İçimiz Yangın Yeri Dışımız Yangın Yeri

0
100

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah. Ankara’daki  patlamanın ardından çeşitli açıklamalar geliyor herkes konuşuyor  her zaman ki gibi ama  elde bir şey yok. Olan gidene oluyor, arkada kalanlar üzgün, yorgun, bitkin ve isyan içinde, çaresizlik elini kolunu bağlamış, canından can kopuyor ama bir şey yapan yok. Kime sorsanız üzgünüz, tedirginiz, korkuyoruz, güvenmiyoruz, kuşkucu paranoyak olduk diyor. Kimse önünü göremiyor, kimse düş kurma cesaretini bulamıyor artık. Ne yaptığını bilmeyen insanların elinde oyuncak olduk, yap-boz tahtasına döndük. Ve herkes şimdi hangi ilde sıra diyor. Kimsenin güvencesi kalmamış. Bir saniye sonra ne olacak bilemiyor.

Bu saldırıyı ve bütün bu saldırıları yapanların yaptıranların onlara fırsat verenlerin ve göz yumanların, Allah cezasını versin diyoruz. Başlarına bunun bin katı yüklensin kendileri ile uğraşmaktan başkaları ile uğraşacak zaman bulmasınlar inşallah. Şehit olan vatandaşlara  Tanrı’dan rahmet yağsın yağmur gibi  diliyorum ailelerine  ve samimi vatandaşlara sabır,  tonlarca sabır bu acıya katlanma gücü versin diyorum. Ateş düştüğü yeri yakıyor, hem de cayır, cayır. Ancak geride kalanlarında güvencesi yok. Her an herkesin başına bir şey gelebilir. Hepimiz tedirginiz, hadi şimdi kurtulduk ama biraz sonra ne olacak düşüncesi içindeyiz artık anlık yaşıyor, anlık düşünüyoruz, hatta düşünemiyoruz… Hem paranoyak  hem de isyankâr olduk. Kimliğimiz değişti bu canavarların ve onları besleyenlerin sayesinde.

& & & & &

Ve Deniz Baykal’a Hiç Yakışmadı

Ve sevgili okuyucularım başımıza ne geldiyse bu ayrım gayrımdan geldi. Alevi’si, Sünni’si, Şii’si… Dünyanın altı üstüne bu yüzden geldi laikliği bir tarafa bıraktık, senin mezhebin, senin dininle uğraşmaya başladık, yani zavallılaştık. Evet, aynaya bakmayıp başkasının inancı, etnik kökeni ile uğraşmak acizlik, zavallılık ve insanlık  ayıbıdır. Ve ne yazık ki en aklı başında sandığımız kişilerin içinde kin  davası bir hastalık gibi büyüyüp  taşıyormuş. Ki ilk fırsatta kusuldu. Şimdi özür dilemeler başlar, böyle demek istemedim falan ama nafile dervişin fikri neyse  zikri odur. Deniz Baykal Atatürk’ün ilkelerine düşüncelerine ihanet etmiştir. Laiklik ilkesini kökünden incitmiştir. Taş dışarıdan geliyordu zaten bol-bol   ama dışarıdan geldiği için acıtmasına rağmen o kadar yaralamıyordu ancak şimdi  taş, ömrünü bu partiye vermiş, aklı başında sandığımız birinden, yani yanı başımızdan geliyorsa, kesinlikle yalnız baş değil yürek kırıyor.

Eminim Atatürk’ün kemikleri bugün her zamankinden çok  sızlamıştır. Bu günleri gördüğü içindir ki laiklik ilkesini getirmiş olan o büyük adam, o büyük düşünür, o büyük öngörür, o büyük kurtarıcı şimdi çok üzülmüştür eminim. İyi ki yaşamıyor ve bu günleri görmedi diyeceğim ama o bu günleri göreceğimizi biliyordu iç ve dış meddahlar dediği buydu herhâlde? Bendeniz kendi hesabıma böyle ayrım yapan birisini  artık CHP çatısı altında görmek istemem. Ve hiçbir tarafta aslında, yaşına başına ve geçmiş tecrübelerine hiç yakışmadı yazıklar olsun derinden yaraladınız yürekleri herkesten beklenebilirdi bu ancak sizden asla bu yüzden af dilemeye bile kalkmayın sakın ve mümkünse yok olun göz önünden.

CHP’de değişim şart demiştim ancak CHP’de bu zihniyette insanlar olacağına ihtimal vermemiştim. Ne büyük bir düş kırklığı ya Rabbim?

