Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Doktorlara yönelik saldırılar hızla akıl almaz bir şekilde artıyor. Sanki haberi okuyan “bende şöyle bir darp edeyim, herkes yapıyor zaten” diyerek doktora gidiyor. Tedavi olmak bahane gibi oldu. Zaten her zaman inanmışım insanların yarıdan çoğu, çok zaman öylesine gidiyor hastanelere. Ve aslında gündelik sıkıntılardan sayılabilecek rahatsızlıklar yüzünden hastanelere giden insanlar gerçekleten hasta olan insanların zamanını alabiliyorlar. Yakından tanık olduğum şeyler bunlar ve herkesin az çok bildiği.
Bu insanlar yüzünden hem ilaç israfı tavan yapıyor hem de hastanelerde sıra kuyrukları uzayıp gidiyor. En son İskenderun’a gelmeden önce yazmıştım anımsarsanız. Aniden mide kanaması geçiren teyzem yüzünden Sabiha Gökçen havaalanı yerine Haydarpaşa Araştırma Hastanesi acil bölümüne konuk olmuştuk. Acilde bile yoğun bir curcuna vardı… Sarhoşlar kanamalıların önüne geçmek isteyebiliyorlardı? Oradaki misafirliğimiz ne yazık ki hala sürüyor, teyzemi bırakıp dönmek zorunda kaldım. Ancak orada kaldığım zaman içinde gördüklerim, yaşadıklarım herkesin aslında kendi kendine halledebileceği şeyler için polikliniklere hücum ettiği yolunda ve herkesin çok rahat olduğu, garip bir şekilde!. Yani tabi herkesin rahatsızlığı kendine çok önemlidir bunu da saygıyla karşılıyorum. Ve hatta rahatsızlığının çok önemli sananların daha da özel bakılması taraftarıyım.
Ancak Allah aşkına hanginse yetişsin bu doktorlar bu hemşireler. Ki her katta bir tek hemşire var. Aslında herkesin iyice bilmesi gereken bir şeyler olmalı. Bir defa hastaneler babamızın yeri değil, doktorlar hemşireler de özel hizmetlimiz değil. (kızcağız kime döneceğini şaşırıyordu ve ağzından en ufak bir ses çıkmadı sabırsızlık babında.) Hastaysak hastalığımızı bilelim. Terbiyemizi takınalım ve saygıda kusur etmeyelim ki bize de saygısızlıkta bulunmasınlar. Herkesin bir işi var ve kimse kimseye işini öğretmesin ama biz hem hastayız hem de doktoruz, hem de hemşirelere işini öğretebiliriz. Hem de dövebiliriz.
Bakın adam doktora kızıyor arabası ile giriyor hastaneye, nasıl bir özgüven, nasıl bir hastalık durumları anlaşılır gibi değil. Acilde kavga çıkarmak acili alt üst edip kamuya ait eşyalara zarar vermek nasıl bir beynin ürünü olabilir anlayan yok… Benim anladığım valla nüfus hızla artıyor, artan nüfus çok şey istiyor. Özellikle İstanbul’da ancak olanaklar kısıtlı ve yoksulluk sınırları zorluyor sinirlerleri de geriyor. Her an patlamaya hazır gibi dolaşıyor insanlar. Otobüslerde öyle, sokakta öyle, evlerde öyle… Geçenlerde izlemişsinizdir. Adam hamile eşini hırsızlık yapmadı diye bir güzel benzetmiş. Kadın koruma istemiş. Adam onu öldürecekmiş. Zaten gün geçmiyor kadın cinayeti olmasın neredeyse kanıksayacağız. Bunun yanında yine onlarca çocuk cinayetleri. Tecavüzler. Bunları yapan insanların psikolojisi bozuk olmalı bu durumda değil mi yani normal bir insanın yapabileceği şeyler değil bunlar bence. Ve bu durumda doktorlar ve sağlık görevlileri de kuşkusuz bu darp olaylarından nasiplerini alıyorlar ne yazık ki.
Ve bu gidiş insanı korkutur ve yazarak, çizerek, kınayarak bunun önleminin alınabileceğine inanıyorum. Ve ekonomide buluyorum suçun onda beşini. Diğer beşini ise kişilik sorunu olarak nitelendiriyorum. Kişiliği gelişmiş insanlar zorluklara rağmen ayakta durabilen kendine ve çevresine zarar vermeyen insanlardır. Kişilik sorunu olanlarsa durumları düzelse de bir bahane ile yine anarşi yaratabilecek insanlardır. Ancak sorun yalnızca kişiliklerinden kaynaklanmış olanlar ona göre değerlendirilirler o zaman. Ve kendi hesabıma cezaların caydırıcılığına inanmıyorum ancak gerekliliğine inanıyorum. Belki bir an caydırıcı olabilir ama kafaların içi değişmedikçe ve karışıklığı tetikleyen olaylar ve yasaklar oldukça, darp olayları, tecavüz ve kadın cinayetleri olacak. Bu fala bakmak değil. Gaipten haber vermekte değil. Sorunun, bu olayların olabilirliğini en aza indirebilecek önlemlerin alınması ile azalabileceğine inanıyorum… Ekonomisi düzelmiş, geçim sorunu olmayan toplumun temel taşını oluşturan aileler de mutlu olan insanların eğer bozuk değilse kişiliği ve şiddete meyilli değilse bu tür işlerden uzak kalacağını düşünüyorum.
