“DNA onarım mekanizmasını” açığa çıkartan buluşuyla Nobel Kimya ödülünü alan Prof. Dr. Aziz Sancar, aldığı madalyayı Ata’nın manevi şahsında Türk gençliğine sundu!
Niçin? “Ben, manevi miras olarak hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır!” diyen Mustafa Kemal aydınlığında yetişmiş bir bilim insanı olduğu için elbette.. Ki, ödül sonrası şöyle demişti Aziz Hoca: “Cumhuriyet, benim başarılarımda en temel unsurdur. Birincisi özgüven verdi, çalışırsam yedi düvelle yarışırım güvenini aşıladı. İkincisi, Cumhuriyet ilköğretimden tutun da üniversite eğitimime kadar parasız ve üstün kaliteli eğitim sağladı. Cumhuriyet eğitimi sayesinde, o günün şartlarında yüksek seviyede araştırma imkânları olmamasına rağmen bu imkânların olduğu bir ülkede araştırma yapmak için gerekli teorik ve zihinsel altyapıya sahip oldum.”
Doğulu toplumların son iki yüzyıldır içine düştükleri Orta Çağ Karanlığını daha önce batılı toplumlar yaşamıştı! Kanıt, Aydınlanma kavramının literatürdeki sahibi Kant’ın tanımında.. Kant, “İnsanın kendi suçuyla düşmüş olduğu bir ergin olmayış durumundan kurtulup, aklını kendisinin kullanmaya başlamasıdır” şeklinde tanımlar aydınlanmayı.. Ona göre, insan bu duruma aklın kendisi yüzünden değil, onu kullanamaması yüzünden düşmüştü!
Diğer kanıt, 15 ve 16. yüzyıllar içerisinde tarihe “aydınlanma çağı” olarak geçen Avrupa ülkelerindeki “Rönesans ve reform” hareketleri.. Batılı toplumların zihinsel zeminini, ortaçağ boyunca kaplayan karanlık, doğudan sızan aklın ışığıyla aydınlanmaya başlayınca, duyumsanan ışıkla birlikte uyanış da başladı.. Bu uyanışa yeniden duyumsayış ya da yeniden doğuş anlamıyla Rönesans dediler! Devamında bilgiyi gerçek yaşamın içinde yeniden üreterek günümüz aydınlanmasının ve aydınlığın da gerçek sahibi oldular!
Oysa, Batı ortaçağ karanlığını yaşarken, Doğu, İbni Sina (ö. 1037) ışığında aydınlanma devriminin en parlak dönemini yaşıyordu.. Rönesans başlangıcında İbni Sina’nın eserleri batının eğitim kurumlarında önce avizelendi, “Avesina” olarak anıldı sonra.. 872 yılında ölen, akılcılık felsefesinin kurucusu Arap düşünür El Kindi, eserleriyle Rönesans Avrupa’sında yeniden doğdu.. Halac-ı Mansur 922 yılında “Enel Hak” yangınında aydınlatırken doğuyu, batı zifiri bir karanlıkta değil miydi?
Ya doğa felsefesinin kurucusu İran’lı Razi? 926 yılında ölen Razi, deney ve tümevarım yöntemlerini kullanarak bilginin sadece duyularla elde edildiğini söylemişti.. Ya matematiksel denklemlerin kurucusu el Cebir.. Ya ilk ütopik erdemler kentinin “Medinetül Fazıla’nın” yazarı Farabi.. (ö. 950) Ya batıyı en batıdan aydınlatan Endülüs’lü İbni Bacce (ö. 1138) İbni Rüşt, (ö. 1198) İbni Tufeyl’i (ö. 1185) İbni Tufeyl ki “aklı öne çıkararak insanın bilgiye ulaşabileceğini” roman diliyle anlatan ilk Ada öyküsünün yazarı.. Batıdaki taklidi ise Robenson.. Ya batılı her düşünürün her yargısını taklit ettiği ünlü Mukaddime yazarı Sosyolojinin kurucusu İbni Haldun.. (Ö. 1406) Özetle, “Aklın ve aşkın taşkın nehirleri” Ömer Hayyamlar, Uluğ Beyler, Ahmet Yeseviler, Celalettin Rumi’ler, Hacı Bektaşlar, Yunus Emreler hangi aydınlık çağda yaşamışlardı?
Soralım: Kaç bilinmeyenli denklemdir acaba kendimize yabancılaşmamız? Bilim ve Teknik Dergisi’nden bir alıntıyla yanıtlayalım: “Hayyam, Semerkant’da cebir çalışırken bilinmeyen değerler yerine Arapça “şey” kelimesini kullanırdı. Endülüs’teki İspanyolca eserlerde ise bu “xey” şeklini aldı ve zamanla evrensel “x” sembolüne dönüştü.”
Günümüzde, doğulu toplumların biçimi eski haline kavuşturma anlamıyla kimi reformistlerinin, “aydınlanma” deyince 1789 Fransız İhtilali öncesi ve sonrası batılı düşünürlerinin dünya yorumlarını referans almalarını bu açıdan anlayışla karşılayabiliriz diye düşünüyorum ben.. Çünkü o batılı düşünürlerin düşüncelerinin kökeninde İbni Sina’dan Yunus Emre’ye, Farabi’den Ömer Hayyam’a doğunun aydınlanma meşaleleri var.. Batılı düşünürlerin düşüncelerinin kökeninde yer alan doğu aydınlığını, doğulu toplumlar yeniden duyumsayabilirlerse yeniden şekillenme anlamıyla reform değil, yeniden duyumsayış anlamıyla kendi Rönesans’larını da hayata geçirebileceklerini söyleyebiliriz.
İşte Mustafa Kemal aydınlığını ben, bu anlamla yorumluyorum.. Mustafa Kemal, düşüncelerinin özü olan “bilim ve aklı” kendi tarihsel köklerimizden sızan ışık huzmesi içinde duyumsayarak yirminci yüzyılın hemen başlarında tarihe “Türk Devrimi” olarak geçen doğunun ilk toplumsal “Rönesans” olgusunu açığa çıkartmadı mı? Cumhuriyet aydınlanmasının ışığı nereden geliyor? Kökü uygarlık tarihimizin meşalesi İbni Sina’yla avizelenen Mustafa Kemal’den geliyor.. Ki Aziz Hoca, tam da bu nedenle avizeliyor zaten Anıtkabir’e Nobel madalyasını..
Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com