Huzursuzluk…

0
60

Her an yanınızda olsa da ondan yüz çevirmeyin. Giydirin, sevimli, pembe mavi mineli giysileri çıplak kalmasın, boynuna bağlayın ebrudan ipek şalı ve kolunuza takın. SEVGİLİNİZMİŞ GİBİ… Huzurun yalın güzelliği ile kıyaslamayın sakın… Onunda bir güzelliği var çünkü…

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Eskiden bu havalarda, yani yağışlı ve karanlık soğuk ama üşütmeyen havalarda sıcacık köşemde oturup kitap okumayı, annemin hazırladığı ıhlamurdan bir yudum alıp sonra unutmayı çok severdim. Şimdide seviyorum ama o zamanlardaki gibi değil artık. O zamanlar güven içindeydik, annemiz yanımızda, düşüneceğimiz yalnızca yarınki derslerimizdi. Ve okul kütüphanesinden alacağımız yeni bir kitaptaydı. Oysa şimdi öyle mi? Büyüdük ve kirlendi dünya demek istemiyorum çünkü biz küçükken de ve her zamanda dünya bazıları için kirliydi. Her zamanın kendine ait huzursuzluğu pisliği ve bununla beraber dinginliği vardı diye düşündüğümden zamanlar arası bir karşılaştırma yapmaktan hoşlanmam. Ancak küçükken düşüncelerimizde bakış açımızda kendimizle doğru orantılıydı. Küçüktük, küçük şeylerle mutlu olurduk. Bizim için güven ilk şarttı mutlu olabilmek için. Sonra bir annenin varlığı ve kitaplarımız. Ve okulumuz. Daha ne isteyebilirdik ki? Özgürdük üstelik ömrümüzde bir daha olamayacağımız kadar. (nasıl küçük şeyler ama?) Ne zaman büyümeye başladık. Elimizden kaymaya başladı her şey yavaş, yavaş. Ve devam etti her şey kaymaya, elimizden kayanların yerine başka şeyler koyduk zamanı geldikçe ama yeri dolmadı kaybettiklerimizin. Zaten isteğimiz doldurmakta değildi. Çünkü o yerler hep doluydu yalnızca yeniden ortaya çıkacakları günü bekliyorlardı hafızamızın sandığında.

Ve bugün yine seviyorum havaların karanlığını şişko, şişko yağan yağmurunu ve kitap okumayı köşemde ve hafızamda gizli kalmış ne varsa dışarı çıkarıp onlarla söyleşmeyi. Ancak hiçbir şey eskisi gibi değil artık. Küçükken küçük olan bütün düşüncelerimiz, kaygılarımız ve kuşkularımız ve güvensizliğimiz bizimle büyüdü. O zaman onları anne sevgisi, güven duygusu ve okulun yumuşak elleriyle kamufle etmemiştik. Şimdi ise her şey birbirine dolanmış ve adı “huzursuzluk” olmuş. Ve çırılçıplak. Evet yağmuru dinlerken fırtınada uçarken, çocukluğumuza ait ne varsa onunla sevinirken ve bir çok duyguya ev sahipliği yapmaya başlamışken bedenimiz, kalbimiz de yinede en etkin duygumuz “huzursuzluk” şu an yağmuru dinleyerek yazımı yazarken çok net algılıyorum.

Çünkü dizlerimde bilgisayarım ayaklarımda sımsıcak terliklerimle yağmuru dinleyerek yazı yazmak bana çok kolay geliyor. Komşularımızda süren kavgalar geçenlerde  “Siirt’e bağlı Pervari ilçesinde askerliğini yapmakta olan bir askerin cinnet geçirmesi sonucu üç arkadaşını şehit etmesi ve ardından gelen acılar yıkılan yuvalar ateş düşen evler. Babasız kalan çocuklar. Ya o asker cinnet geçiren? İnsan ha deyince cinnet geçirebilir mi? Suriye’de bütün hızıyla devam eden iç savaş. Ve yurdumuza sığınan mültecilerin dramı, Sara adlı Amerikalı kadının ölümü. Ve hala internet üzerinden yürütülen sanal arkadaşlıklar ve dehşet sonlar. Bütün bunları düşününce kendimi kötü algılıyorum. Huzursuzluğum artıyor. Kış mevsiminden almam gereken zevkim huzursuzlukla yer değiştiriyor. Ne kadar ısınsam, dışarıda üşüyenleri düşündükçe donuyorum. Ve bir şey yapamıyorum elimden gelen çok değil ona yanıyorum.

Ve bu güzel kış gününde çok güzel bir yazı yazabilirdim içinde huzursuzluk sözcüğü olmayan. Belki yarın belki yarından yakın olur o da. İnanıyorum ki her zamanın kendine has huzursuzlukları olduğu gibi dinginliği de var. Belki dinginliğini yakalarım zamanın olmaz mı? Ve aslında huzursuzluğu herkes her zaman taşıyabilir yanında, önemli olan dinginliği yakalayabilmek ve zamanı yine güzele yorumlayabilmek doğru ve güven içinde?

