Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bu sabah yine erkenciyim. Elimi yüzüme dayayıp kayıp gidiyorum bu diyardan. Dolaşıyorum, derya deniz, rüzgârla el ele vermişim. Dalıyorum ağaçların içine, secde ediyor dallar, yapraklar, huşu içinde, Allah, Allah diyerek. Dolaşıyorum ruhumun derinliklerinde, indikçe iniyorum eriyinceye kadar bir hamur parçası gibi suda… Saatler geçsin günler aylar yıllar, hep böyle kalalım derinlerde… Hışırtısında eriyelim ağaçların, denizin gizeminde yok olalım. İstiyorum…
Ancak bu dönüşsüz gidişe çok var daha! Her elimizi çenemize dayadığımızda hazırız gibi görünsek de sonsuza karışmaya, yaşanacak yenecek çok ekmekler var. Her defasında “dön geri” oluyorsan! Bir hırka bir lokma kendinden sıyrılıp evrende, bir toz zerresi olamıyorsan. Her defasında uzaktan çok uzaktan gelmiş gibi yorgun, seslere yabancı görüntülere uzak, ama yinede benliğinin emrindeysen ondan kurtulmamışsan? Daha çok git geller var yaşanacak… Çokkk.
& & & & &
Kıskanç benliğimiz! İstemez ondan ayrılmamamızı sanki asıl sahibimiz o, ve biz bir köle gibi döneriz ona her defasında! Ama ayrımında değil daha, asıl onu köle etmek için dönüşümüz, yoksa kitaplar, yazılar, çizgiler, düşünceler ne işe yarardı, ya tefekküre dalmamız? Bütün bunlar onu eritmek için birer araç aslında, bu yüzden her çağrısında dönüp gelmemiz? Ondan kurtulmak için yine onu kullanırız! Hem onunla görünür, hem onsuz yaşayabiliriz? Her saniye görünmez olabilir, dağları taşları dolaşırken engin denizleri aşarken arşa doğru süzülürken bir tüyden hafif, bilgisayar başına geçip yazı yazabiliriz. Havuzda düşüncelere dalıp kanatsız kuş olabiliriz, solungaçsız balık. Güneşi emerken bedenimiz eriyip yok olabiliriz, çocuklara gülümserken. Ve benliğimiz, onun emrindeyiz sanır ve başkaları!! Oysa vücuttan sıyrılmış özgür bir ruhu kim görebilir ki? Kim esir alıp köle yapabilir ki?
& & & & &
Uzak olsun bizden, ruhun beden hapishanesi. Lal olsun dillerimiz Allah aşkıyla, sürsün erimişliğimiz, vicdanımızın özgürlüğünde. Ve bu ayda bize sunulan rahmete dört elle sarılıp, rahmete rahmetle karşılık verelim. Sevgili okuyucularım.
Sağlık ve sevgiyle kalın bu sıcak günlerde… Unutmayın Allah Kuran ı Kerimde 185inci ayette “Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez” der. Ben bu lafı “her zorluğun bir kolay tarafı var onu bulun ve ona göre yaşayın” diye yorumluyorum…
Sizde kendinizce kolaylaştırıcı şeyler bulabilirsiniz, aslında yalnızca her zorluğun sonunda gelen rahatlığı düşünür sekte bu kolaylaştırıcı bir etki yapabilir diyorum. Yase
& & & & &
HAKİKİ MUHABET NEDİR?
Kırılan iki arkadaştan biri, uzun bir aradan sonra diğerinin kapısını çalar. -Kim o? diye seslenir içerdeki.
-Benim, der kapıyı çalan.
-Burada ikimize birlikte yer yok, diye cevap verir öbürü.
Aradan uzunca bir zaman geçer… Yeni bir umutla tekrar çalar sevdiği arkadaşının kapısını.
-Kim o? diye sorar yine içerdeki.
– Sen’im, der bu sefer. Ve kapı sonuna kadar aralanır.
Hz. Mevlânâ da;
“Birisinin kalbinde taht kurmak, sevgisini kazanmak istiyorsanız, öylesine sevmelisiniz ki, benliğinizi bırakıp âdeta o olmalısınız” diye anlatır hakiki muhabbeti.
& & & & &
Öğüt
Bir gün Emir Süleyman Pervane, Mevlana’dan Kendisine öğüt vermesi için ricada bulunmuştu. Mevlana, bir zaman düşündükten sonra: “Emir Pervane, Kur’anı ezberlediğini duyuyorum, doğru mu?” dedi.
