Günaydın sevgili okuyucularım. Nasılsınız bu sabah? Kendimi zaman, zaman, sığınılacak sağlam bir liman gibi algılardım. Ama doğum günüm olan Cumhuriyet bayramında bendenizle olmak ve bayramı birlikte kutlamak için, yurt içinden ve yurt dışından gelen sevdiklerim aile üyeleri ve arkadaşlarım her zamankinden çok daha özel bir liman olduğumu hissettirdiler bendenize. Ancak günler sayılı ve zaman çabuk geçiyor. Dolu odalar, etrafa saçılmış eşyalar, neşeli konuşmalar, Eda’nın kaygısız kahkahaları ile çınlayan ev yavaş, yavaş durulmaya, odalar boşalmaya ve sessizleşmeye başladı gün be gün. Hepsi birden terk etmedi limanı, her gün biri, dün de son yolcu demir aldı limandan. Kendimi ilk kez bu kadar özel algılatan bu sevgili topluluk ile aynı evi paylaşmak, kahvaltıya oturmak, yemek, yemek ve birlikte gezmek gerçekten çok ama çok özel ve çok güzel bir şeydi.
Ve bendeniz bir gün onlara bakarak “herhalde ölmek üzereyim, bütün sevdiklerim yıllar sonra hep birlikte yanımdalar!” dedim kendime. Ve yine düşündüm. Neden bizler bunca mutluyken ölüm gelir aklımıza? Neden, ne kadar mutluluk o kadar mutsuzluk diye düşünürüz? Dün gece aniden uyandım, onları rahatsız etmemek için yine parmak uçlarıma basarak ve elektik düğmesine hiç dokunmadan dolaştım evin içinde. Sanki kimsecikler gitmemiş gibi. Oysa yalnızca Berke’nin odasının kapısı kapalı idi. Hafifçe kapısını aralayıp içeri girdim. Mışıl, mışıl uyuyordu. Yan dönmüş beli açılmıştı, belini örtüp şefkatle hasretle, sevgiyle, minnetle öptüm sanki yeni görüyormuş gibi! Eh ne de olsa o kalmıştı bana. En az dört yıl Allah izin verirse birlikteyiz. Limanı zaman, zaman terk etsek de ikimiz, yine aynı yere döneceğiz.
Ve elimdeki tek hazine o artık. O hayatımın baharı, neşesi, anlamı. Ve içim titriyor ona bakarken. Geleceğinden korkuyorum, ürküyorum, çünkü vahşet bir dünyada yaşamaya başladık. Trilyonların taşa toprağa döküldüğü, kanser hastaların ilaçların çalındığı, belediye otobüslerinin yakıldığı, dövülerek boğazı kesilerek öldürülen gençlerin kanını taşıyanların elini kolunu sallayarak dolaştığı, maden ocaklarında onlarca insanın hayatını birkaç kuruş için ve ne yazık ki bir türlü önüne geçilmeyen ihmalkârlığın yüzünden kaybettiği, doğal gaz ve diğer bütün her şeye gelen zamların hayatı zindana çevirdiği, yoksulun daha yoksul, zenginin fahiş zenginlik sürdüğü, dinle imanla ilgisi olmayan insanların kafasını kesip top oynayan yaratıkların kendini halife ilan ettiği. Matem gününde insanların öldürüldüğü, çocukları yanlarında olduğu halde hırsızlık yapanların çoğaldığı… Ve artık, kadın cinayetlerinin okul önünde bile işlendiği, insanın kendine bile inanmadığı bir ortamda nasıl yaşayacak bu canımdan öte canlar?
Ve bizim büyük dediklerimiz nasıl bir büyüklük içindeler ki, böylesine devasa mekânlarda bir gece bile olsa yaşamayı düşünüyor olabilirler ki? Bunca yoksulluk varken? Kendimi bildiğimden beri canımın istediği değil yalnızca ihtiyacım olan şeyleri, ihtiyacım kadar aldığım ve elimdekini paylaşmayı ilke edindiğim için insanların kaygısızlığını adaletsizliğini anlamakta çok zorlanıyorum. Ve bu durum canımı çok yakıyor. Başım önüme düşüyor düşünüyorum ve düşünüyorum. Bayram sevinci kendimi özel hissetme durumları hiçbir zaman başımı döndürmeye yetmiyor. Ancak boğulmak üzereyken bir soluk olabiliyor bu durumlarda! Ve o soluğa sarılıyorum tüm gücümle. Ve “ne kadar mutluluk o kadar mutsuzluk” demem, ondan. Hiçbir zaman yaşam adil olmadı, güllük gülistanlık ta, ama bu kadar korkutucuda değildi hiçbir şey.
Ve sevgili okuyucularım bizler artık çocuklarımız için kaygılıyken ve her zamankinden daha çok korkarken, yinede korkularımız kadar cesuruz. Ve umutluyuz hiçbir şey sonsuza dek sürmez, süremez çünkü. Ve her şeye rağmen uyumuyoruz. Ve her zaman sevgiye, saygıya, birlik ve beraberliğe inanıyoruz, herkese ve her şeye inat. Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalalım diyorum el ele can cana her zamanki gibi. Yase
& & & & &
Üç Sual Ve Bir Cevap
Mevlana Celaleddin Rumi’ye felsefecilerden bir grup geldi. Sual sormak istediklerini bildirdiler. Mevlana hazretleri bunları Şems-i Tebrîzî’ye havale etti. Bunun üzerine onun yanına gittiler. Şems-i Tebrîzî hazretleri mescidde, talebelere bir kerpiçle teyemmüm nasıl yapılacağını gösteriyordu. Gelen felsefeciler üç sual sormak istediklerini belirttiler, Şems-i Tebrîzî; “Sorun!” buyurdu. İçlerinden birini başkan seçtiler. Hepsinin adına o soracaktı. Sormaya başladı: “Allah var dersiniz, ama görünmez, göster de inanalım.”
