Günaydın sevgili okuyucularım nalsısınız bu sabah? Bu gün 24 Temmuz, sansürün kaldırılmasının 108 inci yıl dönümü. Düşünüyorum. Bir şey kaldırılıyorsa o gerçekten kalkmış oluyor mu? Ben denizce, hayır: ama kalkmış görünebiliyor, lafta kâğıt üzerinde, falan. Özelikle son yıllarda, basına uygulanan bunca baskı ve yasaklama varken, sansürün kaldırılışını kutlamak komik bir şey gibi geliyor bana.
Daha dün Sayın Belediye başkanı, sansürün kaldırılmasını kutlamak için basınla kahvaltıda buluştuğunda, yerel gazete sayısının son yılarda hızla artığını ve basında bir dağınıklık yaratıklarını vurgulayarak toparlanmaları gereğini vurgulamış. Çok ses fazla gibi görünüyor zahar? Neyse aslında kalkan bir şey yok. Ve biz bunu kabul etmesek bile yinede bir oto sansür geliştirmişiz içimizde. Ve bütün özgürlüklerimize rağmen azıcık sıkışınca ona sığınırız. Ancak buna rağmen yinede düşüncemize, kalbimize sansür koymak kimsenin yapabileceği bir şey değildir. Çünkü sansürde sanat gibidir ve rutubete benzer. – Ne kadar önlem alırsanız alın o yinede sızacak bir yol bulur kendine.
Ve sansür her zaman sanıldığı kadar kötü değildir. Joseph Sobron “Bir insanı zorla susturmak ona bahşedebileceğiniz en büyük onurdur” “der. Çünkü onun size karşı olan mükemmelliğini kabul ettiğiniz anlamına gelir.” Ve sansürün kaldırılışın 105’inci yıl dönümünde diyorum ki aynen Oscar Wilde’nin dediği gibi. “Herkes benim düşünceme katılırsa yanılmış olmaktan korkarım…” Ve sevgili okuyucularım yine düşünüyorum en büyük sansür insanın kendine dayattığı sansürdür. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalalım diyorum her zamanki gibi. Ve sözde değil özde sansürsüz yaşayalım. Yase
& & & & &
HAYAT
Küçük bir çocuk parkta yürümektedir. Yere bakar ve çimenlerin içinde parıldayan bir sentlik madeni parayı görür. Onu alır, çok heyecanlanır ve sevinir. ‘Bedavadan’ para bulmak onu o kadar memnun eder ki, her dışarı çıktığında daha fazlasını aramak için başını öne eğer ve sürekli yerlere bakınır. Yaşamı boyunca, beş, on, yirmi beş sentlik madeni, hatta birkaç dolarlık kağıt paralar bulur. Hepsinin toplamı 12.96 dolar etmiştir. Bu paraları elde etmek ona hiçbir şeye ‘mal olmamıştır’ ya da kendisi öyle düşünür. Ama gerçek bedel, kaçırdıklarıdır: 30 bin kadar gün batımı, 300’den fazla gökkuşağı, çocuklarının büyümesi, kuşların şakıması, cıvıldaması ve gökyüzünde uçuşması, güneşin doğuşu, insanların gülümsemesi ve daha birçok güzellik. Kafanızı kaldırıp, yaşamın sunacağı gerçek zenginlik ve görkeme hazır olun. Yaşamı dolu dolu yaşayın ve yolculuğunuzun tadına varın.
& & & & &
Aynadaki Aksimiz
O yıl New York’ta kış, Nisan’ın sonuna kadar uzamıştı. Kör olduğum ve yalnız yaşadığım için çoğunlukla evde kalmayı yeğledim. Sonunda bir gün soğuk hava gitti, bahar kendini gösterdi. Hava coşkulu bir kokuyla dolmuştu. Arka bahçeye bakan pencerenin önünde küçük, neşeli bir kuş devamlı cıvıldıyor, sanki beni dışarıya çağırıyordu.
Nisan ayının değişken havasını bildiğimden kışlık mantoma sarıldım. Fakat havanın ılıklığını içimde hissedince, yün kaskolumu, şapka ve eldivenlerimi bıraktım. Üç çatallı bastonumu alıp neşeyle sundurmaya çıktım ve kaldırımın yolunu tuttum.
Yüzümü güneşe doğru kaldırıp, onu selamlayan bir gülümseme sundum. Sessiz çıkmaz sokağımızda yürürken kapı komşum ´Merhaba´ diyerek seslendi ve gideceğim yere götürmeyi teklif etti: “Hayır, teşekkür ederim. Şu bacaklar bütün kış dinlendi. Eklemlerimin harekete ihtiyacı var. Bu yüzden yürüyeceğim” diye cevap verdim.
Köşeye vardığımda alışkanlıkla durdum. Birinin gelip yeşil ışık yandığında beni karşıya geçirmesini bekledim. Nedense bu sefer, öncekilere göre daha uzun süre beklemiştim ve hâlâ hiç kimse teklifte bulunmamıştı.
Sabırla beklerken, eskiden hatırladığım bir melodiyi mırıldandım; çocukken öğrendiğim ´Hoş geldin bahar…’ şarkısıydı.
Birden güçlü bir erkek sesi konuştu: ‘Sesinizden çok neşeli bir insan olduğunuzu hissettim. Sizinle caddeyi birlikte geçme şerefini bağışlar mısınız bana?’
