“Hayat kısa, kuşlar uçuyor!” dizelerinin sahibi şair Cemal Süreya, Haziran 1966 tarihli Papürüs’teki “Baş Yazı”na, “Birinci Cumhuriyet bir değer birikimi değil, bir değer tasfiyesi dönemi olmuştur. Yeni değerler hep yıkma değerlerdir. Yeni bir insan yaratmaktan çok eski bir insanı yıkmaya dönüktür” cümleleriyle başlıyor ..
Şair, söz konusu kısa makalesinin devamında, “aydınların bilinçaltında yenilgi korkusu bulunduğunu, kötümserlik, umutsuzluk içindeki genç aydınların özellikle 1950’den sonra uluslar arası dünyada pek fazla bir yer tutmadığımızı anlamaya başladığını ve moral çöküntüsü içinde inanç bunalımlarına düştüğünü” vurguluyor. Onları; “kabuğuna çekilmiş bir Bazarof’la, ticari ilişkiler kurma eylemine girebilmiş bir Oblomov karışığı tuhaf bir tip” olarak niteliyor ve ekliyor: “Birinci Cumhuriyet aydını davranış bakımından hiçbir şeye inanmayan ve niçin inanmadığını da merak etmeyen kişidir.”
Şairin sözünü ettiği Bazarof kim? Turganyev’in, “Babalar ve Oğullar” adlı romanında, baba ile oğlun arasına giren “inanç bunalımları yaşayan” bir tip! Özetle: Baba Kirisanof için annesi ölen oğul Arkadi, yarınların mutlu düşü.. Rusya’nın taşra kentlerinin birinde bu hasretle bekliyor baba.. Yetim oğul Petersburg Üniversitesi’ni bitirmiş dönüyor.. Yalnız değil, arkadaşı Bazarof da yanında.. Baba kucaklamak istiyor geçmişin hatıralarıyla gelecekteki umudu oğlunu.. Fakat yalnızlaşıp yabancılaşıyor.. Niçin? Çünkü arada Bazarof! Kim bu Bazarof? Geçmişten gelen kültürü toptan inkar eden “ihtilalci demokratlardan!” biri.. Ahlaki değerleri reddeden; ailenin, toplumun, ulusun var olan tüm değerlerine karşı çıkan bir nihilist! Hiçbir değer tanımayan inkarcı! Yeni bir toplum düzeni kurmak isteğiyle eski yerleşik düzeni bütünüyle yok etmek isteyen anarşist!
Ya Oblomov? Gonçarov’un, aynı adlı romanında, yan gelip yattığı sedirinde, yapacağı şeyleri düşleyen ve fakat sadece düşleyen bir tip.. Yazar, bu tipin şahsında Rusya’nın modernleşmesinin fotoğrafını çekerken, çözülen feodalizmi de betimliyor.. Oblomov’un en belirgin özelliği ne? Dünyada olup biten her şeye karşı duyarsızlık ve hareketsizlik! Fakat bu, onun doğuştan gelen bir karakteristiği değil süreç içinde oluşan bir özelliği.. Mesela, ne yapacaksa, kendisi adına hep başkaları yapıyor.. Dolayısıyla neyi yapabileceğini neyi yapamayacağını belirleyemiyor. “Şöyle bir şey olsaydı ne güzel olurdu” diyor, ama o şey nasıl öyle olacaktır, bilemiyor! Zamanla bu tür yaşama alışıyor ve “birisi benim adıma düşünsün, yapsın, çalışsın” tipli bir Oblomov oluyor..