Ve sevgili okuyucularım kimse kimsenin yerine hesap vermiyor. Yoksa biz yanlış mı biliyoruz, Allah peygamberine bile Kuran-ı Kerim’de seni kullarımın  üzerine vekil kılmadım derken ve dinde zorlama yok derken siz kim oluyorsunuz da bu vekilliğe soyunuyorsunuz? Bırakın canım insanlar istediğine inansın onların hesabı sizden mi sorulacak? Size sıkıntı veren şey ne? Sizi korkutan ne? Yanış olduğunuzu bilmeniz mi? Eğer öyleyse haklısınız korkmakta çünkü yanlışsınız ey ayrım gayrım yapanlar yanlış yanlış… Kırk yürekler sizi affetmeyecek.

Ve bugün çok üzgünüz iki darbe birden yedik onlarca gencecik insan şehit oldu. Onların üç katı hastanede ölümle pençeleşiyor. Ankara yanıyor Türkiye yanıyor. Ve bu yangın yetmiyormuş gibi aklı başında sandığımız birisi bu yangını biraz daha körüklüyor. Ne düşüneceğimizi bilmiyoruz artık kendi kendimizi kahretmekten başka. Güneş umuttan doğar diyorduk ama  yazık artık güneş üzgün, kırgın ve umutsuz doğuyor. Kanlı meydanları kim dolu yürekleri görmek  istemiyor çünkü.

Ve sevgili okuyucularım şimdi sağlık ve sevgiyle kalalım diyorum ayrımsız gayrımsız ön yargısız. Ve Allah hepimize sabır, akıl ve  katlanma gücü versin diyerek. Yase

& & & & &

Sultan Mahmud’un İnci İle İmtihanı

Gazneli Sultan Mahmud, bütün devlet adamlarının hazır olduğu bir sırada, divan toplantısının yapıldığı salona geldi. Cebinden bir inci çıkardı. Vezirinin avucuna koydu ve; “Bu nasıl bir incidir? Değeri nedir?” diye sordu. Vezir, “Yüz eşek yükü altın eder” dedi. Sultan; “İnciyi kır, iyice döv” deyince vezir; “Sultanım! Bu inciyi ben nasıl kırarım? Ben sizin malınızın iyiliğini isterim. Böyle paha biçilmez bir inciyi kaybetmeye gönlüm razı olmaz” dedi.

Sultan Mahmud, vezirinin bu tutumunu takdir eder göründü. Ona bir elbise hediye etti. Bir müddet devletin başka işlerinden konuştuktan sonra, sultan vezirden aldığı inciyi sarayın perdecisine vererek ona sordu: “Bunu biri satın almak istese değeri nedir?”

Perdeci; “Bu inci, ülkenin yarısı ile eşdeğerde. Allah ülkemizi tehlikelerden korusun” deyince, Sultan; “Bu inciyi kır, parçala” diye emir verdi. Perdeci; “Ey kılıcı güneş gibi parlayan sultanım! Kırıp parçalarsak bu inciye çok yazık olur. Buna benim elim varmaz. Çünkü böyle bir şey, padişahımın hazinesine düşmanlık demektir” dedi.

Sultan, perdecinin bu cevabını da beğenmiş göründü. Ona da bir elbise verdi. Maaşını artırdı. Aklını ve anlayışını öven sözler söyledi.

Biraz sonra inciyi bir emirin eline verdi. O da ötekilerle aynı şeyi söyledi. Padişah inciyi kime verdiyse, hepsi incinin paha biçilmez değerinden bahsetti. İnciyi tekrar padişaha geri verdi. Sultan hepsine ihsanlarda bulundu.

Sultan birçok adamı denedikten sonra sadık bendesi Ayaz’a; “Parlaklığı ve güzelliği eşsiz olan, bu incinin değerini bir de sen söyle” dedi. Ayaz; “Sultanım, bu incinin değeri benim söyleyeceklerimden fazladır” dedi. Sultan; “Öyleyse şu inciyi kır, parçala, toz et” dedi.

