Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bu sabah suskunum. Düşünüyorum çünkü. Bütün gece, sabaha yakın bir saate dek okuduktan sonra bu sabah uyandığımda susmaya karar verdim. Ve susuyorum. Orucuma susma orucunu da ekledim. Kendimi dinlendiriyorum ya da öyle olmasını diliyorum. Çünkü bazen susmak konuşmaktan daha çok yorar bendenizi. Ama gelmişken de yamacıma onu geri çevirmek istemiyorum. Bu yüzden yerime şiir konuşsun istiyorum. Yazarını bilmiyorum. Adını bilmiyorum.
Ve şimdi sağlık ve sevgiyle kalalım sevgili okuyucularım. Her zaman ayrımsız gayrımsız. Birlik ve beraberlikle… Yase
Bir gidişi yaz” dediler, “yazarım” dedim…
Gitmeleri öğrenmiştim.
Susardı, susardım, susardık, suskularca…..
Bilinir bilinmez bir şarkının içinde kaybolurduk.
Biz en çok susmayı sevdik,
sevmeyi sevemediğimiz kadar.
Koptuk ve dağıldık her şeye.
Giderken durduramadık birbirimizi.
Durdurmaya elin, elim, ellerimiz yetmedi.
Eğitemedim çocuk kalmış korkularını,
yanılgılarını törpüleyemedim.
Sana gerçekleri gösteremediğim gibi.
Giderken durdurmalıydın beni, yapmalıydın, yapamadın.
Durdurmaya gücün, gücüm, gücümüz yetmedi.
Belki de yoktu, biz var sandık.
İnsan isterse yolları aşıyor,
sen kapının eşiğini aşıp gelemedin.
Geldiğim gibi gidemedim,
gittiğim gibi dönemedim yüzüne.
Sen, bildiğim sen değilsin artık.
Ben, bildiğin ben, değişemem.
Değişmelere suskun dudaklarım.
Şimdi acı, yolunu şaşırmış bir deniz kaplumbağası gibidir yüreğimde.
Şaşkın ama inatçı.
Şimdi sen, adı geçmişte saklı ince bir sızı.
Şimdi biz, bir şarkıdan çalınmış iki nota gibiyiz.
Eksiğiz ve yokuz.
Dilsiz ama mutluyuz.
Bir kapının eşiğinde kaldı her şey.
Beni dışarıya göndermeyecektin,
içerde tutacaktın, arkamdan gidişimi seyretmeyecektin,
yollara yürümeyecektim, sesimi gidişlerde yitirmeyecektim.
Sesimi geceye vermeyecektin.
Şimdi, kaldır gözlerini ve geceye bak.
Sesimi gör yukarıda, ortada bırakılmış tellerimi.
Densiz ama dengeli satırlarımın anlamını kavra.
Geceye bak, sesimi kaydırma.
Kimsenin öğretmediği bir şeyi öğretmeni dilerdim,
ayrılırken ama sen herkesin öğrettiğini yineledin
şimdi aşk, inançlarını yitiren bir ayyaştır köprü altlarımda..
Biz ki geceleri paylaştık, yastığı, şarkıları.
Biz ki sözleri paylaştık, kelimeleri.
Biz ki yüreği paylaşamadık, paylaşamadım galiba.
Nedendir bilmem, eksik kaldık korkulara.
Nutku tutulan gecelerin isimsiz sabahlarında,
yanlış ve yangın kaldık.
Geride kalan kırık ezgiler ve yorgun ruhların dansı.
Sokağımın serseri gülüşü,
gençliğimin asi sevgisi, isyanımın suskun gezgini.
Gitmeye meyilli değildim,
olduğum gibiydim, dinletemedim,
dinletemedin, dinletemedik belki de.
Şimdi sen, aksak bir hüzün,
nerede coşacağını bilmeyen.
Şimdi ben, değişemeyen bir şehir,
nasıl sevileceğini bilen.
Şimdi biz, olmayan bir şeyiz.
Bir kapının eşiğinde kaldı her şey.
Konuşmak anlamsız, susmak kalabalık, ayrılık bulaşıcı.
Sevda, kör topal yürüyen bir dilenci gibidir artık.
Seni sevdim ama gönderdin.
Gönderilince dönemiyorum.
Ben bir çiçeğim asi yanım, solunca aynı elde açamıyorum.
Susuyorum, susuyorsun, susuyorlar, suskularca….
gerçekte kim olduğunu çok düşündüm,
özleminin yer yer sağanak yağışlı olduğu zamanlarda
galiba artık biliyorum sen,
büyümeye zamanı olmayan çocukların,
dar zamanlarda attığı içten bir kahkahasın
beni beklemeye gidiyordun, galiba yolu şaşırdın
Bir gidişi yaz, dediler, yazarım dedim.
Gitmeyi öğrenmiştim, kalmayı öğretemediğim kadar.
Bir gidişi yaz, dediler, yazarım, dedim.
Gitmeyi giyinmiştim, yakıştırılmıştım veda sözlerine,
merhabalara alıştırılamadığım kadar.
Bir gidişi yaz, dediler, yazarım, dedim.