Ve ailede huzur toplumda huzur… Ancak günümüzde huzur, askıya asılıp dolaba kaldırıldığından, en iyimserimiz bile patlamaya hazır bomba gibi geziyoruz ortalıkta. Bu da bir gerçek… Bazılarımız içimizde patlamalar yaşarız, bazılarımız etrafı darmadağın ederiz gürültümüzle. Her iki durumda zararlı… Bu yüzden içimizde bombalar oluşturacak malzemeyi barındırmayalım. Her zaman içimiz temizlemek için nedenler bulalım. Örneğin şimdilerde erken çiçek açan bademler var. Limon ağaçları var. Onları görebilelim eğer kendi huzursuzluk perdemizi indirirsek gözlerimizden, inanın huzur hemen dolaptan çıkıp yüreğimize dolacak. Ve ahhh diyorum gerçekten bu kadar kolay olabilse her şey…
Ve sevgili okuyucularım hiçbir darp, hiçbir cinayet, hiçbir işkence cezasız kalmamalı diye düşünüyorum. Cezanın caydırıcılığı olmasa bile ceza cezadır ve verilmeli. En azından bu işi yapanlar bilsin ki kafaların içini temizlemişlerse yine en ağır cezaya çarptırılabilsinler. Öyle elini kolunu sallayarak dolaşamaz hiçbir suçlu bunu bilsinler. Suç varsa cezada var. Bu kadar basit…
Ve keşke hiç suç olmasaydı cezada olmazdı o zaman. Bizde bu yazıları yazmazdık. Ama her halde o zamanda bu dünyada yaşıyor olmazdık değil mi? Ve şimdilik sağlık, sevgi, birlik ve beraberlik içinde kalalım diyorum sevgili okuyucularım, suçsuz ve cezasız bir şekilde. Yase
Timsahla Sırtlan
Suların yükseldiği sırada Nil kıyısında bir sırtlan ile bir timsah karşılaştılar, durup selamladılar birbirlerini. Sırtlan konuştu ve dedi; “Günleriniz nasıl geçiyor efendim?” Timsah cevap verdi; “Kötü geçiyor, gün oluyor acılarım ve hüznüm içinde ağlıyorum ve yaratıklar diyorlar ki, bunlar yalnızca timsah gözyaşları, bu beni her sözün ötesinde yaralıyor.” Sırtlan dedi ki; “Acınız ve hüznünüzden söz ediyorsunuz ama bir an için beni düşünün. Dünyanın güzelliğine, harikalarına, mucizelerine bakıyorum ve salt bir sevinçle, günün güldüğü gibi gülüyorum. Ormanın insanları diyorlar ki; bu yalnızca bir sırtlan gülüşü.”
Halil Cibran
& & & & &
Çalmayı Bilmek
Tarihin en ünlü filozoflarından biri olan Sokrates (MÖ:470-MÖ:399), Atina kanunlarına göre yargılanıp ölüme mahkum edildi, Sokrates’i son kez görmeye gelen öğrencilerinden birinin elinde bir saz gördü. Sazın nasıl çalınacağını öğrenmek istediğinde öğrencisi hayretle “-Üstadım ama nasıl olur? Az sonra zehri içeceksiniz, çalmaya vaktiniz olmayacak ve bir zevk duymayacaksınız” dedi. Sokrates ölmeden önce son dersini verdi; “-Evladım! Asıl zevk çalmakta değil, çalmayı öğrenmektedir.”
& & & & &
Servet
Meşhur bir filozofa: Servet ayaklarınızın altında olduğu halde neden bu kadar fakirsiniz? diye sorulduğunda filozof: Ona ulaşmak için eğilmek lazım da ondan, demiş.
Günün Şiiri
SU HAVASI
1934’ün güzel yarı gününde
Hava görklü bir güldü barbunya rengi
Ve yaprakları sigara kâğıdından bir ağaçla başlardı orman
Ben içine dalmaya hazırlanınca
Çünkü seni bekliyordum
Ve benimle gelirsen
Nereye olursa olsun
Gümüşün üzerine kazılı nakıştır ağzın
Yaygın ve kırık mavi tekerleğin durmadan yükselerek
Beni karşılamak üzere yarışıyordu tüm büyüler
Bir sincap yüreğime ak karnını yaslamaya koşmuştu
Nasıl duruyordu orada bilmiyorum
Ama toprak suyunkilerden daha da derin yansılarla doluydu
Sanki kabuğunu parçalamıştı maden sonunda
Ve sen o korkunç değerli taşlar denizine uzanmış
Dönüyordun
Çırılçıplak
Bir büyük donanma fişeği güneşinin içinde
İndirdiğini görüyordum ışınlılardan yavaş yavaş
Deniz kestanesinin kabuklarını bile oradaydım
Bağışla orada değildim ben artık
Başımı kaldırmıştım ak kadifeden canlı mücevher kutusu
bırakıp gitmişti çünkü beni
Ve hüzünlüydüm
Yaprakların arasından gök parıldıyordu bir yusufçuk böceği
gibi katı ve dalgın
Kapamak üzereydim gözlerimi
Birden birbirinden uzaklaşmış olan korunun iki eteği devrilip
yıkıldığında
Gürültüsüz
Uçsuz bucaksız bir inci çiçeğinin iki orta yaprağı gibi
Bütün geceyi içinde saklamaya yeterli bir çiçek gibi
Şimdi beni gördüğün yerdeydim
Havada bir çan gibi duran kokuda
Değişen hayata dönmeden önce her gün yaptıklarınca
Zaman buldum dudaklarımı koymak için
Senin çam kalçalarına
André BRETON
Çeviri: Attilâ TOKATLI
Günün Sözü
Eğer yürüdüğünüz yolda hiç engel yoksa o yol sizi hiçbir yere götürmez.
George Bernard Shaw