Günaydın sevgili okuyucularım. Nasılsınız bu sabah? Dilerim keyfinizde sağlığınızda yerindedir. Ben de iyiyim çok şükür teşekkür ederim. Hava kapalı ama güzel, çalışmak güzel, sorumluluk almak güzel ve görmek güzel olan her şeyi… Güne güzelle başladığıma göre demek güzel bir gün olacak bu gün! Hadi bakalım kolay gelsin hepimize. Düşünüyorum da bazen güne (mış) ya da (gibi) başlamayız. En doğal halimizle yani kendimiz olduğumuz halimizle başlarız.
Bu halimiz ısmarlama olmaz kendiliğinden oluverir hiç düşünmeden ve biz onu olduğu gibi yaşarız. Ve bu yüzden bazen çalışırken aniden çalışmaya iki dakika ara verip bir şeyler okumak isteriz şöyle gündem dışı bir şeyler, neşeli, havadan sudan falan. Kısa bir öykü, damardan giren bir şiir, bir fıkra gibi. Bu bize bir tazelik, bir başkalık verir, işimize daha enerjik döneriz. Bazen bir şarkıya takılırız onu kovalarız bütün gün. Karşıdan karşıya geçerken bile dilimizdedir o şarkı.
Ve gün geçer, her geçen gün gibi, aslında hiçte “gibi” olmadan! Ve “gibi” olmayan bir günde çalışırken, bilgisayara yüklediğim İskenderun sahilinin gün batımı resimlerini ilk kez görüyormuş gibi karıştırmaya başlarım… Başka zaman olsa bu işten hemen sıkılırım, resim seyretmek aslında sevdiğim işlerden de değildir öyle albümleri açıp eski yeni resimlere dalmak ise hiç ama hiç yapmadığım bir şeydir.
Ne tuhaf değil mi? Yazı yazmak işim olduğu halde kısa bir mesaj atmak bile bana zor gelir. Ama dedim ya “gibi” olmayan zamanlarda yaşayınca Bazen de hiç aranmadan yapıyorsunuz her şeyi! Uslu, uslu. Valla arandığınızda zor bir hayat oluyor hayatımız. Ve bu hayat bizim yalnızca bizim ona bazen sahip olduğumuz zamanlarda… İki dakika mola verdiğimiz oluyor ya çalışma arasında bir öyküyü paylaşmak isteriz sevdiklerimizle. İşte o öykü.
Ve sevgili okuyucularım sizde kendinizi bulduğunuzu sandığınız zamanlarda korkmayız, hiçbir şeyden kendinizi bırakırız akışına “gibi” olmayan zamanın inanın o zaman -kendim- olabilmenin tadına varacaksınız diyerek sağlık ve sevgiyle kalalım, hep birlik, her zaman, her koşulda diyorum…
& & & & &
Bu yazıyı şimdi okuduğumda sanki yüz yıl önce yazmışım gibi geliyor ben denize. Çünkü şimdi “gibi”siz yaşamaya kalktığımızda başımıza hiç düşünmediğimiz dertler açılabilir. Yani şimdi sahile dikilen o kocaman gudubet oteli içimizden geldiği gibi eleştirsek yandık. Yani şimdi gudubet “gibi”yi kullanmak zorundayız sadece benzetme! Her ne kadar işçilerin ve iş makinelerinin saat gibi çalışması bizi baya bir etkiliyorsa da. Ve yine sahile yapılmasına başlanan cami! “Yani başka yer yok muydu Allah aşkınıza” demek geliyor içimden ancak söyleyemiyorum beğenmiş gibi yapıyorum.
