Değerli okurlarım, dünkü sayımızda ülkemizde görev yapmış bazı teknik direktörlerin isimlerini saymıştım. Tekrarlamamızda bir sakınca yok. Bu şekilde bilgilerimizi tazelemiş oluruz. Hiddink, Löw, Parreira, Del Bosque, Lucescu, Hagi, Daum, Zico, Aragones, Rijkaart, Schuster, Toshack, Thomas Doll, Feldkamp, Osieck, Gerets, Tigena… Bu futbol adamları ülkelerinde de teknik direktörlük yapıyorlardı. Çoğu futbolcuydu ve isimlerini bilmeyen yok.
Bu futbol adamlarını bayıla-bayıla ülkemize getiriyoruz ve iki sezon dolmadan hemen postalıyoruz. Bunun bir nedeni olmalı. Ülkemize gelmekte onların amacı ne? Bizim beklentilerimiz neler? Kovulan teknik adamlar, neden tekrar gelebiliyor? Yerli futbolcuları karakteristik yapıları nasıldır? Bu soruların hepsini cevaplayacağım. Cevaplarken bazı göndermelerimiz de olacak. Darılan darılır, kırılan kırılır, kendileri bilir.
Ancak, daha önce, çakma ile birlikte rezidanstan söz etmiştim ya. Hatta varoşlarda bile rezidans dikiliyor demiştim. Unutmadan anlatıp geçmek istiyorum. Zira son zamanlarda, bende biraz unutkanlık başladı. O nedenle unutmadan diyorum.
Efendim, rezidansın futbolla bir ilgisi yoktur. Mimarların, müteahhitlerin diktikleri gökdelenler, kurdukları siteleri kapsıyor. Ama ben bunu futbolla örtüştürmeye çalışacağım. Rezidanslar (lüks yerleşim yerleri) ülkemizde kendi içine kapalı şekilde yapılandırılıyor. Bu sitelerin ya da binaları çoğu güvenliği, spor tesisleri ve alış veriş merkezleriyle kapalı bir sistem oluşturuyor. Çevrelerini dönüştüreceğine inanarak, varoşlara hile kule dikildiği oluyor.
Gerçekçi olmak gerekirse, bu sayede, bir bakıma insanlar, ucuz bir semtte lüks içinde yaşıyor. İnsanların lüks içinde yaşamaları güzel de, uyum problemleri doğuyor, uyum sorunu çözülemiyor. Bu önemli sorun çözüme kavuşmayınca, insanlar birbirleriyle dost olamıyor ve bu yaklaşım çevreye de bir şey katmıyor.
Futbolla ne ilgisi var diye düşünen okurlarım için söylüyorum. Sınıf farkının olduğu yerde uyumdan söz edilemez. Çakmayız ya. Kurulan o semtte ucuz evde olmalı, pahalı bina da. Herkes görerek ve bilerek, özellikle özümleyerek bir basamak yukarı çıkmalı. Gençler de, olgun yaşlardakiler de bir arada bulunabilmeli ama rahatsızlık olmamalı. Herkes birbirinin artısını eksisini bilmeli ve yardımcı olabilmeli.
Sanırım ne demek istediğim anlaşıldı ama yine de yaşanan bir gerçeği de sizlere sunmak istiyorum. Düşününü ki; bir takımın alt yapısından gelen 17-18 yaşlarında, Ulu Önder Atatürk’ün buyurduğu gibi, zeki, çevik ve ahlaklı… Son derece yetenekli, istikbal vadeden genç bir futbolcu… Bu sporcuyu hemen “A” Milli Takıma çağırmanın eshab-ı harbiyesi olamaz. Futbolu bilen ülkelerde böyle bir uygulama söz konusu değildir.
Örnek olarak sunduğum bu genç sporcu profili ki, ülkemizde binlercesi var, daha futbolun “A”sını öğrenmeden yeteneklerini yitiriyor. Bu işler sırıkla atlar gibi olmamalı, basamak-basamak, kademe-kademe yapılırsa, çakma olmaktan kurtuluruz, kısa yoldan sınıf atlama derdimiz de olmaz. Rezidansla futbolu bu nedenle örtüştürmeye çalıştım.
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA