Eğitim, toplum düzeninden sorumlu olan devletin kendi varlığı ve devamı yönüyle tüm yurttaşlarına bilgi, beceri, tutum ve değerleri kazandırma sorumluluğuna dönük olarak üstlendiği bir görevdi.. Bireyler içinse, yurttaşlık hukukunun eşitlik temelinde toplumsal yaşamlarında gerekli olan davranışları kazanabilmeleri, bireysel ve toplumsal kimliğini tüm yönleriyle geliştirebilmeleri açısından demokrasiyle talep edilen vazgeçilmez bir haktı..
“Demokrasi” Grekçe birleşik bir sözcüktü.. Ön sözcük “dem” halk anlamına geliyordu.. Eklenen sözcük ise “iktidar” anlamındaydı.. Kök anlamından hareketle Demokrasi; “halk iktidarı” olarak tanımlanıyordu.. Dolayısıyla yönetimi demokrasi olan devletlerde, eğitimin halkçı, toplumcu olması da “kavramın” tabiatından geliyordu..
Ahmet Selim, “Din, Medeniyet, Laiklik” adlı kitabında, kavram kargaşasını şöyle izah ediyordu: “İzah ihtiyacı anlama ihtiyacından doğar. Yeni izahlar daha üstün izahlar değildir. Anlama zaafa uğrayınca izahlar uzamaya başlar. Vaktiyle bir sayfalık söz ile anlaşılan mana için, gün gelir ciltlerce şerh yazılır. Kaynaktan uzaklaştıkça izah ihtiyacı çoğalır.”
“Dem;” Doğu dillerinde aynı yazılışla farklı anlamlara geliyordu.. Örneğin, Farsçada dem; soluk, nefes, zaman, çağ, içki, koku anlamındaydı.. Arapça ise dem, kan anlamındaydı.. Güzel Türkçemizde “dem” denilince, içtiğimiz çayın damağımızdaki tadı olan “rengini ve kokusunu” duyumsarız hemen.. “Dem vurmak” ise, “olmayacak veya gücümüzü aşan bir konu üzerinde konuşmak” anlamında kullandığımız bir deyimdi.. Kavramın kök anlamından hareketle, demokrasi; halkın rengini yansıtan, kokusunu duyumsatan yönetimler olarak izah edilebilirdi.. Dolayısıyla kavram üzerinde “dem vurarak” ciltlerce şerh yazmaya aslında gerek yoktu.. Kaynağından yani halktan, halkın egemenliğinden uzaklaşılmasın yeterdi!
Ve fakat halkın rengini, kokusunu içine sindirememiş “sen ağa ben ağa, bu ineği kim sağa” türünden lümpen Aristokrat, “Demokrasi; disiplin ve kurallar zinciridir” diyerek demokrasi üzerinde “dem vurup” kendi “Zâdegan hakimiyetlerini” devam ettirebilmek için mesela Köy enstitülerini kapattırıyordu..
Demokrasinin de elbette kuralları vardı.. Elbette kurallarına uygun olmasını denetlemek için bir iç disiplini vardı.. Ve fakat hiçbir demokrasi tanımında zincir yoktu! Kaldı ki kurallar ve disiplin, demokrasinin kaynağı olan “dem”in yani halkın, “dem alması” yani nefes alması için konulmuştu.. Diğer ifade ile, kavramın kökünde var olan “dem”in yani halkın, “deminin” yani kanının, köşklerde, saraylarda demlenmiş bir çay gibi içilmesini önlemek için konulmuştu.. Özetle demokrasinin kuralları ve disiplini; halkı zincirlemek için değil, halkı zincirlemek isteyenlere karşı konulmuştu..
Demokrasi, özgür ve eşit bireylerden oluşmaktaydı.. Egemenlerin hukukunu değil hukukun egemenliğini, çoğulculuğu ve katılımcılığı içermekteydi.. Bu bağlamda Demokrat olmak, her konuda, işte, durumda olduğu gibi yalnız kal (söz) değil, hal ehli olmaktı..
Demokrasiden toplumsal genelin değil, bireysel özelin yararlanması yönlü hal içinde bulunanların, özgürlük ve eşitlik özlü değerler üzerinden nutuk çekmelerinin ise gerçekte bir değeri yoktu.. Akif şairimiz; inanmadığı halde inanıyormuş gibi görünerek değerlerden nafakalanmak isteyen münafıkları; “Herifin ağzı samed, midesi yüzlerce sanem” dizesiyle tanımlamıştı.. Halkçılık nutukları çeken demokrasi münafıkları ise, Köy Enstitülerinin kapatılması sürecinde açığa çıkmıştı..
Aristokrasi: Grekçe en iyi anlamlı aristos ile, iktidar anlamlı kratos sözcüklerinden mürekkepti.. Farsça zâdegân sözcüğünün kökünde de “doğmuş meydana gelmiş” anlamıyla birleşik sözcükler yapan zâde bulunmaktaydı.. Dolayısıyla, aristokrat kavramının sosyolojik tanımı; “toplumda soydan veya doğumdan gelen bir üstünlükle en iyinin kendilerinin olduğunu söyleyenlerin bir sıfatı” şeklinde yapılmaktaydı..
Aristokratlara göre, kratos yani iktidar, güç; güçsüz cahil yığınlar olan ‘demos’un yani halkın değil, ‘aristos’un yani en iyi anlamında kendilerinin hakkıydı ve her hakta olduğu gibi eğitimde de öncelik, seçkin bireyler olarak doğan bu beyzadelerin hakkıydı! Özetle, eşitlik, özgürlük, adalet gibi kavramlar aristos için geçerliydi, demos için değil! Bu beyzadeler, eğitimde kendilerini öncelemek için her fırsatta, fırsat ve imkan eşitliğinin önüne engeller, zincirler koymaktaydı.. Zira “hukuk da, tıp da, mühendislik de, öğretmenlik de” bu beyzadelerin hakkıydı! Dolayısıyla “işçisin sen, işçi kal!” diyerek meslek okullarında okuyanların önüne kat kat sayılar koyabilirlerdi! Ki zaten köy Enstitülerinin kapatılması da, “köylüsün sen köylü kal!” diyen lümpen Aristokrat zihniyetin bir marifeti değil miydi?
Demokrasimizin kalbi TBMM’nin açılışının 96. yılını, Mustafa Kemal ve arkadaşlarına “şükran” duygularımla kutluyorum..
Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com
Elinize sağlık çok güzel yazmışsınız teşekkürler gürcan hoca