Çok gitmiştim, söz gitmiştim, uzun gitmiştim,
sesimi duyuramayacak kadar.
Bir gidişi yaz, dediler, yazmaya giderken kendimden geçmişim.
Arkama dönüp baktım, sende beni gördüm, el salladım.
Artık çok geç,
sendeki ben için çoktan bitmişim!
Mesneviden
Ağzına Yılan Kaçan Adam
Akıllı birisi, atına binmiş gidiyordu. Yol kenarında uyumakta olan birisinin de ağzına yılan kaçmak üzereydi. Atlı, yılanı ürkütüp kaçırmak ve adamı kurtarmak için atını koşturdu, fakat yetişemedi.
Tutup o adama kırbacıyla birkaç kere vurdu. Uyanan adam, darbelerin acısıyla bir ağacın altına kadar kaçtı. Oraya bir hayli çürük elma dökülmüştü. Atlı: “-Bunları ye” diye emretti.
Beyim, dedi adam, ben sana ne yaptım. Eğer bana hakikaten kastın varsa, vur kılıcı öldür. Sana çattığım saat ne uğursuzmuş. Ne mutlu senin yüzünü görmeyene… Dinsizler bile kimseye sebepsiz böyle yapmazlar.”
Bir yandan da lanetler okuyor, beddua ediyordu: “Ya Rabbi, cezasını sen ver” diyordu.
Atlı ise onu dövüyor: “Koş” diyordu.
Atlı adamı epeyce bir zaman koşturdu. Nihayet adamın safrası kabardı, yediklerini kusmaya başladı. Bu arada yılan da çıktı. Adam yılanı görünce atlının ayağına kapandı: “Sen bir rahmet meleğisin, dedi, ne mübarek saatmiş ki seni gördüm. Sen beni analar gibi ararken ben eşekler gibi kaçıyordum. Durumu biraz olsun bilseydim sana bu kadar kötü sözleri söyler miydim? Sükut ederek kızgın göründün, hiçbir şey söylemeksizin kafama vurmaya başladın. Bağışla!”
“Eğer ben biraz olsun sana hali çıtlatsaydım derhal ödün patlardı, içindeki yılanı bilseydin ne elma yiyebilir, ne koşabilir ne de kusabilirdin. Sen bana söverken ben gizlice, ‘Ya Rabbi, işimi kolaylaştır’ diye dua ediyordum.”
İşte bu, akıllının düşmanlığıdır. Akıllının düşmanlığı, ahmağın dostluğundan yeğdir, denilmiştir. Peygamberler, halka içlerindeki yılanı göstermeye çalışır, insanlar ise onlara kötü sözler söylerler, hali anlamaz!
Günün Şiiri
Adımla Nasıl Berabersem
Hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların
Bir dakika bile çıkmıyorsun aklımdan
Koşar gibi yürüyüşün
Karanlıkta bir ışık gibi aydınlık gülüşün
Hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların
Uzak uzak yıldızlarla çevrilmiş kainatın
Karanlık boşluklarında akıp giderken zaman
Adımla nasıl berabersem öylece beraberiz
Seninle her saat seninle her dakika seninle her saniye
Gönlümüz mutluluğa inanmış olmanın gururuyla rahat
Koltuğumuzun altında birer dinamit gibi kellemiz
Ve sonra her zaman her ölümlüye
Aynı şartlar altında kısmet olmayan
gerçekleri görmenin aydınlığı alınlarımızda
hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların
sen bana kalbim kadar elim kadar yakınsın
Atilla İLHAN
Böyle Bir Sevmek
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
yağmur giyerlerdi sonbaharla bir
azıcık okşasam sanki çocuktular
bıraksam korkudan gözleri sislenir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir
hayır sanmayın ki beni unuttular
hâlâ arasıra mektupları gelir
gerçek değildiler birer umuttular
eski bir şarkı belki bir şiir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir
yalnızlıklarımda elimden tuttular
uzak fısıltıları içimi ürpertir
sanki gökyüzünde bir buluttular
nereye kayboldular şimdi kim bilir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir
Attila İLHAN
Günün Fıkrası
Gökte Misafir Edilen Ne Yer?
Nasreddin Hoca, Ramazan ayı boyunca vaazlar etmek, namazları, teravihleri kıldırmak üzere evine uzak bir köyde işe başlamış. Hoca’ya köyde bir oda tahsis etmişler. Görevi kısa süreli olduğundan Hoca ailesini getirmemiş, odasında tek başına kalıyormuş. Köyde vaaz ederken bir ara Hz. İsa’nın göğe çekildiğinden söz etmiş. Camiden çıkınca yaşlı bir kadın yanına yaklaşıp: “Hoca efendi, Hz. İsa göğe çekildi dedin, ama orada ne yeyip ne içtiğini anlatmadın!”
Hoca: “Bre kadın, günlerdir bu köyün misafiriyim. Bir gün olsun misafirimiz ne yer ne içer demediniz de, gökte misafir edilen Peygamberin ne yiyip ne içtiğini soruyorsun!” demiş
Günün Sözü
Yüzümüzün ve gözlerimizin rengi ne olursa olsun, gözyaşlarımızın rengi aynıdır.
Mevlana