Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah? Bu sabah şiir var dağarcığımızda… İlk olarak İbrahim Sadri’nin ‘Kuş Hatıraları’ güzel ve uzun şiirini okuyalım. Umarım okumaktan zevk alırsınız. Sağlık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım. Yase
Kuş Hatıraları
Benim çocukluğumda soframıza kuşlar konar
rüyalarımıza melekler uğrardı.
Kapımızdan yoğurtçu
bahçemizden ishakkuşu
kalbimizden yeni çıkan şarkılar geçerdi.
Kışın bir sobamız olurdu, sobanın yanında kedimiz
kedinin önünde yün yumağı bir Hayat Bilgisi fotoğrafı gibiydik.
Yerli malı kullanan yurdun üç tarafı denizlerle çevrili
kuru üzüm incir fındık
tütün çay narenciye kavun-karpuz yetiştiren
kuru üzüm ve inciri satan
karşılığında çamaşır makinesi radyo ve otomobil alan
bir toprağın fertleri…
Biraz yoksul biraz mütevekkil
biraz mahcup biraz kırılgan, biraz naif ama hep umutlu…
Özlerdik.
Memleketteki halamızı
ince doğranmış bir dilim pastırmayı
yurttan sesler korosunu, akşam komşuluklarını
radyo tiyatrolarını, sabah ezanını
kalaycıyı, bozacıyı
münir nureddin şarkılarını
orhan boran yarışmalarını
kandil gecelerini duvar sarmaşıklarını
bakkalımızın utana sıkıla veresiye hatırlatmalarını
okul önü koz helvalarını, akşam oturmalarını
ve hayatı…
Top oynardık, ip atlar kedi kovalar
taşlarla birbirimizin başını yarar
mahalle savaşları çıkarır
gece olunca da tutar babalarımızın elinden
yazlık sinemalara gider
Sadri Alışık Vahi Öz
Belgin Doruk Cüneyt Arkın seyreder
Olimpos gazozları içer, güler eğlenir bağırır çağırır
dönerken yıldızları sayardık.
Biz sıkı çocuklardık.
Hepimizin birer yıldızı vardı
onlara isim takardık, onlar da bize isim takardı
pus ve dumandan önce bu şehrin
geceleri göz kırpan ve isimleri takılan yıldızları vardı.
Benim yıldızıma Mehlika adını vermiştik
biz kimseden yana değildik.
Kimsenin de kendinden yana olmasını istediği birileri
olmazdı
Bir değirmendeydik öğütülen
öğütülürken türküler söyleyen
buğday başaklarına benziyorduk.
Ben,
çorbalardan tarhanayı
yemeklerden kuru fasulyayı
sigaralardan Harmanı
belki bunun için çok sevdim.
Yollar bozuk musluklar bozuk
ziller bozuk paralar bozuk ama adamlar sağlam idi.
Bu şehrin yıldızları vardı.
Saçlarına kurdelalar takan
çivitle yıkanmaktan aşınmış beyaz çoraplarına
leke bulaşmasın diye su birikintilerinden sakınan
gözleri önünde, yürekleri ve beslenme çantaları ellerinde
küçük çocukları vardı bu şehrin
bu şehrin yıldızları vardı.
Ben Fenerbahçe’yi amcam Vefa’yı tutardı.
Konya tahıl ambarı Mersin muz cennetiydi.
Taksimden Fatihe troleybüs kalkar
Şişhanede mutlak raydan çıkardı.
Vallahi hayat zor ve fakat çok matraktı.
Muammer Karacan’nın adına bir tiyatro binası yoktu
bizzat kendisi vardı.
Başımız ağrırdı komşumuz vardı
gönlümüz daralırdı komşumuz vardı
çorbamızı,umutlarımızı,
memleket kadar kalbimiz paylaştığımız
komşularımız vardı.