Ve sevgili okuyucularım. Zaman her zaman istediğimiz gibi geçmeyebilir ancak hayat güzeldir, yaşamak güzeldir, dünya güzeldir, gökyüzü, deniz, dağlar, börtüler, böcekler, gerçekler ve hatta mecaz olanlar bile. Unutmayın huzursuzluk her an yanınızda olsa da ona yüz vermeyin, onu giydirin sevimli pembe mavi mineli giysileri, çıplak kalmasın, boynuna bağlayın ebrudan ipek şalı ve kolunuza takın. Sevgilinizmiş gibi. Huzurun yalın güzelliği ile kıyaslamayın onu sakın. Onunda bir güzelliği var çünkü. Ve şimdilik, sağlık ve sevgi, birlik, berberlik ve sımsıcak el ele kalalım dileyerek yazıma son veriyorum sevgili okuyucularım. Yase

Bir Kış Günü Hikâyesi

-Bugün hava her zamankinden soğuk değil mi?

-Evet. Ama mecburuz yola çıkmaya. Hem dert etme. Gittiğimiz yer çok sıcakmış. Isınırız orda bir güzel. Diğer dostlarımızı da göreceğiz bu yolculukta unutma. Bu bile yeter yola çıkmaya.

-Doğru söylüyorsun galiba…

Ellerine baktı son kez. Ay ışığı vurmuştu sanki çehresine. Öylesine parlıyordu alabildiğine. Şımarmamak için zor tuttu kendini. Acaba yolculuk nasıl geçecekti? Şikâyet edip sabredemezse, bu diyarları terk etmeyi göze alamazsa… Olmazdı, olamazdı. O zaman ben, ben olamam ki… İnsanlar beni gördüklerinde “İşte o. Ne güzel, ne kadar temiz, ne kadar gayretli” dediklerinde yüreğindeki sevgiyi ve var olma nedenini sevinçle izleyecekti bu yolculukta. Yaratılma amacı için bu yolculuğa çıkması gerekiyordu.

Ve yoldaydı. Fakat üşümüyordu çok fazla. Yine nazlıydı. Yine dans eder gibi oradan oraya koşturuyordu. Kimseye rahatsızlık vermeden, üstelik engelleri kaldırarak akıyordu adeta.

“Ne kadar hoş… Herkes burada. Tanışmalıyım hepsiyle” diye söyleniyordu kendi kendine.

-Hey! Senin adın ne?

-Berfin. Ya seninki?

-Ben mi? Ben, ben…

Kar tanesi son kelimesini söylerken, toprakla kucaklaşır buldu kendini. Ve sıcaklığını hissettiğinde, gülücükler açtı çehresinde. Bundan böyle toprağa bakabilen herkes, kar tanesini göremese de, onun tebessümünü gördü her seferinde…

Günün Şiiri

BİR FOTOĞRAFA…

Karşımdasın işte…

Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni.

Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim.

Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim.

Tıkandığım o an, elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an işte,

aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim.

Ellerim boşlukta, ben darda kaldım.

Ellerim buz gibi, ben harda kaldım.

Bir senfoni vardı kulağımda çalınan, bitti artık hepsi…

Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme.

Bakış açım belli oldu yine.

Geride kalan, ardından bakar gidenlerin.

Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim.

Dağlara çarptım her esişimde.

Yollara küfrettim her gidişinde.

Demiştim sana hatırlarsan:

“Önemli olan ‘zamana bırakmak’ değil, ‘zamanla bırakmamak’tır…”

Şimdi bana, geçen o zamanın Unutulmaz sancısı kalır.

Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim?

Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim…

Nazım Hikmet

 

AÇLIK ORDUSU YÜRÜYOR

Açlık ordusu yürüyor

yürüyor ekmeğe doymak için

ete doymak için

kitaba doymak için

hürriyete doymak için.

Yürüyor köprüler geçerek kıldan ince kılıçtan keskin

yürüyor demir kapıları yırtıp kale duvarlarını yıkarak

yürüyor ayakları kan içinde.

Açlık ordusu yürüyor

adımları gök gürültüsü

türküleri ateşten

bayrağında umut

umutların umudu bayrağında.

Açlık ordusu yürüyor

şehirleri omuzlarında taşıyıp

daracık sokakları karanlık evleriyle şehirleri

fabrika bacalarını

paydostan sonralarının tükenmez yorgunluğunu taşıyarak.

Açlık ordusu yürüyor

ayı ini köyleri ardınca çekip götürüp

ve topraksızlıktan ölenleri bu koskoca toprakta.

Açlık ordusu yürüyor

yürüyor ekmeksizleri ekmeğe doyurmak için

hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlık ordusu yürüyor

yürüyor ayakları kan içinde.

Nâzım HİKMET

Günün sözü

Daha iyi olmaya çalışmayan iyi olarak ta kalamaz.

Oliver Cromwel

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here