Ülkede savaş var, ekonomi batmış, komşularla dargınız ve her şey normalmiş gibi yaşıyoruz hatta yeni yıl alışverişi bile yapabiliyoruz, yeni yılla mutlu girmek istiyoruz, kendimizi mutlu olmaya zorlayarak ancak biliyoruz ki mutu gibi’nin gibisi olacağız. Çünkü içimiz tırmık, tırmık, etlerimiz lime lime dökülüyor şehit haberinden, sahile vurmuş çocuk cesetlerinden. Hayalleri sönmüş ve evleri yıkılmış bir dolu çoluk çocuk yaşlı genç soğukta titreşirken.
Ve şimdi yeni yılın ilk faturaları! Balyoz gibi indi ay sonunu getirmeyen abonelere elektrik faturalarından ilk şok geçtikten sonra avaz, avaz isyan içinde herkes. Ve verileceği söylenen ikramiye emekliye zar zor verilmeye başlandı ancak. İkramiye Allah razı olsun yani! Bir elinle büyük bir havayla ver. Diğer elinle cebinden çaktırmadan diyemiyorum, yoksa çakmayan var mı? Valla varsa onlar bilir! Açık ve net çek al. Birbiri ardına gelen zamlarla daha çoğunu aldığın halde vermiş gibi ol. Yiyenine afiyet olsun.
Yani şimdi yukarıdaki yazı yüzyıl öncesinin yazısı değil tabi ama bazen böyle yazılar yazabiliyormuşuz ve gibi yaşamıyor olabiliyorduk bazen, bazen. Ancak şimdi kocaman bir yalancıyız kendimize. Ve bir değil bin yüzlü olduk. Her yüzümüzle kendimizden biraz daha uzaklaşan, yabancılaşan… Ve hayatımız ne yazık ki “gibi”ler ve çok yüzlükle sürünüyor şimdilerde. Ama biz insanız yine de ve bir umuda tutunmak zorundayız, yaşamak için ve umut ediyoruz her şeye rağmen. Güneş ufuktan belki şimdi doğar belki, yâ da yarından yakın! Olamaz mı yani? Bir zamanlar olmuştu ama? Biz bekleyeceğiz yine de… Ve sağlıkla ve sevgiyle ve umutla ve hep birlikte el ele tutuşarak. Yase
& & & & &
Balonlar
Adamın hastalığına çare bulamayan doktorlardan biri, kendisine Evliya denilen bir ihtiyarın adresini(doktorlar hiç böyle şey yapmaz bence ya, neyse) vermiş. Söylenenlere göre en ağır hastalar o zatın duasıyla iyileşebiliyormuş. İhtiyar adam verilen adresi çaresizlik içinde cebine atıp doktorun yanından ayrıldığında , sokağın köşesinde simit satan 6-7 yaşlarındaki bir çocuğa rastladı. Çocuk son derece masum gözlerle kendisine bakıyor ve onu tanıyormuş gibi gülümsüyordu.
Adam o yaştaki çocukların tamamen günahsız olduğunu düşünerek yoluna devam ederken , aniden duruverdi. Simitçinin üzerindeki eski t-shrt ün üzerinde bir E harfi yazılıydı. Ve bu E mutlaka evilyanın E si olmalıydı. Aradığı evliyaya bu kadar çabuk ulaşmanın heyecanıyla yanına gidip bir simit aldıktan sonra; “-Doktorlar benim hasta olduğumu söylediler” dedi.
“İyileşmem için bana dua eder misin?” Çocuk bu teklif karşısında şaşırmışa benziyordu. Kafasını olur der gibi sallarken; “Bende sık sık hastalanıyorum” diye karşılık verdi. “Ama dedem, Allaha inananların ölünce yıldızlara uçtuklarını ve orada cenneti seyrettiklerini söylüyor. Bu yüzden korkmuyorum hastalıklardan.”
Adam içinin bir anda ferahladığını hissetti. Onun soğuktan moraran yanaklarına bir öpücük kondururken; “Deden çok doğru söylemiş , dedi. Ama ben yine de yardım istiyorum senden.”
