Günümüz Türkçesi ile ‘Milli Yemin veya Ulusal Ant’ Türk Kurtuluş Savaşının siyasi manifestosudur… Misak-ı Milli; son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı tarafından 28 Ocak 1920 tarihli gizli oturumda kararlaştırıldı. Misak-ı Milli’nin birinci maddesi Türkiye’nin güney sınırlarını belirliyordu. Herkesin; bu maddeyi gözden geçirmesi bilmesi gerekir.
Osmanlı Devleti’nin özellikle Arap ve Türkmen çoğunluğun yerleşmiş olduğu, 30 Ekim 1918 günkü mütareke yapıldığı sırada, düşman ordularının işgali altında kalan bölgelerin geleceğinin haklarını serbestçe açıklayacakları rey sonucu belirlenmesi gerekir. Söz konusu Mütareke çizgisi içinde din soy ve amaç birliği bakımlarından birbirlerine bağlı olan, karşılıklı saygı ve özveri duyguları besleyen, soy ve toplum ilişkileri ile çevrelerin koşullarına saygılı Osmanlı-İslam çoğunluğunun yerleşmiş bulunduğu kesimlerin tümü… ‘İster bir eylem ister bir hükümle olsun hiçbir nedenle birbirinden ayrılmayacak’ bir bütündür.
Bağırsan duyulur misali benim gibi Türkçe konuşan öz be öz Türkmen vatandaşlarımız şu günler kendi memleketlerinde sıkıntı içerisinde kıvranıyor ve yaşama mücadelesi veriyor. Onları ortadan kaldırmak için her gün ve an ve an yaşam yerleri olan Türkmen Dağı ve yaşam alanları bombardıman altında… Onca şehit ve yaralı var. Dönüp kılımızı kıpırdatmıyoruz. Irak ve Suriye karışıklığıyla hırslanan, ne olduğu belirsiz guruplar, onları yani Türkmenleri acımasızca ortadan kaldırıyor. Ruslarla kombine sağlayan Suriye güçlerinin tek hedefleri Türkmenlere yönelik! Kerkük ateş çemberinde…
Asıl mesele; Güneydoğu’muzu da kapsayan “Kuzey Kürdistan” emellerini gerçekleştirmek. Dahası Türkiye’den alamadıkları hırslarını Türkmenlerden çıkartıyorlar. Bu konuda başarıyı yakalama istekleri çok yoğun. Türkleri içlerine sindiremeyen şer güçler büyük bir çaba içerisinde. Türkiye güçlendikçe rahatsız oluyorlar, yeni senaryolarla tarih üzerinde oyun oynamaya kalkışıyorlar.
Uyuyoruz hem de derince… Uyandığımız da her şey keşke bir rüya olsa… Gerçekle karşılaştığımızda inşallah iş işten geçmemiş olur. Misak-ı Milli onların duymak istemedikleri, gerçekleşmesini mümkün görmedikleri bir terimdir. O yüzden Kerkük ve Musul’da yaşayan halkımızı püskürmek zorundalar. Osmanlı’nın ayak bastığı her nokta, onların nefretinde bulunan noktalardır. Bir imparatorluğun ardından gelen haksız paylaşımda, ne yazık ki elimiz kolumuz bağlı öylece beklemekteyiz. Adamlar işi öyle bir yere getirdiler ki resmen Türkiye ile alay ediyorlar.
Musul Konsolosluğu’nun basıldığını, Konsolos ile birlikte tüm çalışanların gözaltında olduğu günleri unutmadık. Türkmen kardeşlerimiz, Kerkük, Musul ve Lâskîye çevrelerinde yalnız başlarına kaldı. Onlara uzanacak vatan eline hasret içinde bekleşip duruyorlar.
Allah yardımcıları olsun demekten başka elimizden bir şey gelmiyor ama onlar “bizlerden uzanacak sıcak el” bekliyor. Yardımlara ses verelim.!! Gırtlağımda bir yumru var, her nefes alışımda beni zorlatıp duruyor…
& & & & & &
Sahipsiz kalmışam, gavim gardaşım nerdesen!!
