Engel olunamayan bir şey, bağımlılıktır. Alışkanlık ise, bağımlılığın yapışık ikizidir. Her ikisi birbirini tamamlar. Bağımlılık bir şeyin istemine, gücüne karşı koyamamak, onun kontrolü altına girmektir. Tutum ve davranışların dışarıdan müdahalelerle aciz kalma durumudur.
İnsanı duyumsuzlaştıran ve kendine esir eden “morfin, afyon, kokain ve esrar” gibi maddeler, bağımlılığın baş aktörleridir. Alışkanlık ise, iç ve dış etkenlerle davranışların hep aynı biçimde tekrarlanmasıdır. Alkollü içecekler, tütün, çay ve kahve gibi “keyif” verici maddelere karşı eğilimin nedeni, irade zayıflığıdır.
İyi alışkanlıklarla kötüleri arasında süren rekabette, kötü alışkanlıklara bir yenisi daha eklendi. “Terörle yaşamaya alışmalıyız” önerisi, vatandaşın beğenisine sunuldu. Kurtuluş ve huzur adına terörün boynuna sarılıp kucağına oturmak, ona sığınıp boyun eğmek (!) nasıl kabul edilebilir?
Terörü “milli alışkanlık” pozisyonuna sokup topluma yutturma çabasına giren bazı bilgiç geçinen kuş beyinli zatların öne sürdükleri akla ziyan düşünceler…
Ağzı olan yerli yersiz konuşuyor. Sabit görüşleriyle ahkâm keserek terörü itibarlaştırma kampanyasına öncülük ediyorlar.
Kendilerini terörün cazibesine kaptıran ve ondan medet umanların “terörle yaşamaya alışmanın” yol göstericilik görevine üstlenmeleri, akıl ve zekâlarını sıfırladıklarının bir belirtisidir.
“Şiddet, korku, endişe ve panik” dörtlüsünden beslenen ve sicili kabarık olan terörle zoraki “metres” hayatı yaşamayı ileri sürme zihniyeti…
Ülkenin geleceğine göz dikip ipotek altına almaya niyetlenen bu kaos hareketine “zorunlu itaat” dayatmaları…
Yıllar yılı başımıza musallat olan terörü meşrulaştırmanın dayanılmaz hafifliği… “Kulluk, kölelik ve esareti” benimseme düşüncesini savunanların acizlik ve zafiyetleri…
“Teröre karşı mücadele edelim, onu yok edelim, içimize sindirmeyelim” önerileri yerine, “terörle yaşamaya alışmalıyız” gibi bile-bile bir arada yaşama alışkanlığına davetiye çıkarmak, yenilgiyi peşin-peşin kabullenmektir.
“Teröre beyaz bayrak sallayıp teslim olmak, önünde eğilip el pençe durmak, sessiz kalmak, pisliğine bulaşmak…” akıl karı değildir.
İnsanın istemi dışında gelişen deprem, sel ve fırtına gibi doğa olaylarıyla ilgi “Afetlerle yaşamaya alışmalıyız” telkinleri normal karşılanabilir. Ama, insanın kendi eliyle “imal” ettiği felaketleri normal sayıp katlanmak, insan doğasına aykırı davranışlardır.
“Günden güne artan çocuk ve kadına yönelik taciz, tecavüz, şiddet ve cinayetlere, her gün meydana gelen iş ve trafik kazalarına, yaşamı felç eden elektrik kesintilerine, yollarda meydanlarda temizlenmeyen çöplere, sanayi artıklarına, akarsu, deniz ve göllerin sorumsuzca kirletilmesine, binlerce ağacın toptan kesilmesine, hava ve gürültü kirliliğine, denizlerde boğulan kaçak göçmenlerin çaresizliğine seyirci kalınmasına, yeşil alanların betonlaşmasına, yalana, talana, vurguna, yolsuzluk ve rüşvete, ayrıca karada, havada, denizde, her zaman ve her yerde vatan sathına yayılmış ne yaptıkları belli olmayan ‘Misafir’ diye kucak açtığımız 3 milyon civarındaki Suriyeli sığınmacılara…” bir arada yaşamaya zaten çoktan alıştık.
“Alışmış, Kudurmuştan Beterdir” misali, zaten alıştırılmış bir toplum haline geldik.
Her türlü olanaklara rağmen ülkemizi bölüp parçalamaya yeltenen istilacı “yedi düvele” diz çökertip bağımsızlık ve özgürlüğünden ödün vermeyen bu yüce millet, aç ve susuz yaşayabilir. Ama, “söz konusu vatan ise, gerisi teferruattır” demesini de bilir.
Duyduk, duymadık demeyin: “Terörün tehditlerine taviz verip onunla yaşamaya alışmak, Türk Milletinin kitabında yazmaz.”