Aspirin: Ağrı kesici, ateş düşürücü ve antiromatizmal.. İltihabi durumlarda; örneğin, akut ve kronik romatizmal hastalıklarda.. Soğuk algınlığı, grip ve hafif enfeksiyonlarda görülen ağrı ve ateş durumlarında.. Baş, diş ağrısı, bel ağrısı, nevralji, siyatik, migren..” Mübarek tablet, sanki her sancının ‘mucizevi’ ilacı..
Peki, ya toplumsal sancılarımızın? Mesela, her türden toplumsal baş ağrılarımızın.. Akut ve kronik ilmî, iktisadî, siyasî, kültürel, sanatsal, teknolojik sancılarımızın.. Bu tür sohbetlerimizin birinde, öğretmen arkadaşım Kerim Bey; “Toplumsal hastalıkların nedeni ‘kapitalizmdir’ demiş ve eklemişti: “Dolayısıyla aspirini de, emeğin hakkı temelinde eşitlikçi toplumcu bir sistemdir.” Ve fakat ben, bununla birlikte elbette, toplumsal sancıların aspirininin eğitim olduğunu düşünüyorum.. Prospektüsü bireyci, benci değil; ‘toplumcu, hümanist, aydınlanmacı’ eğitim tabi ki.. ‘Yoz, yobaz, yaşamdan kopartıcı, yarışmacı’ değil, ‘ahlaki, vicdani, kültürel ve bilimsel faaliyetlerin toplamı’ olarak yaşama hazırlayıcı eğitim özetle..
Mesela? Mesela, felsefi temellerinde ‘aydınlanma’ harcı olan Köy Enstitülerindeki gibi.. Kant, aydınlanmayı; “İnsanın kendi suçuyla düşmüş olduğu bir ergin olmayış durumundan kurtulup, aklını kendisinin kullanmaya başlamasıdır” şeklinde tanımlamaktaydı.. Ona göre, insan bu duruma aklın kendisi yüzünden değil, onu kullanamaması yüzünden düşmüştü.. (Prof. Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, s.289)
Köy Enstitülerinin üyesi olduğu felsefe kulübünün aydınlanma retoriğine benzer bir yaklaşımla; teori ile pratiği kaynaştırabilmek bağlamında yazmak istiyorum.. Teori şu: “Öğrencilerde yeni ilgi alanları ve beceriler oluşturabilme, bilimsel, sosyal, kültürel, sanatsal ve sportif alanlarda yetenek kazandırma ve geliştirmeye yönelik” bir uygulama! Adı; öğrenci kulüpleri! İlgili “Sosyal Etkinlikler Yönetmeliği” doğrultusunda kurulan; Kültür, Edebiyat, İletişim, Müzik, Resim, Tiyatro, Gezi, Çevre, Spor, Bilim, Teknoloji, Demokrasi, İnsan Hakları ve Yurttaşlık veya kurulamayan Felsefe gibi kulüpler! Ya pratiği? Pratiği, “çok yanlışlı tek doğrulu test eğmeli yarışmacı sistem” nedeniyle uygula(ya)mama!
8 yıllık temel eğitimin ilköğretim tümlüğünde parçalanmadan uygulandığı 2010 eğitim yılı başında, okulda “Felsefe Kulübünün” kurulmasını önermiş ve kabul görünce de danışman öğretmenliğini üstlenmiştim.. İlk derste öğrencilere, “sorgulama, eleştirme, tahmin etme, analiz-sentez yapma; bilgiyi keşfetme, yorumlama ve zihninde yapılandırarak yeniden üretme; kendini ifade etme, tartışma gibi çeşitli zihinsel üst düzey becerileri kazanmalarına yönelik hazırladığım, “felsefe, yolda olmaktır!” sözünü işleyen afişi tahtaya astım ve ‘testlerle restleşmeden’ felsefe üzerine Liseli Aristo türü bilgi aktarımlı uzun bir nutuk çektim.. Sonra, “yolda olmak” konusuyla ilgili düşüncelerinizi bekliyorum” dedim.. Bir kaçı gönüllü ve fakat çoğu gönülsüz sınıf öğretmeninin zorunlu seçimiyle felsefe kulübüne yollanmış üyelerden beklentim boşa çıktı!
Bilginin; olguları, kavramları, ilkeleri ve süreçleri ezberletmek olmadığını elbette biliyordum. Kaldı ki; bilgiyi kullanma, ezberlemekten daha önemliydi. Ve zaten problem çözmede, eleştirel ve yaratıcı düşünmede kullanılmayan bilginin bir anlamı varsa da kalmıyordu. Bu anlamla, öğrencilerin zihinsel öğrenme süreçlerini sürekli açık ve canlı tutmanın, yapıcı, yaratıcı, özgür düşünmelerini ve özgün düşünce üretmelerini sağlamanın; kürsüden nutuk çekmekle değil, “testlerle blöf yapmadan restleşerek” demokrasi zemininde diyalektik tartışmalarla gerçekleşebileceği gerçeğini hatırladım..
İkinci hafta, kürsüye çıkıp nutuk çekmeden, Sokrates türü diyaloglarla konuyu işlemek niyetindeydim! Tahtaya; “başkasının bilgisiyle bilgin olsak dahi, ancak kendi aklımızla bilge olabiliriz” sözünü yazdım.. Daha ilk diyalogda niyetim amelsiz kaldı! Zira kulübe 8. sınıflardan katılan bir öğrenci; “Ben, SBS’ye hazırlık amaçlı test çözmek istiyorum” diyerek monoloğu tercih etti.. Tercih edilen “çok yanlışlı tek doğrulu test eğmeli yarışmacı sistem” dolayısıyla Sokrates’liğin de bir işe yaramayacağını anladım ve Akademik diyalogdan vazgeçip klasik metoda döndüm.. Bir sonraki hafta için en az on felsefi test sorusu yazıp getirmelerini de ödev olarak verdim..
Üçüncü hafta, muhakeme yapabilme ve sorun çözme yeteneklerini sınamak üzere hazırladığım “testimizi(!) test edelim” başlıklı afişi tahtaya astım.. Afişte, “bir felsefe sorununu çözmek için var mısınız?” sorusu, hemen altında “Düşünen Adam” heykelinin resmi ve yan tarafında da “düşünüyorsun o halde varsın” cümlesi vardı.. Söz konusu soru ise şu idi:“Hayata nerden bakıyorsun? A)Pencereden, B)Balkondan, C)Bahçeden, D)Yoldan.” Seçeneklerin değerlendirilmesi; “A)Oturmuş test çözmektesin! B)Test sorusu hazırlamak için gözlem yapmaktasın! C)Araştırıp inceleyerek test sorusu hazırlamaktasın! D)Test sorularını test etmektesin!” şeklindeydi.. Bu testi kendilerine ve sınıftaki arkadaşlarına uygulamalarını sonuçlarını da kulüpte paylaşmalarını ödev olarak verdim.. Sonuç? Çoğunluk, A seçeneğindeydi.. Felsefi sorunun yorumu yazının içinde çözümü ise başlığındaydı!
Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com