözlerinin neminden peydahlanan
o gayrımeşru yağmur
say ki masal olsun
hepsini mestane kılsın
o gizli tanbur
o sularda
çalsın dursun
kaldırımlara bir bastılar
bir yürüdüler yollarda
dile geldi duvarlar
söylesem susmak olur
leylaklar konuşur sonra
ansızın güller tomurur
bir sevgiyi için için biledikleri
gençlikleri yorulur
utangaç gülümsemeler eski resimlerde
kim silecek onları
kim yürüyecek ırmak boylarına
o hırpani paltolarla
yalnızlığı sımsıkı sarınarak
kim ısınacak?
yorgun değil hiçbiri
karanlıkta boğuşmaktan
yalnız değil hiçbiri
kendisiyle konuşmaktan
bir el verin yeter ki
bir el verin
bir tas su alsınlar
içlerinde köpüren çağlayanlardan
Hüseyin YURTTAŞ
Günün Fıkrası
Bizim Kıza Yakışıyor
Karadeniz’de hoca camide vaaz veriyormuş: “Kızlarımıza sahip çıkalım, çok açık giyiniyorlar, boya sürünüyorlar, zincir takıyorlar, kısa giyiniyorlar…” derken cemaatten biri seslenmiş: “İyi de hoca senin kızda bunları yapıyor.”
Hoca cevabı verir: “-Şimdi Allah var, bizim kıza yakışıyor”
Günün Sözü
Eğer bir insan bir işe kesin olarak, ben biliyorum iddiası ile başlarsa, şüphe ile son bulur. Fakat eğer o şüphe ile başlamaya razı olursa, sonunda gerçeği bulacaktır…
Francis Bacon