Kibarlıkla iltifat görünce gülerek başımı salladım ve duyulabilir bir sesle ´Evet´ dedim. Kibarca koluma girdi ve birlikte kaldırımdan yola indik. Yavaşça yolun karşısına geçerken, konuşulabilecek en iyi konudan, havadan konuştuk. Adımlarımızı birlikte atarken hangimiz rehber, hangimiz yardım alıyor, belli olmuyordu. Yolun karşısına varmamıza az kala ışığın değiştiğini anlatırcasına kornalar sabırsızca çalınmaya başladı. Kaldırıma çıkmak için birkaç çabuk adım daha attık.
Ona dönüp, bana eşlik ettiği için teşekkür etmek üzere ağzımı açmıştım ki, ben daha bir şey söylemeden o konuştu: ‘Bilmem farkında mısınız? Sizin gibi neşeli bir insanla karşıya geçmek benim gibi bir kör için ne kadar muhteşem bir şey…’
O bahar gününü hiç unutmayacağım. Bazen evrende kendimizi en yalnız hissettiğimizde, sıkıntımızı atlatmak ve farklılığımızı ve yalnızlığımızı hafifletmek için Tanrı bize, aynadaki aksimiz gibi bir ikiz gönderir.´
Netten
Sevgiyi Bilmiyoruz…
Bir keresinde bana çok yakın bir arkadaşım olmuştu! Bir yüzme havuzunun kenarında otururken avuçlarından birisini biraz su ile doldurdu ve bana uzatıp şunu söyledi: “Elimde tuttuğum bu suyu görüyor musun? Bu “sevgi”yi sembolize ediyor. Ben bunu söyle görüyorum: Elini özenle açık tutar ve suyun (yani sevginin)
orada kalmasına izin verirsen, her zaman orada kalacak. Ancak, parmaklarını kapamaya kalkar ve sahip olmaya çalışırsan bulduğu ilk aralıktan akacak.
İnsanların sevgi ile karşılaştıklarında yaptıkları en büyük hata bu! Buna sahip olmaya çalışırlar, talep ederler, beklerler! Ve aynen elinizi kapadığınızda elinizden dökülen su gibi sevgi, ask da sizden kaçar. Çünkü sevgi özgür olmalıdır, onun doğasını değiştiremezsiniz. Eğer sevdiğiniz insanlar varsa, onların özgür birer varlık olmalarına izin verin.
Verin ama beklentiye girmeyin. Tavsiyede bulunun ama emretmeyin. Verir misin deyin ama hiç bir zaman talep etmeyin. Kulağa kolay gelebilir ama bu, gerçekten anlayabilmek için bir omur isteyebilecek bir derstir. Bu, gerçek sevginin sırrıdır. Gerçekten öğrenmek için sevdiklerinizden içtenlikle bir şey beklememeli ama onlara koşulsuzca özen göstermelisiniz.”
Hayat aldığımız nefes sayısı ile değil, nefesimizi kesen anlarla ölçülür!
Yaşayın!
Swami Vivekananda / Çeviri: Lale Kulahli
Günün Şiiri
Mutluluğun gözü kördür,
Yalnızlık sağır.
Ondandır biri tökezleyerek yürür,
Öbürü uykusunda bile bağırır.
Mutluluk yalnız kendisini görür;
Unutur bu yüzden ilkin kendisini.
Yalnızlık kendi tutukluğunda özgür,
Boyuna bekler dönsün diye sesini.
Mutluluk alışır kendisine, ölümden beter;
Borçsuzluğuyla övünür, ama kedisi doğurmaz.
Yalnızlığın gidecek bir yeri yoktur;
Boyuna kapısına döner, açan olmaz.
Mutluluğun mezarları, yalnızlığın heykeli var..
Her ikisinin de saksılarında çiçek.
Biri hep başka bir renkle solar,
Öbürüyse ha açtı, ha açmayacak.
Özdemir Asaf
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.
Bir garip rüya rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgarda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.
Başım sükutu öğüten
Uçsuz bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş.
Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.
Ahmet Hamdi TANPINAR
Günün Fıkrası
Bir Fransız bir İngiliz ve bir de Temel bir gemi kazasından sonra ıssız bir adaya çıkarlar. İngiliz kumsalda bir lamba bulur. Fransız bunun Aladdin’in lambası olabileceğini söyler ve lambayı ovuşturur. Gerçektende lambadan bir cin çıkar. “Ne dilerseniz dileyin benden” der. İngiliz “Ben ailemin yanına İngiltere’ye gitmek istiyorum” der. Cin isteği yerine getirir. Sıra Fransız’a gelir. Oda ailesinin yanına Fransa’ya gitmek ister. Onun isteği de yerine gelir. Sıra Temeldedir. Temel biraz düşünür. Cin çabuk olmasını söyler. Temel etrafına bakar ve cin’e dileğini söyler; “Arkadaşlarımda gitti ben bu ıssız adada yalnız kaldım onun için arkadaşlarımı geri getirmeni istiyorum” der.
Günün Sözleri
Herkes benim düşünceme katılırsa, yanılmış olmaktan korkarım.
Oscar WILDE
Bir insanı zorla susturmak ona bahşedebileceğiniz en büyük onurdur. Onun size karşı olan mükemmelliğini kabul ettiğiniz anlamına gelir.
Joseph SOBRAN