Değerli okurlarım, biz insanlar mümkün olmayacak hadiselerde o işin olduğunu, olabileceğini düşündükçe nasıl mutlu oluyorsa bir de insanoğlu’nun ana rahminde neler yaptığını, nasıl yaşadığını merak etmelidir. O konuda şöyle açıklanabilir.
İnsan, nasıl yoktan var olduğunu nasıl can sahibi olduğunu ve anne rahmine düşüşünden bugüne kadar nasıl imtihanla korunduğunu düşündüğünde, Allah’ın üzerindeki rahmetini, sonsuz merhamet ve şefkatini görür. Allah Meryem suresindeki insanları, yaratılışları üzerinde düşünmeye çağırmaktadır. “İnsan önceden hiçbir şey değilken, gerçekten, bizim onu yaratmış bulunduğumuzu hiç düşünmüyor mu?”
Allah, ana rahminde insanları son derece korunaklı, sakat kalmayacağı, acı duymayacağı bir yere, ona zarar gelmeyecek şekilde yerleştirir. Dünyaya gelen her bir bebek için gereken her şey milyarlarca yıl öncesinden hazırlanmıştır. Soluyacağı havadan, gerekli sütünü ve besinini alacağı her şey hazır bekler.
Her insan bedeni, ölene kadar, Allah’ın yarattığı kusursuz sistem sayesinde korunur. Örneğin kalp, insanın yaşam süresi boyunca durmaksızın atar. İnsanlar bunun için hiçbir şey yapmak zorunda değildir. İnsan sadece kalbinin her saniye atması için ona gereken ermiş verme görevini üstlenmiş olsaydı bile, hayatı çok zorlaşırdı. Uyuyamaz, yemek yiyemez, neredeyse bundan başka bir işi yapamayacak hale gelirdi. Oysa Allah, yaşamının ilk gününden itibaren her insanın kalbine ölene dek çalışma emrini vermektedir. Böylece kalp insanın ömrü boyunca bir an bile durmaksızın, Allah’ın kontrolünde çalışmaya devam etmektedir.
İnsanın kendisine ait olduğunu iddia ettiği bedeni üzerinde hiçbir hâkimiyeti yoktur. İnsana tüm hücrelerine varıncaya kadar hâkim olan yalnızca yüce Allah’tır. Büyük bir hızla akan kanı, kalbin pompaladığı kan miktarını, kanın pıhtılaşma süresini, solunum, sindirim, savunma, sinir sistemi ve burada saymadığımız pek çok sistemi insan kendi başına kontrol ve idare edemez.
İnsan her şeyiyle Allah’a muhtaçtır. Onun kontrolünden çıkamaz. İstese de bunu yapamaz. Sadece, öldüğünde (o da Allah’ın emriyle olur) Kalp atışı, kan dolaşımı, sosyal yaşam hepsi son bulur. Daha sonra, hesap günü yeniden canlanacağımızı ve nasıl bir ortamda bulunacağımızı bilmekte ve ona göre hareket etmekte yarar var. O günler geldiğinde, nohut ve kömürle oy çalanların ne yapacaklarını bilemem ama Yüce Allah yine bizleri koruyacaktır.
Mutlu olun, Mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Gönül Köşemden
Unutamadığım Ramazan Pideleri
Değerli okurlarım, “Ramazan ve Oruç” denildiğine pideyi düşünmemek mümkün mü? Doğu’nu bazı illerinde özellikle Urfa ve ilçelerinde fırınların tezgâhlarını süsleyen, mis gibi kokan pideleri mideye indirmek her zaman mümkün olmasına mümkün de sadece Ramazan Ayı’nda bu hemen-hemen mümkün değil. İftardan bir saat önce fırının önünde kuyruğa girip o mis kokuyu uzaktan hissetmen gerekiyor.
Suyundan mı, havasından mı bilemiyorum ama Şanlıurfa ve ilçelerinin pideleri lezzet bakımından bir harika. Kendinizi pideye doyuramazsınız. Pide uzmanları tırnakları ile şekil verdiklerinden, Şanlıurfa’da bir ekmeğe “DIRNAHLI” derler. Burada maharet, hamur üzerinde çok küçük tümsekler oluşturabilmek. Her şeyin bir ustalığı var doğal olarak.
Ramazan pideleriyle çok küçük yaşta tanıştım. Neden iftara yakın değil de, daha önceleri alınmadığının hiç de üzerinde durmadım. Daha sonraları öğrenmekte hiç de güçlük çekmedim. Ulu cami’nin ve minarelerin Şerifelerinde ışıklar yandığında Ramazan pidesi almak için görevli çocuklar Su Meydanı’ndaki Eski Fırın’ın yolunu tutarlardı. Kuyruktakiler hep çocuk olduğundan, gürültü, patırdamalar, itişip kalkışmalar gırla gider, zaman-zaman da küçük boyutta kavgalarda olurdu. Her şeyin sonunda bize verilen para kadar mis gibi kokan Ramazan Pidesini alır eve gelirdik.
