Toplumcu hümanist düşünce insanı Gramsci, “İnsan nedir?” sorusunu; “Bizi ilgilendiren her insanın ne olduğu değil, her insanın her an ne olmakta olduğudur. Öyleyse insan bir süreçtir ve kesin olarak kendi davranışlarının sürecidir” şeklide yanıtlar..
Gramsci, bir sonraki sayfada, (Seçmeler, s.51, Belge Y.) ‘insan toplumsal bir varlıktır’ der ve Feuerbach’ın “insan ne yerse odur” yargısına eleştirel atıfla, her insanın toplumsal kültürle bağlantılı eğitimle değişen diyalektik bir süreç olduğunu anlatır..
“Davranışlara yön veren temel etmen, ortam ve koşullara göre değişse de, içinde yaşanılan toplumun kabul gören değerler örgüsüdür” der davranış bilimciler de..
Toplumların öteden beri gelen birçok değer yargısının olduğu bir gerçektir elbette.. Ve fakat bu yargıların tümünün değerli olduğu gibi bir yargının sorgulanması gereği de bir başka gerçektir.. Ne uyum sağlama adına “değersizliklere” boyun eğenlerin “enseyi karartma” türü görüşlerinde; ne de “değerlere” karşı çıkma adına yok sayan “inkarcı körlüklerde” yer almaz “zamanın değişmesiyle yargıların da değişebileceği” hükmü şahsiyetinde ve “gerçek yaşamı yeniden üretme temelinde” bir düşünsel sorgulama..
“İlmi cedel” anlam karşılığıyla tanımlanan “diyalektiğin” anayasası, “Her şey değişir!” ilkesiyle başlar.. “Değişmeyen tek şey değişme yasasıdır!” diye devam eder..
Dücane Cündioğlu, “Sözün genişliğe değil, derinliğe ihtiyacı var!” diyor.. Bu bağlamda özetle yazmak gerekiyor.. İnsani halimizin ilmi; değişerek gelişme, gelişerek değişme içeren diyalektik bir sentezleme süreci oluyor.. Artı, bu süreçte her sentez aynı zamanda yeni bir tez oluyor.. Diyalektiğin bu ilkesiyle düşünüldüğünde, değişmenin gelişmeye yönelik iyi, güzel, doğru veya çürümeye yönelik kötü, çirkin, yanlış görünümleri üzerinden gerçekleştiği de görülüyor.. Değişmenin ikinci görünümü zihinlerimizde başkalaşmayı fotoğraflıyor.. Ve fakat hızla değişen teknoloji çağında kim kaç cigabayt değişmiş, kim kaç piksel başkalaşmış fotoğraflamamız çok da kolay olmuyor! Zira gözlerimizin kadrajına görüldüğü gibi olmayan, olduğu gibi de görülmeyenlerin gölgesi düşüyor.. Mesela, kimileri kendilerinin hiç değişmediğinden dem vurup, gerçekte geçirmiş olduğu başkalaşımın fotoğrafını, klasik anlatıların gölgesinde gizliyor.. Kimileri de geçirdiği mutasyonu, ‘zamanın ruhu’ üzerinden modernlik fotoğraflarıyla örtülüyor.. İyi de, peki mutasyona uğramayanlar nasıl tanınıyor? Onlar fotoğraflanmayı sevmiyor.. Ve fakat “dinozorlarla” özdeşleştirilerek resimleri çiziliyor!
Hangi yaşta olursak olalım, her birimiz dünkü toplumsal bir kültürün çocuğuyuz ve yarınki bir kültürün de ana babası.. Ya bugünkü? Bugün, fosilleşmeden belirtmek gerekiyor.. Dünkü kültürde dinozor, “fosilleşmiş” düşünceler anlamında kullanılıyor.. Bugünün kültüründe ise, toplumsal yozlaşmaya, sığlaşmaya, çürümeye karşı dünkü kültürü bugün yeniden üreterek yaşayabilme mücadelesindeki soyu tükenmekte olanlar için kullanılıyor.. Bu bağlamda kullanılan bir diğer kavram da “kelaynak” oluyor.. Ki kelaynaklar da zaten dinozorların kafasına tünüyor.. Bugünün kültüründe zor bulunan ‘kafasında kelaynak tünemiş dinozorlardan’ biri, bir öğretmen arkadaşımın nitelemesiyle bu satırların yazarı oluyor.. Hemen belirtmeliyim ki, “kafasında kelaynak tünemiş dinozor” nitelemesinden dolayı her hangi bir sitemim yok arkadaşıma.. Zira yaşarken fosilleşmekten iyidir yaşayan kelaynak veya dinozorlardan olmak!
“Üret, biriktir, paylaş, hal hatır sor, selamlaş!” Bu değerler dünkü içinde doğduğumuz kültürden.. “Sahip ol, tüket, üstün ol, hatır gönül dinlemem kaybol!” Bu da doğurduğumuz bugünün kültüründen.. “Kafasında kelaynak tünemiş dinozorlardan” Prof. Dr. Fisun Çuhadaroğlu, “tüketim toplumlarındaki” tüketim odaklı “toplumsal değişimi” şöyle özetliyor: “Nesne ilişkilerinde kalıcılık, yerini gelip geçiciliğe bırakmıştır. Toplumlarda bir kağıt eşya kültürü oluşmuştur. Buna kullan at kültürü de diyebiliriz. Bu kültür gerçeklik duygusunu azaltmakta, yabancılaşmaya yol açmaktadır.”
Peki, insanın yabancılaşmadan kurtulması mümkün mü? Hz. Ömer’in, “İnsanlar; inandığı gibi yaşamazsa, yaşadığı gibi inanmaya başlar!” ilmihalinden hareketle, bence mümkün.. Bunun için önce “hatır gönül dinlemem kaybol!” değersizliğine yabancılaşmamız ve “hal hatır sor, selamlaş!” değerine yakınlaşmamız gerekiyor.. Ve fakat bunu “yalnız kal (söz) değil, aynı anda hal ehli olarak” bizatihi yaşayarak bir ilmihal yapmak gerekiyor.. Tam da bu bağlamda iki dizede özetliyor halimizin ilmini Fazıl şairimiz; “Yandı kitap dağlarım ne garip bir hal oldu, / Sonunda bana kalan yalnız ilmihal oldu!”
Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com