“Bir kerpiç daha düştü ömrümün sarayından!” Yıllar önce bir takvim yaprağında okumuştum bu dizeyi.. Hatırlarım her akşam bir yaprağını kopartırken her yıl yenilediğim takvimlerde.. Ve düşerim peşine kerpiç örneği yeni bir dize daha not düşmek için yenilenen yapraklarda takvimsel akan zamanın..
Miladi geçmişle Hicri gelecek arasında asılı duran ömür takvimimizden, birer birer düşmeye devam eder yapraklar.. Düşer ve savrulur ömür dediğimiz akıp giden hayat nehrimizin çağıltılı sularına.. Hayat nehriyle, hangi denizlere, hangi okyanuslara taşınır ömrümüz? Yoksa önüne çıkan çer çöp, dal odun, taş kaya ne varsa sürükleyerek, taşkın bir sel suyu gibi akıp giden hayat nehrinde, çer çöp kadar hükmü yok mu takvimden düşerek sefilleşen yapraklar örneği ömrümüzün?
Ziya Osman, “Kim Bilir” adlı şiirine; “İlk yağmur damlası düştü / Kuru yapraklarına güzün / Ardından kış kıyamet / Dert hüzün..” dizeleriyle başlar; “Alınyazısı hepsi.. Kısmet.. / Ha yazı ha kışı geceyle gündüzün,” diye devam eder.. Ve şair söz konusu şiirini; “Kim bilir kaç günü kaldı / Ömrümüzün?” sorusuyla bitirir..
“Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına” der, A. Behramoğlu da, “Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var” adlı şiirinin son bölümünde.. Ve “Çünkü..” açıklamasıyla bitirir şiirini: “Ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır, Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana..”
Irmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına kimler yaşamış hayatın armağanı kısacık ömrü içinde.. Mecnunlar elbette.. Ulaşabilmek için Leyla okyanusuna.. Peki, maruf Mecnun ne zaman, nerede görmüş Leyla’sını? Bir halk türkümüzde “Kerpiç, kerpiç üstüne kurdum binayı, Binayı kurar iken gördüm Leyla’yı, Leyla başıma açtı türlü belayı..” diyor Mecnun bir halk ozanı Hak aşığımız.. Kerpiç kerpiç üstüne kurulan binanın adı? Ömür.. Ya kerpiç? Kerpiç; içine saman, çer çöp katılan toprağın, suyla karıldıktan sonra balçık halinde kalıplara dökülmesiyle elde edilen çamurdan tuğlanın adı.. Gölgede bekletiliyor bir süre, sonra güneşe serilip kurutuluyor..
Kerpiçlerle ömrün sarayını inşa ederken Leyla’yı gören Mecnun, niçin çöllere düşüyor? Kerpiçleri kurutmak için mi, yoksa un ufak ederek kumlara karıştırmak için mi? Ah, ömrü Leyla okyanusunda dalgalanırken çölde sanıyoruz Mecnunları.. Mesela? Mesela Yunus.. Bizim Yunus elbette.. “Çıktım erik dalına, Onda yedim üzümü, Bostan ıssı kakıyıp, Der ne yersin kozumu?” Erik dalında üzüm yiyemeyenler, nereden bilecekler ağacın ceviz, Leyla’nın da çölde olmadığını.. Yunus da biliyor çer çöpten sıyrılamayanları.. “Dilsizler haberini, Kulaksız dinleyesi, Dilsiz kulaksız sözü, Can gerek anlayası.” Ve fakat Yunus, erik dalında üzüm yerken, gönül sofrasındaki “dil” yemeğini tadının ceviz olmadığını da tarif eder arifane zarif bir dille: “Kerpiç koydum kazana, Poyraz ile kaynattım, Nedir diye sorana, Bandım verdim özümü.”
Yunusça özden tadan Necip Fazıl, “Yıllardır saatim işlemiş ben durmuşum, Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum” der bir şiirinde.. Sorgular, takvim yaprakları birer birer düşerken ömrünü; “Çocukken haftalar bana asırdı, / Derken saat oldu, derken saniye. / İlk düşünce beni yokluk ısırdı, / Sonum yokluksa bu varlık niye?” Ve görmüş olmalı ki kerpiç bedeninin gölgesinde Leyla’yı, “Gönlüm ne dertlidir, ne bahtiyar, / Ne kendisine yar, ne kimseye yar, / Bir rüya uğrunda ben diyar, diyar, / Gölgemin peşinde yürür giderim..” der bir başka şiirinde..
“Susadım bir yudum su” feryadını, “gözün yaşı ile yu” figanıyla ezgileyen Hak aşığı halk ozanı da Yunus örneği tarif eder arifane zarif bir dille Leyla’sını.. “Mahsunî Şerif’im gözüm yollarda, Bazen sahralarda bazen göllerde, Benim Leyla’m kaldı kanlı çöllerde, Herkeste zanneder şu Leyla Leyla..”
Son yaprağı düşerken biten bir yılın takviminden, girişteki söz atfen, “Bir duvar daha düştü ömrümün sarayından” cümlesi düşebilir belki dilimizden.. Ve fakat ben; batan gün, biten yıl kafiyesinden kurtarıp kendimizi, izini sürebilirsek “ahseni takvim” kıvamında akan zamanın, taşıyabiliriz diye düşünüyorum akıp giden hayat nehrinde, kaç yılı, kaç mevsimi, kaç günü kaldığını bilmediğimiz ömrümüzü denizlere..
Yeni yılı hüzünle mi karşılayalım sevinçle mi? Babam Münir, bir kerpiç daha koymak için ömrünün sarayına, “Saatli Maarif Takvimiyle” karşılardı hep.. “Akşam sararıp koptuğu yerden sabah yeniden filizlenen umudumun ışkın” derdi takvim yaprakları için..
Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com
Özlediğim, özümsediğim, mest olduğum bir yazı yine ruhunuzun inceliğinden inmiş parmaklarınıza oradan sayfalara. yol olmuş ulaşmak için gönül dostlarına. sevgili arkadaşım yalnızca bir şey söyleyeceğim “iyi ki varsın ya”