Pervane: “-Evet”
“Ayrıca, Şeyh Sadreddin’den hadis ilmi okuduğunu da duydum.”
“-Evet doğrudur.”
Bunun Üzerine Mevlana şöyle buyurmuştu: “-Mademki, Tanrı’nın, O’nun peygamberinin sözlerini okuyorsun… O sözlerden öğüt alamıyorsan, hiçbir ayet hadis’in emrine uyamıyorsan, benim nasihatimi nasıl dinler ona uyarsın”
Pervane, bu sözler üzerine ağlayarak dışarı çıkar.
& & & & &
Uzaklaşan Kalpler
Hintli bir ermiş öğrencileri ile gezinirken Ganj nehri kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Öğrencilerine dönüp “insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sormuş.
Öğrencilerden biri “çünkü sükûnetimizi kaybederiz” deyince ermiş “ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de aktarabilecekken niye bağırırız?” diye tekrar sormuş.
Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış: “İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir.”
“Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır. Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.”
Daha sonra ermiş öğrencilerine bakarak şöyle devam etmiş: “Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz.”
Günün Şiiri
Gönül
Evvel sen de yücelerden uçardın
Şimdi enginlere indin mi gönül
Derya deniz, dağ taş demez geçerdin,
Karada menzillin aldın mı gönül.
Yiğitliğin elden gitti yel gibi.
Damağımda tadı Kaldı bal gibi
Hoyrat eli değmiş gonca gül gibi
Bozulmuş bağlara döndün mü gönül
Hasta olsan yatağın istersin
Kadir Mevlam sağlığını göstersin
Cennet i Aladan Bir köşk dilersin
Boynunun Farzini kıldın mı gönül
Karacaoğlan der ki, söyle sözünü
Hakka teslim eyle Kendi Ozunu
El icinde karalama Yüzünü
Yolun doğrusunu buldun mu gönül.
Karacaoğlan
Ala Gözlüm Benim İle Gidersen
Ala gözlüm benim ile gidersen,
Bahar ayları gelsin de gidelim.
Dağlar almış ılkımını, karını,
Yollar çamur, kurusun da gidelim.
Erisin dağların karı erisin,
İniş seli düz ovayı bürüsün.
Türkmen ili yaylasına yürüsün,
Ak kuzular melesin de gidelim.
Methederler Karaman’ın ilini,
Köprüsü yok, geçemedim selini.
Kervan yaylasını, Perçem belini,
Lâle, sümbül bürüsün de gidelim.
Üç gün oldu bizim evler göçeli,
Beş gün oldu Ceyhan suyun geçeli.
Önü al önlüklü, yüzü peçeli,
Hanım kızlar yürüsün de gidelim.
Karac’oğlan der ki: Ama, ne fayda?
Hiç rağbet kalmadı yoksulda, bayda.
Bu ayda olmazsa, gelecek ayda,
On’ki ayın birisinde gidelim.
Karacaoğlan
Aciz Kaldım Şu Gönlümün Elinden
Aciz kaldım şu gönlümün elinden,
Benim gitmediğim yollar mı kaldı?
Cevr idi ki yüz çevirip serime,
Başıma gelmedik hâller mi kaldı?
Taşkın sular gibi akıp çağlarım,
Didarın görerek gönül eylerim.
Dünyaya geleli her dem ağlarım,
Çeşmim karışmadık seller mi kaldı?
Alları çıkarıp, karalar giyip,
Sen varıp ellerin sözüne uyup,
Bir gün ben kendime kıyarım deyip,
Urgan atmadığım dallar mı kaldı?
Karac’oğlan der ki: Dost bizim iller,
Biter menekşesi, dermeli güller.
Dinledim, hep bizi söyleşir diller,
Benim düşmediğim diller mi kaldı?
Karacaoğlan
Günün Sözü
Bazı insanlar vardır, mümkün olmayan şeyleri başarmak için bütün ömürlerini verirler. Fakat mümkün olanı yapmak için bir dakikalarını harcamazlar.
Nüvit Osmay
Bilimsel bir eğitim gören bir doktor mükemmel bir teknisyen olabilir. Fakat yalnız hümanist bir eğitim onu bir insan yapabilir.
Louis Pasteur