Ayaz hiç tereddüt göstermeden pırıl pırıl parlayan inciyi, parçalayıp tuz buz haline getirdi. Ayaz’ın inciyi parçalamasına diğer beyler itiraz ettiler. Davranışını pervasızlık olarak nitelediler. Halbuki, incinin değeri ile gözleri kamaşan beyler, inciden daha değerli olan padişahın buyruğunu kırdıklarının farkında değillerdi. Ayaz, “Ey benim büyüklerim! Padişahın buyruğu mu daha değerli, inci mi? İncinin güzelliği ve değeri gözünüzü kamaştırdı. Sultanı göremediniz. Ben gözümü sultanımdan ayırmam. Ne kadar değerli olursa olsun, bir taşı onun sevgisine ortak etmem” dedi.

Az sonra padişah, kubbeleri çınlatan sesiyle ihtiyar cellada emrini bildirdi: “Bu aşağılık kişileri huzurumdan uzaklaştır. Bunlar bulundukları makama layık değiller. Bir taş parçası uğruna buyruğumu çiğneyenler, bulundukları makama layık olamazlar.”

Sultanın buyruğu üzerine, Ayaz tahtın önüne koştu. El etek öperek beylerin affını diledi. Sultan, Ayaz’ın hatırı için suçluları bağışladı.

Mesnevi’den

Günün Şiiri

Sessizlik Bir Güvercin Midir?

İlkbahar rüzgârı

Dolaş ev içlerini, işitince

Ölümün silâhlarla geldiğini

Anlatılırsa öykümüz

Gül bahçelerini serinlet

Genç kızlar oyalı yazma örtünüp

Saçlarını güllerle süslesinler

Ertelenmez bir adıma

Def gibi gerilmişti can

Hava bir yargı gibiydi

Apaçıktı

Dünyaya karşı bizi

Tutan sesimize

Dünya dalında ham

Anında farkettim onu

Ölüm tanıştırdı bizi

İlkbahar

Her yıl için oralara git

Çünkü bekliyenlerimiz var orda

İşbilir adam kişilere

Dövüştüğümüz günü hatırlat:

“Silâhım yerde durmasın öyle

Elimin ateşidir, sıcaklığıdır avucumun

Göz kırpmazlığımdır

Suskun buldunsa onu

İhanetleri bağışlamanın güçlüğündendir

Artık hiç konuşmıyacağımı bil

Bil

Ülkemiz vazgeçilmezdir

Bir anadır, çağrıdır, somut

Özsuyu yüreğimizde bir ağaçtır

Yüreğimiz tek armağanımız halkımıza

Sahibi olduğumuz tek şeydir

Ölüm donattı gelip onu silâhlarla

Dallarında incindi yaprakları ağaçların

Hayat, armağanıydı bize halkımızın

Silâhlarla gelen ölüme bağışladık

Öpmek istediğim yalnız sensin

Vakit bulabilseydim evet

Söylenecek bir şey vardı belki

Kahramandı diyorlar

Oysa çok daha ağırbaşlıdır ölüm

Ülke denildiğinde

Bu yüzdendir öfkelendi ve sustu aşk

Gözlerini iki kere kaçırmalarından

Hem dosttan hem düşmandan”

Sustu. Hiç konuşmıyacak.

Deme ki ben sürdürmeliyim:

“Sevildi her zaman ve her yerde

Şarkılarda ve şiirlerde

Aşk

Kalınca yalnız

Küsmüş bir dulluktur aşk

Tazedir, alımlı, biraz şaşırmıştır

Ayırdığınız ne

Sıkışan kalbiniz mi

İnce bir sızı mıydı boğazınızdan geçen

Ne ayırdınız kendinizden

İşte bir kere daha

Yeni rüzgârlar, ölüm ve hafifçe bir kırgınlığım

Bilirim

Aşk onurlu kızıdır bir ülkenin

Bundandır seviştiğimiz

Çocuğumuzdur sabah

Ölüm silâhlarla geldiği zaman

Kalktık onu karşıladık

Günü saati sorduk söylemediler

Günü hiç öğrenemedik ama gölgeye baktık

Öğlendi abdest aldık helâllaştık

Ölüm silâhlarla geldiği zaman gençtik

Elimizi çabuk tuttuk yaşlandık

Kendimize yakıştırmak için onu

Onu kendimize yakıştırmak için

Höykürdükçe üç el silâh sıktık

Ölüm silâhlarla geldiği zamandı

Ölüm utanmasın diye dövüştük

Ne yaptıksa onun için yaptık, bir tek

Avuçlarımızın sıcaklığı kabzasındadır

Silâhlarımızın hâlâ

Silâhlarla geldiği zamandı, bir de

Küstü gün

Yüreklerimizi ülkemizi ışıtsın diye bıraktık.

Veysel ÖNGÖREN

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here