Mağrip, “yurdundan uzaklaşmak” anlamlı, Arapça “Ğayın,R,B” kökünden bir sözcük.. Kökten gelen anlamı, “garip” sözcüğü duyumsatsa da, “güneşin doğduğu yerden uzaklaşıp garbi yönü kapsaması bağlamında mağrip tüm batıyı içeriyor, maşrık ise doğuyu..
Mağribin, ayrıca “Afrika’nın Mısır dışındaki kuzey ülkeleri” anlamında tarihsel bir karşılığı da bulunuyor.. Bu tarihsel karşılığın merkezi Mısır’ı, Yavuz Selim, Osmanlı coğrafyasına katıyor ve Osmanlı, merkezi bir dünya devleti oluyor.. Dolayısıyla Osmanlının, Mısır merkezli batısının mağrip, doğusunun da maşrık olduğu anlaşılıyor..
Dünya tarih atlasları, “mağripten maşrıka” ticaret yollarını, Fatih sonrası Osmanlı coğrafyasında gösteriyor.. Osmanlıya göre Batılı devletler, mesela İspanya, yeni ticaret yolları arıyor ve keşfediyor.. “Altın, ipek” aşkıyla yanıp tutuşan Kolomb, batıya yelken açarak, zenginlik kaynağı doğudaki Hind’e ulaşacağını düşünüyor.. Doğu zenginliğini yağmalama düşüncesine yol arkadaşı bulmada epey zorluk çekiyor.. Bu durumu; “Benimle kimse bilinmeyen denizlere açılmak istemiyordu. İlk adım bir hapishaneden geldi. Bu zahmetli yolculuğa çıkma karşılığında özgürlük vaat edilen beş on “arsız, hırsız, uğursuz” cümleleriyle günlüğüne not olarak düşüyor.. Bu not emperyalizm ve sömürgecilik tarihine de bir “dip not” olarak düşüyor!
Kanuni, Osmanlı topraklarında Fransız tüccarlarına ticaret ayrıcalığı tanıyor! Yeni fakat zahmetsiz bu ayrıcalıklı ticaret yolunu zamanla başta İngiliz olmak üzere tüm Batılı tüccarlar keşfediyor.. Bu da, Osmanlı coğrafyasında ileride yaşanacak emperyalizm ve sömürgecilik tarihine bir “dip not” olarak düşüyor! Bu bağlamda mesela “altın, ipek” aşkının yerini “petrol” alan Batılı Kolomblarca Mısır keşfediliyor ve merkezden kayıyor, “Ortanın Doğusunda” kalıyor.. “Orta Doğu” kavramı ise, “mağripten maşrıka” dünyanın birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşları sonrasında Batı merkezli ve fakat Batılı Doğulu fark etmez emperyalistler tarafından haritalandırıldığı tezini anlaşılır kılıyor..
İbni Haldun, yaşadığı Mağribi topraklardan ve maşrıkî yönlerden topladığı verilerle tarih, toplum ve siyaset felsefesinin temellerini, “Mukaddime” adlı eseriyle 14.yüzyılda atıyor.. Söz konusu eserinde, Mağrib’ten Maşrık’a neler olduğunu anlayabilmemize ışık tutan yargısında: “Olayları anlatmak yerine düşünmek gerekir. Bu da ancak, tarihsel olaylar yerine tarihsel nedenleri koymakla mümkün olur!” diyor..
Hegel, tarih bilincini; “gerçekleşmiş olandan gerçekleşmekte olana ve buradan da gerçekleşecek olana doğru diyalektik geçiş bağlantısı kurmak” şeklinde tanımlıyor..
“Tarihsel olaylar yerine tarihsel nedenleri” tarih bilinciyle koyduğumuzda Ortadoğu’nun bir kez daha “Batılı Doğulu” emperyalistler tarafından “enerji ticareti paylaşım odaklı” haritalandırılmakta olduğu anlaşılıyor..
Lenin, emperyalizm kavramını; “Kapitalizmin en yüksek aşaması” olarak tanımlıyor ve adını koyuyor: “Tekelci kapitalizm.” Kapitalizmin sürekli “kriz ve kaos” ürettiği ise onun “sömürü ve yağmaya dayalı sermaye birikimli” tarihsel gelişimindeki olaylardan ve nedenlerden anlaşılıyor.. Dünya ölçeğinde her kriz, kapitalistlerin sömürecek pazar bulmakta zorlandığında çıkartılıyor ve paylaşım savaşları sonrası yağmalama barbarlığında yeni pazarlar oluşturuluyor!
Rosa Lüksenburg, birinci paylaşım savaşı öncesi krizde Almanya’dan dünya insanlığına, “Ya sosyalizm ya barbarlık” diye sesleniyor.. Ve fakat tekelci kapitalizm tarafından “hunharca” katlediliyor ve insanlığa paylaşım savaşlarının birincisinde barbarlık yaşatılıyor.. İkincisinde ise barbarlığın dehşeti, “Nazi kampları” ve “Hiroşima, Nagazaki’de” vahşete dönüşüyor.. E. M. Remark, Birinci Paylaşım savaşında yaşanan barbarlığı, “Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok!” adlı romanında anlatıyor.. Nazım da, İkinci Paylaşım savaşı sonrasında yazdığı, “6 Aralık 1945” başlıklı şiirinde, mağripten maşrıka olaylara neden olanları; “Onlar ümidin düşmanıdır, Akarsuyun, meyve çağında ağacın, Serpilip gelişen hayatın düşmanı!” dizleriyle özetliyor..
Mustafa Kemal, paylaşım savaşlarının birincisi sonrasında emperyalistlerden kurtardığı vatan topraklarımız üzerinde Cumhuriyetimizi kuruyor.. İsmet Paşa da, ikinci paylaşım savaşının yıkımından koruyor.. Son tahlilden hareketle ben, mağripten maşrıka emperyalistlerin çıkartmaya çalıştığı paylaşım savaşlarının üçüncüsünden yurdumuzu koruyabilmek için “olaylar” yerine “tarihsel nedenler” üzerinden “diyalektik değerlendirmeler yapmak” gerekiyor diye düşünüyorum..
Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com