Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Taassubun en karanlık günlerindeyiz sanki. Kendilerine din alimi diyen yüzüne bakınca korkacağımız insanlar her gün acayip, yüz kızartıcı iğrenç korkutucu fetvalar vermeye devam ediyorlar. Ne soruları buradan söylemeye ne de yanıtlarını anlatmaya gücüm yetmiyor doğrusu. Midem bulanıyor, tüylerim diken, diken oluyor, kanım damarlarımda donuyor. Kaç zamandır maddi yoksulluğa ağlıyordum. Saflığın en güzeline ağlıyordum. Şehitlerimize ve ardından kalanlara ağlıyordum. Ama aslında gerçekten ağlanması gereken bu kör cahil acayip iğrenç fetvaları dile getiren sözde din uleması ve onlara biat eder duruma gelmemizmiş?
Toplumca çöktük sanki? Mehmetçik resmen savaşıyor. Ülke kan revan, milliyetçilik karman-çorman, yoksulluk diz boyu, haram ve kara para diz boyunu hatta boyumuzu çoktan geçti. Rant avcıları her an ensemizde. Ve bütün bunları görmezden gelip biz hurafelere dalar olduk. Sanki Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Gulyabani romanındaymışız gibi? Orada tüm cinlerin efendisi Ahu Baba vardır. Bu zat o kadar tehlikelidir ki, kızdığı kişileri yemesin diye ona mutfaktan tencerelerle yemek verilirmiş. Şimdilerde birisi çıkmış çok acıkınca karınızı yiyebilirsiniz diye fetva veriyor? Allah bizi yokluktan korusun verecek yemek bulamazsak adamlar bizi yiyecek! Seks kölesi yaptıkları pazarlar da sattıkları yetmezmiş gibi şimdide yiyeceklermiş. Valla boğazlarına takılırız, ne de olsa kadınız yani bize güvenilmez. Yani ölümleri bizden olabilir önerim bence açlıktan ölmeyi yeğlesinler.
Ve bu kitabı okumadıysanız da okumanızı önerebilirim. Bu arada bir öneride daha bulunabilirim. Fahrenheit 451 – 1966 yapımı film. Adının açılımı şu; “kitapların yanma derecesi 451”
Ray Bradbury’nin kitapsız bir geleceğe dair bilim kurgu başyapıtı niteliğinde ki romanı beyaz perdeye, usta yönetmen Francois Truffaut uyarlamış. Müthiş bir film ve roman… Özelikle tavsiye ediyorum. Geçen gün yine çok sıkıldığım bir gece Berke ile baş başa verip izledik. Berke önerdi ona da abisi önermiş bilgisayardan izledik. Biz bir zamanlar kitapların yakıldığını gördüğümüz için içimiz yana yakıla izledik bu filmi. (ben yakmadım ama itiraf ediyorum!) yazar bu günleri çoktan görmüş ve bu yüzden müthiş buldum. Bu bilim kurgu filmini…
Kitapsız bir ülke yaratmaya çalışanların, öncelikli savaşı ülkedeki bütün kitapların yakılarak yok edilmesiymiş. Bu iş için özel itfaiye teşkilatı kurulmuş. Bunların işi yangın söndürmek değil yangın yakmak. Çocuklar onları sokaktan geçerken görünce “a anne bak itfaiye yangın yakmaya gidiyor” diyerek annelerin eteğin arkasına sığınıyorlar. İşte o teşkilatta çalışan ve görevi, bulunan, ihbar edilen kitapların derhal yakılarak imha edilmesi olan Guy Montag, toplumun bütün üyelerinin hayatlarındaki boşluğu ve farkında olmadıkları mutsuzluklarını doyurabilmek için TV izleyerek (ki plazma tv o zamanda varmış) hap içerek hayatta kalmaya çalıştıkları bir ortamda kendisini son derece yalnız hissetmeye başlar. Sistem tarafından beyni kitapların zararları ile doldurulmuş olan Guy, bir gün havadan giden tramvayda tam bir kitap aşığı kızla tanışır. Kız ona sorar “sen hiç yaktığın kitaplardan birini okudun mu” ve bu soru sonu hazırlar. Kıza aşık olunca da hayatındaki tüm dengeler değişir. Kesinlikle öneriyorum bu 1966 yapımı filmi izlemenizi.