Oğuzam, Türk menem… Bayatlardan Türkmenem… Damarlarındaki asil kan, aslına çektiğin ırk menem… Yaprağın asılı dallar, gövdeni taşıyan kök menem… Yolunu gözleyen yar, aşkınla çarpan ürek mene Can içre canan bilmişem gavim gardaş, nerdesen… Yedi koldan, yirmi dört boydan gelmişem Orta Asya’dan… Yayından fırlayan ok, huduttan hududa atılan mızrak, deli havalar soluyan kısrak gibi esmişem… Az gitmişem, uz gitmişem, dere tepe düz gitmişem… Kuş uçmaz kervan geçmez dağları, göçebe adımlarla gezmişem… Irağı yakın, yurdumu Irak eylemişem… Tırnaklarımla oymuşam tortu kayaları, kıraç toprakları gözyaşlarımla sulak etmişem… Kızgın tohumlar serpmişem, emek vermişem, aşa getirmişem… Türk illerine haber salmışam gavim gardaş nerdesen… Selçuklu şah-ı sultanlarım adım atmış otağıma, kapıda karşılamışam civan mert erlerimi, başım gözüm üstüne berhudar ağırlamışam… Musul’da Zengiler, Kerkük’te Kıpçaklar, Erbil’de Beg Teginliler, Yiğit yatağı Atabegler kurmuşam, Dokuz başlı tuğlar aparmışam yad ellere, Türk’ün adını âlemlere duyurmuşam… Bayındır kızanı torunlarımı kucaklamışam, bahar coşkusu Akkoyunlar gibi ovalara yayılmışam… Sultan Cined`in emaneti, Şah İsmailimle pişirmişem ham yanlarımı, ocağımda tüten Safevi ateşiyle alev alev yanmışam…Genç Osmanlıyla açmışam Bağdat’ın kapısını, cahiliye devrini hepten kapatmışam… Dil, din ve ırk özgürlüğüyle donatmışam Halkları, çıra gibi aydınlatmışam kör karanlık tarihi, çevreme ilim, irfan, ışık saçmışam… Derin hülyalara dalmışam gavim gardaş, nerdesen…
Ne zaman ki Türk birliğine diş bilemiş düşman, çapraz fişek silahıma davranmışam… Zırnık ödün vermemişem haa sevgimden, korkmamışam heç, ölümleri kuşanmışam… Yalın ayak koşmuşam Kafkas cephelerine, Sarıkamış harekâtına katılmışam… Buz kesmiş yüreğim Allah-u Ekber Dağlarında, katmer katmer kefensiz donmuşam… Çanakkale’de etten duvar olmuşam, göğüs göğüse çarpışmışam Allah vekil, bir adım geçirmemişem gâvuru öteye, üst üste cansız yığılmışam… Nasıl ki Harb-i cihanlarla zayıflamışam, güçten kudretten düşmüşem heyhat, yeraltı kaya yağlarım sulandırmış ağızları, hemhal manda manda paylaşılmışam… Öyle ki et ve tırnak misali ayrılmışam, süt kuzu yavru gibi koparılmışam Anadolu’dan… Yılanlar tıslamış, köpekler hırlamış ardımdan… Sahipsiz kalmışam gavim gardaş nerdesen… Lord planları tayin etmiş kaderimi, Misak-i Milli sınırlar dışına çıkarılmışam… İtilmişem, kakılmışam, horlanmışam külliyen, tekme tokat yerlere yatırılmışam… Dağ ayılarının önüne atılmışam yaralı, çöl develerinin hörgücüne tepe taklak asılmışam…
Türk menem demişem, Türkçe söylemişem, Eskiyaka’da kurşunlara dizilmişem… Emeğimin hakkını istemişem, Gavurbağ’da linç edilmişem… Adalet beklemişem, iplere gerilmişem… Eşitlik yeğlemişem, Zabsuyu kana bulanmış, Altunköprü’de ekin gibi biçilmişem… El insaf vicdan dilemişem, zindanlara sürülmüşem… Çığlıklarım, Katlimin salâsı… Diri, Diri toprağa gömülmüşem…
Kollarım kırılmış omuzlarımdan, işkencelerle yoğrulmuşam… Gözlerim kan çanağı, fincan-fincan oyulmuşam… Ölmem yetmemiş kâfire, ip sarılmış cesedime, sokaklarda dolaştırılmışam… Cıncık gibi ortalığa saçılmış cism-i bedenim, lime-lime dağılmışam gavim gardaş, nerdesen…
Duy hele… Kimliğim değiştirilmiş, El-Temim olmuş Türkmen Kerkük, hafızalardan kazınmışam… Baas-Baas bağırmışlar partizanca, kin kusmuşlar yüzüm barabarı, evimden yurdumdan göçe zorlanmışam… Okumak yazmak yok… Dilim damağıma bağlanmış… Düşünmem, konuşmam, kızmam yasak… Başın kaldırıp bakmak, gözün ucuyla süzmek ne cüret… Elim ayağıma dolanmış… Oturmam, yürümem, gezmem yasak…
Beterin beteri var… Biri getmiş, ötekiler gelmiş… Yağmurdan kaçarken doluya tutulmuşam… Mavzerler çevrilmiş üzerime, tetiklere sarılmış Puştlar, merhamet beklerken, zulüm bulmuşam… Böyük devletlerin böyük oyunu, yok etmek Türk’ün soyunu… Çoraplar örülmüş, çuvallar geçirilmiş başıma… Aslanım; kediye boğulmuşam…
Di gah gel… Di gel ölem di gel… Adına gurban olam di gel… Alnına kanım çalam di gel… Bayrağım göğün mavi gülü, ay yıldızım sen… Yurdum Türkmen eli, can özüm sen… Soyum sopum Türkoğlu, yüzüm sürdüğüm izim sen… Oy men ölmüşem gavim gardaş, nerdesen…!!!!! Gel beri gör meni artık..!!