Geceleri bekçimiz, gündüzleri sütçümüz
bizim kadar zayıf da olsa
nohuta ve makarnaya alışmış da olsa
Sarman adında bir kedimiz
ceplerimizde kırık misketlerimiz
çamur bulaşığı ellerimiz
ve gülümseyen bir yüzümüz
kimseye göstermekten utanmayacağımız bir içimiz
biraraya gelerek çektirebileceğimiz
bir aile fotoğrafımız vardı.
Bir sabah bütün iyi şeylerin
Ayvansaray iskelesinden hayal ülkesine doğru demir alan
bir şirket-i hayriyye vapuru gibi aramızdan ayrıldığını gördük
Sonra Ayvansaray’ın sularının çekildiğini yazdı gazeteler.
Süheyla hanımın Raci beyin, Melahat, Mehveş ablanın
Niko’nun Ercüment efendinin çekildiğini ise
yazmadılar nedense…
Ama yok ama yoklar.
Ne Harman sigarası kaldı geriye
ne Olimpus gazozu, ne Sadri Alışık.
Kalan bir tortuydu belki.
Belki kırık bir rüya denizi
belki suya düşürdüğümüz suretimizin
cep aynamıza nüktedan bir yansımaydı herşey.
Herşey Maltepe sigarasının
hep arandığında
her bakkalda bulunabilmesi ile
büyüsünü kaybetmişti belki de .
belki de biz bir rüya mı görmüştük?
Hadi hepsi yalandı. Hadi hepsi hayaldi.
Hadi hepsini ben uydurmuştum.
Ama rüyalarımızın melekleri
ve soframızın daim konukları kuşlar?
Ya onlar?
Onları siz de görmediniz mi?
Sizin de sofranıza konup rüyalarınıza uğramadılar mı?
Onlar da mı yalandı?
Günün Şiiri
İnsanlığın Sınırları
Eğer o eski
Mübarek Tanrı,
Devrilip dönen
Bulutlar üstünden
Mutlu şimşekler
Serperse yere;
Kalbimde çocuksu
Bir bağ ve korku,
Öperim sarılıp
Eteklerini.
Çünkü bir insan
Mutlu Tanrılarla
Ölçmesin kendini.
Kalkıp yerinden
Değerse başıyla
Yıldızlı göklere,
Kurtulur ayağı
Bastığı topraktan
Eğlenir yel, bulut
Bu hevesiyle.
Fakat o, kemiği
Etiyle yiğitçe,
Durarak basarsa
Bu sağlam yapılı
Dünyanın böğrüne;
Yetişmez o zaman
Benzetmek kendini
Bir asma dalına
Yahut meşeye
Nedir ayıran
Tanrıyı kişiden?
Sayısız dalgalar,
Durmadan değişen,
Ölümsüz bir akış:
Bir dalga kaldırır,
Bir dalga yok eder
Ve bizi batırır.
Küçücük bir çember
Sınırlar bu ömrü.
Sayısız nesiller
Durmadan dizilir
Daima var olan
Bu sonsuz zincire.
Johann Wolfgang Von GOETHE
Çeviri: Selâhattin BATU
Günün Fıkrası
Padişah ile Vezir tartışmaya başlamış. Padişah, vezire, “En büyük ve en güçlü benim. Sen benim emrimdesin” demiş. Vezir, “Hayır ben büyüğüm. Ordunun başında ben savaşıyorum, sen sadece mühür basıyorsun” diye itiraz etmiş. Tartışma uzayınca Padişah’la vezir, bir çobanın yanına gitmiş ve konuya direkt girmemek için çobana sormuşlar; “-Senin koyunun mu büyük ineğin mi?” Çoban “İnek” demiş. “-Keçin mi büyük, öküzün mü?” Çoban “Öküzüm tabii ki” deyince, kilit soruyu yöneltmişler çobana; “-Söyle bakalım, Padişah mı büyük, vezir mi?” Çoban hiç düşünmeden yanıtlamış. “-Vallahi ben bu hayvanları tanımıyorum…”
Günün Sözleri
Herkes başkalarını kendi gibi bilir. Bir insanı tanımanın en kolay yolu ona ‘insanlar nasıl sence?’ diye sormaktır…