Çeşitli ve görkemli etkinliklerle “kadınlı-erkekli” bir “Dünya Çalışan Kadınlar Günü” daha kutlandı. Kutlanmasına kutlandı da kadın haklarıyla ilgili ne değişiyor ki? Aynı tas aynı hamam…
Yüz elli dokuz yıl önce başlatılan “kadına eşitlik” hareketinin mücadelesi hala sürüyor. Bu gidişle sonsuza dek süreceği anlaşılıyor. Bu uzun soluklu mücadelenin getirisi ve götürüsü karşılaştırıldığında gözle görülür, elle tutulur bir ilerleme kaydedildiği söylenemez.
“Senede bir gün” hatırlanan kadınlara gurur okşayıcı, onurlandırıcı ve yüceltici, allanmış ve pullanmış söylemleri sadece “8 Mart”ta duyuyoruz. Bu kulağa hoş gelen söylemler, iki yüzlülük kokan iltifatlardan öteye geçemiyor.
Tarih boyunca romanlarda, şarkılarda ve şiirlerde yerden göğe sığdırılamayan kadının varlığı ve kişiliğiyle ilgili övgü dolu iltifatlar hep anlatılır, yazılır…
Erkekler, kadına sanki tapulu mallarıymış gözüyle bakıyor, her şeye burunlarını sokarak onların adına kararlar veriyor.
Kadına karşı insafsızca uygulanan en ağır cezalandırma yöntemlerinin de haddi hesabı yoktur. Şiddet görmek, dışlanmak, horlanmak, aşağılanmak, hakaret, taciz ve tecavüze uğramak, hatta cinayetlere kurban gitmek…
“Kadın olmanın fıtratında vardır” şeklinde başlayan sorumsuz ve ciddiyetsiz ifadeler…
Kadın, erkeklerin gözünde canlı bir elektrik süpürgesi, çamaşır ve bulaşık makinesi, evin aşçısı, çocuk bakıcısı ve en önemlisi de kuluçka makinesidir. Bu nedenle kadın, günün 24 saati durup dinlenmeden en ağır işlerde çalıştırılan bir işçiden farksızdır.
Hâlbuki kadın, yaşamın merkez noktasındadır. Erkeğin rakibi değil, tamamlayıcısı ve ayrılmaz bir parçasıdır. Dünyamız ve ülkemiz nüfusunun yarısını oluşturan kadının, sırf “ayrı bir cinsiyet” diye azınlık durumuna düşürülmesi insafsızlıktır.
Kadına kadın gözüyle değil, insan gözüyle bakılmalıdır. Çünkü cinsiyet ayırımı başlı başına bir ırkçılıktır. Kadının doğuştan kazanılmış olan hakları, gasp edilmektedir. Yaşamı dar edilen kadına gücü yeten yetene…
Kadın, kadın olarak doğduğuna bin pişman ediliyor, yaşamın tadını alamıyor. Kadınlar, yaşamın her alanında hep geri plana itildiğinden, “adalet, hukuk, eşitlik, hoş görü, sevgi ve saygı” gibi evrensel değerleri elde etme umutları da giderek azalmaktadır.
Erkeklerin zihinlerinde bir değişiklik yok. Onlar için kadın, hala değersiz bir eşya, bir esir ve bir köledir. Kadın ne çerezlik ne de şiddet malzemesidir. Her şeyden önce bir insan kimliği taşımaktadır.
Kadınların el üstünde tutulduğu, baş tacı edildiği ülkelere baktığımızda kadının önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Bu ülkeler her alanda huzur ve refah içinde gelişme ve ilerleme kaydedip, dünyada ön sıralarda yerlerini alırken biz hala yerimizde sayıyoruz. Cinsiyet ayrı olabilir ama haklar aynı ve eşittir.
Öyle anlaşılıyor ki, kadına bakış açımızda hala çıraklık dönemini yaşıyoruz. Kadına eşitlik konusunda daha çok uzun yol kat etmek gerekecek.