Şems-i Tebrîzî hazretleri; “Öbür sorunu da sor!” buyurdu.
O; “Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonra da ateşle ona azâb edilecek dersiniz hiç ateş ateşe azâb eder mi?” dedi.
Şems-i Tebrîzî; “Peki öbürünü de sor!” buyurdu.
O; “Ahrette herkes hakkını alacak, yaptıklarının cezasını çekecek diyorsunuz. Bırakın insanları canları ne istiyorsa yapsınlar, karışmayın!” dedi.
Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî, elindeki kuru kerpici adamın başına vurdu. Soru sormaya gelen felsefeci, derhâl zamanın kadısına gidip, davacı oldu.
Ve; “Ben, soru sordum, o başıma kerpiç vurdu.” dedi.
Şems-i Tebrîzî; “Ben de sadece cevap verdim” buyurdu.
Kadı bu işin açıklamasını istedi. Şems-i Tebrîzî şöyle anlattı: “Efendim, bana Allahü Teâlâ’yı göster de inanayım, dedi. Şimdi bu felsefeci, başının ağrısını göstersin de görelim.”
O kimse şaşırarak; “Ağrıyor ama gösteremem” dedi.
Şems-i Tebrîzî; “İşte Allahü Teâlâ da vardır, fakat görünmez. Yine bana, şeytana ateşle nasıl azâb edileceğini sordu. Ben buna toprakla vurdum. Toprak onun başını acıttı. Hâlbuki kendi bedeni de topraktan yaratıldı. Yine bana; ‘Bırakın herkesin canı ne isterse onu yapsın. Bundan dolayı bir hak olmaz’ dedi. Benim canım onun başına kerpici vurmak istedi ve vurdum. Niçin hakkını arıyor? Aramasa ya! Bu dünyada küçük bir mesele için hak aranırsa, o sonsuz olan ahret hayatında niçin hak aranmasın?” buyurdu.
Günün Şiiri
Dostluk
Dostlar ırmak gibidir
Kiminin suyu az, kiminin çok
Kiminde elleriniz ıslanır yalnızca
Kiminde ruhunuz yıkanır boydan boya
İnsanlar vardır; üstü nilüferlerle kaplı,
Bulanık bir göl gibi…
Ne kadar uğraşsanız görünmez dibi.
Uzaktan görünüşü çekici, aldatıcı
İçine daldığınızda ne kadar yanıltıcı….
Ne zaman ne geleceğini bilemezsiniz;
Sokulmaktan korkarsınız, güvenemezsiniz!
İnsanlar vardır; derin bir okyanus…
İlk anda ürkütür, korkutur sizi.
Derinliklerinde saklıdır gizi,
Daldıkça anlarsınız, daldıkça tanırsınız;
Yanında kendinizi içi boş sanırsınız.
İnsanlar vardır, coşkun bir akarsu…
Yaklaşmaya gelmez, alır sürükler.
Tutunacak yer göstermez beyaz köpükler!
Ne zaman nerede bırakacağı belli olmaz;
Bu tip insanla bir ömür dolmaz.
İnsanlar vardır; sakin akan bir dere…
İnsanı rahatlatır, huzur verir gönüllere.
Yanında olmak başlı başına bir mutluluk.
Sesinde, görüntüsünde tatlı bir durgunluk.
İnsanlar vardır; çeşit çeşit, tip tip.
Her biri başka bir karaktere sahip.
Görmeli, incelemeli, doğruyu bulmalı.
Her şeyden önemlisi insan, insan olmalı…
İnsanlar vardır; berrak, pırıl pırıl bir deniz.
Boşa gitmez ne kadar güvenseniz.
Dibini görürsünüz her şey meydanda.
Korkmadan dalarsınız, sizi sarar bir anda.
İçi dışı birdir çekinme ondan.
Her sözü içtendir, her davranışı candan…
Can Yücel
Günün Fıkrası
Kadının birinin 3 damadı varmış ve merak edermiş damatları onu severler mi diye. E merak bu ya onları imtihan etmeye karar vermiş. Birinci damatla yürürken kendini denize atmış, başlamış çırpınmaya. Damat kadının yüzmeyi bilmediğini bildiği için hemen atlamış kadını kurtarmış. Sabaha kapısının önünde bir Citroen Xsara bulmuş bir de not. “Damat beni seviyormuşsun teşekkürlerimle”
Ertesi gün aynı senaryo ikinci damatla ve yine Xsara ve aynı not. Cuma günü 3. damatla iken kendini yine atmış denize. Damat bakmış kadın çırpınıyor dönmüş gitmiş ve tabi ki kadın boğulup sizlere ömür. Ertesi sabah kapıda bir Jaguar Daimler bulmuş bir de not “Damat beni hakikatten seviyormuşsun sağ ol. KAYINPEDER”
Günün Sözü
Sabrı olmayanlar ne kadar fakirdirler.
Shakespeare