Bir bakıma, pide kuyruğundaki çocuklar, yaşamlarında ilk kez ekmek peşindeydi ve bunları yazarken de, trajedi yapıyorum. Bu işin yaşı yok, ağlamakla gülmek arasında bir şey. Madem trajedi yaptık, bir gerçeği de vurgulamadan geçemem.
İlkokula bile gitmiyordum ve aynı zamanda oruçluydum. Mis gibi Ramazan pidelerini bağrıma basıp evin yolunu tutuğumda, o pideyi yememek, birazcık koparmamak belki de benim ilk irade sınavımdı. Urfa insanı karagözlü, yağız tenli, yanık seslidir. Yanında isotuda varsa değme keyfine. Zaten akşamları hem hüzünlü ve hem de buğuludur. Bu ifadelerim o günlere ait. Şimdikiler için kefaletim olamaz.
Yıllar sonra, Ankara’da ve Ramazan günlerinde pidelere seyyar tezgâhlarda satılırken tanık oldum. Ben gurbete düşmüştüm ya, o pidelerde tezgâhlara düşmüşlerdi. Onunla el eleyken pidelere bakarak gülümsedim. İkimizde oruçtuk. O hatırım için oruçtu. O sıcakta sabahtan akşama kadar yürüyorduk, Başkent’i altüst ediyorduk yine de ne acıkıyorduk ne de susuyorduk. Demek ki samimi ve sevecen bakışlar insanı doyuruyor. Okurlarım gülebilir ama benim hiç güleceğim gelmiyor. O muhterem nur içinde yatsın. Zaten bizim de yolumuz kısaldı.
Pidelere bakarak gülümsedim. “Sende mi gurbete çıktın” dedim. İkimizde çok güldük. Nerde olsa orada iftar ediyorum. Bir defasında, Onunla bir pideyi ayaküstü bitirmiştik iftarda. Çok güzel çok hoş ve mis gibiydi o pide. Hala tadı damağımda! Gerçekten o denli leziz miydi acaba?
Öncelikle tüm insanların bir sofrası ve üzerinde Ramazan pidesi olmasını diliyorum. Sofradaki pideler zenginliğin belirtisi değil ama olmaması yoksulluğun belirtisidir diye düşünüyorum. Ramazan pidelerinin anlamı çok büyüktür bizim için. Ramazan pideleri çocukluğumuzun, anılarımızın, geçmişimizin, yitirdiklerimizin, sofralarımızın ve O’nun da yer aldığı kalın bir roman gibidir.
Okudukça değil, Düşündükçe Ve Kokladıkça Anlarsınız… Sizin ve çalışma arkadaşlarımın Ramazan’larını en iyi dileklerimle kutlarım.
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Günün Nabzı
Meryem’in Ağrısı Başladığında
İnsanlar, yollarını müşküllerle, dertlerle bulur. İnsana yol gösteren derttir biraz da. İnsan hangi işe koyulursa, o işin hevesi, aşkı gönlünde doğmazsa, o iş kolay gelmez ve başaramaz da…
Meryem, doğum ağrısı başlamadan baht ağacının yanına gitmedi. Doğum ağrısı, onu hurma ağacının dibine sevk etti. O’nu, ağaca götüren o dertti de, kuru ağaç meyve verdi. Beden, Meryem’e benzer. Her birimizin bir İsa’sı vardır. Bir dert meydana gelirse İsa’mız doğar. Fakat dert olmazsa İsa, geldiği o gizli yoldan gider yine aslına kavuşur, ancak biz mahkûm kalırız, faydalanamayız ondan.
Dertten maksat şudur: Bütün peygamberler Allah’ın emrini, tabasına anlatırken büyük zorluklar çekmişlerdir. Allah onlara olağan üstü sabır vermiştir. Hz. İsa mesh etmek suretiyle kötürümlere ve amalara şifa vermesine rağmen, uzun zaman tabası O’nu zor durumda bırakmıştır.
Elleri ve ayakları bir direğe çivilendiğinde, akan mübarek kanı, rahmetinde etkisiyle bütün hastalar şifa olmuştur. Bu konuyu ayrı bir sanat sayfamda sizlere ayrıntılı olarak sunacağım.
Bir Ayet
O gün, Rahman’ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez… Taha Suresi: 109
Bir Hadis
Resulullah (S.A.V.) buyurdular ki: “Ameller Allah’ı Teala Hazretlerine Pazartesi ve Perşembe günleri arzedilir. Ben, amelimin oruçlu olduğum halde arzedilmesini isterim. Termizi
Günün Sözü
Ramazan Ay’ı Oruç Ayıdır!
Öcal’dan İnciler
Cenab-ı Allah, Dürüstleri Sever