Çocuk duasının kıymetini anlamış gibiydi. Karşı kaldırımdan geçmekte olan baloncuyu göstererek; “Size dua edeceğim diye cevap verdi. Ama eğer iyileşirseniz, bana 10 tane balon alacaksınız, tamam mı?”
Bu sefer adam başını salladı. Fakat çocuk bu kadar büyük bir hazineyi istemekle haksızlık yaptığına hükmetmişti. Mahcubiyetten kızaran yanaklarını elleriyle örtmeye çalışırken; “Uçan balon almanıza gerek yok” diye devam etti. Normalinden 10 tane istemiştim.”
Adam elini uzatarak çocukla tokalaştı. Anlaşma nihayet yapılmış, ayrıntılara geçilmişti. Buna göre hastalıktan kurtulması halinde 6 ay sonraki Ramazan Bayramında çocukla buluşacak ve her hangi bir sebeple gelemediği takdirde, önceden hazırlanan balonların ona ulaşmasını veya postalanmasını sağlayacaktı. Adam küçük çocuğun adını ve adresini bir kâğıda yazdıktan sonra, başını okşayarak onunla vedalaştı.
Aradan soğuk bir kış geçip Ramazan’a ulaşıldığında, adamın hastalığından eser bile kalmamıştı. Hayata tekrar dönmenin sevinciyle en güzel balonlardan bir paket hazırladı ve bayramın ilk gününü iple çekerek randevu yerine gitti. Küçüklerin cıvıl cıvıl kaynaştığı bayram yerindeki diğer simitçiler, çocuğu tanımıyordu. Adam onu biraz ilerdeki bakkala sorduğunda, dükkân sahibi; “Ciğerleri hastaydı yavrucağın” dedi. “Geçen hafta aniden ölüverdi.”
Adam bir anda beyninden vurulmuşa döndü. Ve koşar adımlarla orayı terk ederken, önüne çıkan ilk baloncuya bir tomar para uzatıp; “Şu uçan balonlardan 10 tane istiyorum” dedi. Çabuk ol, gecikmeden ulaşmalı yerine. Adam satıcının aceleyle uzattığı balonların iplerini birbirine düğümledikten sonra, onları besmeleyle gökyüzüne bıraktı. Bayram yerindeki herkes gibi baloncu da şaşkındı. Sonunda dayanamayıp; “Ne yaptığınızı anlayamadım dedi. Neden bıraktınız onları öyle?”
Adam, nazlı-nazlı yükselmekte olan balonları buğulu gözlerle takip ederken; “Onları bekleyen küçücük bir dostum var” diye mırıldandı. “Hem de evliya gibi bir dost. Balonları adresine postaladım sadece.”
Cüneyt SÜAVİ
Günün Şiiri
Özletiyor Seni Bu Yağmurlar
Burada yağmur yağıyor
Aralıksız yağıyor günlerdir
Ama sen yine de şemsiyeni
Almadan gel ilk otobüsle
Buğulanan camlara usulca
Yüzünü çiziyorum ki yüzün
Bir yağmur damlası olup
Düşüyor yapraklarına gülün
Güller de bozamıyor bu uzun
Karanlık sessizliğini kentin
Anılarını yitiriyor sokaklar
Bezirgânlaşıyor bulvar ışıkları
Tarih de kekemeleşiyor bazan
Ki o zaman aşktır tek bilici
Aşksa yürümek gibi bir şey
Duyabilmek kuşların gelişini
Anısı bizsek eğer bu kentin
Unuttuğu türküler bizsek
Acıyı rehin bırakıp bir güle
Anımsatmalıyız bunları bir bir
Sonra yürümeliyiz seninle
Sokaklara caddelere çıkmalıyız
Belki bir aşktır bu kentin
Belleğini geri getirecek olan
Burada yağmur yağıyor ama sen
Şemsiyeni almadan gel yine de
Özletiyor bu çılgın sağanak seni
Sırılsıklam özletiyor biliyor musun
Ahmet TELLİ