“Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince, / Günler şu heyulayı da er geç silecektir. / Rahmetle anılmak, ebediyet budur ama, / Sessiz yaşadım, kim beni nerden bilecektir.” Bu dizeler, Mehmet Akif’in, “Resmin Arkası” başlıklı şiirinden..
Erdem Beyazıt, “Önde Gidenler İçin” başlıklı şiirine; “Onlar gittiler / yalnız bir yemin kaldı aramızda” dizeleriyle başlar ve “Onlar Gittiler / Topraktan bir işaret taşıyarak alınlarında. / Onlar gittiler / Giderken bir muştu gibiydiler” diye devam eder..
Önde gidenlerden biri oldu Muhlis Çalık.. Dostluğunda ve inançlarında içten olan ismiyle müsemma ‘halis muhlis’ bir meslektaşımdı.. Gitti 30 martta.. Gitti elinde kitap, kalem, defterlerin iziyle.. Gitti, alnında topraktan taşıdığı işaretiyle.. Düştü o işaretle bahar başlangıcında bir tohum gibi toprağa.. Varmıyor dilim “öldü!” demeye.. Hayır, bu sözcüğü yazmaktan çekindiğim için değil dilimin varmaması.. Onun hatırasını yaşatmak için kaleme aldığım bu yazıda ölümü yadsımak da değil düşüncem.. Kaldı ki “Ölmeden önce ölmesini bilen” insanlardan biriydi Muhlis Hoca.. Bu bağlamda kastım, yakalandığı “amansız” hastalığı nedeniyle son iki yılda karşılaştığı her arkadaşından, karşılaştığı her defasında “helallik” istemesi de değildi.. Son görüşmemizde ‘İskenderun Gazetesi’ndeki “tuzlu sulara” atıfla “hala yazıyor musun?” diye sormuş ve eklemişti yüzünde hüzünlü bir tebessümle: “Yazarsın belki beni de..” Söz vermiştim yazarım diye ben de “vefalı” arkadaşıma.. “Vefat” haberini vermeyen vefasız yolcular nedeniyle geciktirsem de, duruyorum sözümde..
Sözünde durmak deyimindeki “söz vermek” olgusu, Arapça “ahit” kelimesinde ışır.. Durulan sözdeki devamlılık ise “vefa” kelimesinde fotoğraflanır.. Özetle Arapça “ahde vefa” tabiri, sözünde durmak deyimindeki fiilin devamlılığını kanıtlar.. Sözünde duranlar için “ahde vefa;” yaşam yörüngesinin temel ilkesidir.. “Ahitten” vazgeçip sözünden dönenler içinse, “vefa;” yaşam yörüngelerinde semtinden bile geçmedikleri bir yer adıdır.. “Vefasız yolculardır” zaten, bir şarkımızın sözlerindeki gibi, sevgimizin evi “kalbimizi viran” edenler.. Arkadaşlığı ‘muhlis’ olmayan “vefasız yolcular” nedeniyle, bir hafta sonrasında haberim oldu onu kaybettiğimizin.. Bulunamadım dolayısıyla toprakta gezen gölgesine toprak çekilmesi esnasında yanında..
Kayıp, Arapça gayb sözcüğünün dilimizdeki haliydi.. Gayb; gizli olan, göze görünmeyen bir mekan ve zaman tasavvurunu dile getiren bir sözcüktü.. Varlığın yok olması değildi yani.. Yokluğun varlığını düşünebilmek için, varlığın yokluğunu değil, varlığımızın, var oluşumuzun bilincinde olmak gerekirdi kuşkusuz.. Varlık, yokluk diyalektiğinde açığa çıkan gerçek ne? Yaşam ve ölüm.. Engels, “Yaşamın yadsınması, temel olarak yaşamın bizzat içinde vardır” diyordu Doğanın Diyalektiği adlı kitabında. (s.324) Ve devam ediyor: “Öyle ki yaşam, daima onun zorunlu sonucuyla, yani daima içinde tohum halinde bulunan ölümle bağlantılı düşünülür. Yaşamın diyalektik kavranışı bundan başka bir şey değildir..”
Necip Fazıl, varlık yokluk diyalektiğinden hareketle yazdığı bir şiirinde, “Sonum yokluk ise bu varlık niye?” diye soruyordu mesela.. Bu bağlamda mesela; “Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm.. Ölümsüzlüğü tattık, bize ne yapsın ölüm” diyordu “Bulmak” adlı şiirinde Erdem Beyazıt.. Varlığının nedenini bulanların kitabında, yokluğun varlığı söz konusu olamazdı elbette.. Var oluşumuzun nedenini biliyorsak eğer, yaşamın anlamını da bulmuşuz demektir bu bağlamda.. Ki zaten yaşamın anlamını bildiğimiz anda başlamaktaydı anlama yaşam katarak, yaşama katılabilme mücadelemiz de..
Gözleriyle değil, gönlüyle gördüğü yolun yolcusu Veysel, varlık yokluk diyalektiği üzerinde yazılmış yüzlerce kitabı özetliyor iki dizede: “İki kapılı bir handa, Gidiyorum gündüz gece.” Öğretmen Okulu çıkışlı, Köy Enstitülü akışlıydı Muhlis öğretmen.. Birlikte görev yaptığımız Yunus Emre İlköğretim Okulu’ndan tanıktım eğitimciliğine.. Öğrencilerinin “iyi birey, iyi insan, iyi yurttaş” olabilmeleri yönüyle bir adanmışlık öyküsüydü kırk küsur yıllık meslek hayatı.. “Milli” eğitimcilerimizdendi kavramın tam anlamıyla..
Erdem Beyazıt, “Önde Gidenler İçin” yazdığı o enfes şiirini bitirirken; “Onlar gittiler / Gelen zamandan bir haber gibiydiler” der ve ekler: “Ben şimdi bu yanda / İçilmiş bir ant için bekleyenim!” Rahmetle anıyorum yaşama değer, değere yaşam katarak önde giden tüm ‘öğretmenlerimi..’ Rahmet diliyorum Tanrı’dan, eğitimciliğine atıfla, “Heykeli dikilecek öğretmensin” sözüme gülerek, “Öğrencilerimin gönüllerine ekilmeyi ve onlarda yeşermeyi tercih ederim” cümlesiyle karşılayan Muhlis öğretmenimi..
Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com
Muhlis Hocama Allah’tan rahmet diliyorum. Ben de Gürcan Hocamın dediği gibi Milli bir öğretmen kaybetmenin üzüntüsünü taşıyorum. Allah, gani-gani rahmet eylesin.
Allah Rahmet eylesin. Muhlis calik hocam ablamin ilk okul ogretmeniydi. Bugun kizima namaz surelerini ogretirken aklima geldi ,ablama tum namaz surelerini ezberletmis ben de ondan ogrenmistim. Ne cok faydasi olmus diye dusundum. Google yazinca karsima bu yazi cikti yazanin gonlune saglik vefali ogrencileri de birseyler yazar insallah Allah rahmet eylesin.