Prof. Yalçın Küçük, “Edebiyat ile bilim yapmak” başlıklı yazısında “Edebiyat bilimsel araştırmaya kaynaklık edebilir mi?”diye soruyor ve iktisat, toplum ve siyaset bilimi açısından kaynaklık edebileceğini D.Defoe’nin Robinson romanı üzerinden gösteriyor.. Sayın Küçük söz konusu uzun incelemesinin devamında da, şair Süreya’nın “birinci cumhuriyet aydını” tezini; Reşat Nuri’nin Yeşil Gece, Yakup Kadri’nin Yaban romanları üzerinden edebiyatla bilim yaparak kanıtlıyor.. (Bilim Ve Edebiyat s.23,58 Tekin Y. Ank.1985)
“Şairin hayatı şiire dahildir” sözünün sahibi şair ise makalesinin devamında, “Ama biz sözü sanatçıya getirelim” diyor ve getiriyor: “Aydın için genellediğimiz davranışları o dönemin sanat yapıtlarında da görüyoruz.” Sanatçılarda, özellikle şairlerde gördüğü nihilist özü ise bir Kirilov davranışı olarak niteliyor; “İnandıklarına inanmadıkları gibi inanmadıklarına da inanmıyorlar!” (Papürüs’ten Başyazılar, s.20,21 Cem Y.)
Prof. Celal Şengör, 1 Şubat 2013 tarihli Cumhuriyet Bilim Teknoloji’de yer alan “Türkiye’de Yayımlanan Kitapların Konulara Göre Dağılımı” makalesinde, “Edebiyat ve toplum bilimleri konulu kitapların toplamda 29 bin, doğa bilimleri ve matematik konuluların ise sadece beş yüz adet” olduğunu aktarıyor ve yorumluyor. “Buradan benim anladığım şu: Türk okuru hoşça vakit geçirmeyi ve politika ile ilgili yazıları okumayı seviyor. Türk okuyucusu (ve sözüm ona aydını; zira ülkemizde her şair vs. de aydından sayılıyor) gerçek dünya ile ilgilenmiyor.” Prof. Kemal Özmen, aynı derginin 15 Şubat tarihli sayısında, “Sayın Şengör, galiba sizin için aydın, doğa bilimleri, matematik kitapları yazana/okuyana deniyor” diyor ve devam ediyor: “Şunu bilmenizi isterim: aydın asla meslek adamlığı değildir; buna doğrudan belirli bir bilim alanıyla ilgilenen kişiler de dahildir. Mesleki bilgi donanımı ne derece üst düzeyde olursa olsun, bu niteliklere sahip kişileri zorunlu olarak ‘aydın’ sayamayız. Peki kimdir aydın? Zihni, Kant’ın tanımladığı biçimde ‘aydınlanmış’ ve zorunlu olarak şu üç alanla, sanat, edebiyat ve felsefeyle beslenmiş kişi. Türkiye’deki ‘entelektüel’ ya da ‘aydın’ diye nitelendirilen çok sayıdaki insanın zihinsel sığlığını bu üç alandan uzak olmayla açıklamak hiç de abartılı kaçmaz diye düşünüyorum.”
“Öğretmenin hayatı kitaplara dahildir” sözüyle şair Süreya’ya atıf yaparak Bazarof’la Oblomov üzerinden sözü eğitime” getirebilirim artık.. Ne Bazarof ne de Oblomov kişiliğiyle doğmaz insan diye düşünüyorum ben.. İnsanın akli ve ahlaki yetileriyle eşrefi mahlukat olduğuna inanıyorum zira.. Doğuştan getirdiğimiz yetileri eğitimsel bir süreç içinde yeni kabullerle geliştirerek kazanıyoruz yeteneklerimizi.. Bu süreçte oluşuyor karakterimiz.. Kişiliğimizi de elbette.. Dolayısıyla marifet maarifte.. Arifin tarifi de orda, marufun da.. Kökü örf.. Örf; geçmişi geleceğe taşıyan kültürel birikimler toplamı, geleneksel değerler akışı.. “Emredebilmek marufu, nehyedebilmek münkeri..”
Selam ve saygılar…
Ben çok beğendim, çok kafiyeli olmuş.
Öğretmenim çok güzel yazmışsınız..