Ve sevgili okuyucularım işte ne yazık ki bizim büyümemiz geriye doğru kayıyor hızla ve ne önümüzde ne de arkamızda bir dayanağımız yok gibi? Bunu böyle algılamak korkunç? Ancak umutlarımızı ve akıl sağlığımızı yine de kültür ve sanatla diri tutmaya çalışıyoruz. Sağduyu ve serinkanlılıkla… Öfkeyle kalkan zararla oturur bilinci ile. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım kalabildiğimiz kadar. Ve her şeye rağmen ayrımsız gayrımsız birlik ve beraberlikle. Yase
Ve bir çocuk hikâyesi paylaşmak istiyorum… Çocuklarla ilgili her şey yüzlerde tebessüm oluşturur çünkü…
Arı ile Papatya
Sıcak bir yaz günüydü. Her yer çiçeklerle dolu ve hava mis gibi kokuyordu. Çiçek tarlasının üzerinde arı vız vız diyerek neşeli neşeli uçuyordu. Havada o kadar güzel süzülüyordu ki papatya onu hayranlıkla izledi. Uçmaktan yorulan arı papatyanın yanındaki ağaç dalına konar. Papatya, arı ile konuşmak ister ve seslenir: “Arı kardeş ne kadar güzel uçuyorsun. Oysa benim kanatlarım yok ve ben senin gibi dünyadaki güzellikleri göremiyorum. Sadece etrafımdaki çiçekleri görüyorum. Bir gün beni de alıp gezdirebilir misin?” der.
Arı papatyaya kibirli gözlerle bakar ve: “Ben seni nasıl taşıyım. Seni asla alıp, taşıyamam. Çabucak yorulurum. Hem ne yapacaksın dünyadaki güzellikleri” diyerek papatyayı götürmek istemez ve uçarak gözden kaybolur. Bu duruma oldukça üzülen papatya günlerce ağlar. Kendisine kibirli davranan arı onu çok üzmüştür. Aslında papatyayı alıp, gezdirebilirdi. Fakat o kibirli davranarak onu küçümsedi.
Aradan aylar geçti ve havalar yavaş yavaş soğudu. Ağaçlar yaprak döküyor ve çiçekler soluyordu. Fakat papatya halen yapraklarını dökmemişti. O gün havada arıyı uçarken görür ve bal yapmak için çiçek aradığını fark eder. Oysa oradaki solmadan kalan tek çiçek papatyaydı. Papatyanın üzerine konmak ister ve papatya arının konmasına izin vermez. Bu duruma oldukça şaşıran arı papatyaya seslenir: “Neden konmama izin vermiyorsun. Bal yapmam gerek” der. Papatya aylar önce kendisine kibirli davranan arının yaptıklarını ona hatırlatır. Durumu hatırlayan arı kendine çok kızar ve papatyadan özür diler. Kendisinin kibri yüzünden geri çevirdiği papatyaya, şimdi kendi muhtaç olmuştu. Arının yaptıklarını affeden papatya, arının bal yapmasına izin verir ve bu duruma sevinen arı papatyayı alarak dünyayı gezdirmek için havalanmaya başlarlar.
Günün Şiiri
Öylesine Bir Aşk Şiiri
Örselenmiş bir yürekle
Çıkıyorum günbatımı
Acının gökdelenine.
Ölülerimiz çoğalıyor yine
Sokaklar kan revan
Canhıraş kuşlar konuyor hüznümüzün antenine.
Yol alırken bu limandan
Sevi yüklü gemimizin
Rüzgâr dolsun yelkenine.
Gazeteci arkadaş
Yetiştir bu acıyı
Ana haber bültenine.
Dışarıda kirletilmiş bir bahar
Yüzümde devedikenleri
Binmeliyim şiirin mavi trenine.
Ey ozan,
Bu ne biçim aşk şiiri
Gir artık izleğin gezegenine!
Önümüzü haramiler kesmişti.
Şiirin engebeli yolundan
Daldık aşkın bedestenine.
İçimin ormanında
Tutuştu karanfiller
Gözlerim değince tenine.
Ne Novalgin, ne Cafergot
Sevgili göğsümdür benim
İyi gelen migrenine.
Yazdım işte bu şiiri
Öylesine bir aşk için
Ayten’ine, Gülten’ine.
Mutlu bitsin masalımız
Onlar ermiş muradına
Biz çıkalım kerevetine.
Attila AŞUT
Günün Fıkrası
Damda
Yangın çıkmıştı. Üst katta kalan adamı kurtarmanın olanağı yoktu. Temel olay yerine geldi, şöyle bir bakındıktan sonra: “Uzun bir urgan ceturun baa, dedi. Kurttaracağimdur oni…” Urgan geldi. Temel düğümleyip yukarıdaki adama atarken seslendi: “Beline sıkı sıkı bağlayasun bu urgani!!” İp bağlandı, Temel çekti. Adam düşüp parça parça oldu.
“Ne yaptın yahu sen?” dediler.
“Bir kerem bir adamun birinu pöyle iplee kurtarmiştum. Amma damda miydu, kuyuda mu? İşte bunu akluma cetüremeyrum!”
Günün Sözü
Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür…
Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür…
Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür…
Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür…
Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür…
Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür…
Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür…
Mahatma Ghandi