Değerli okurlarım, dünkü sayımızda da anlatmaya çalıştığım gibi, liderlik, öylesine katı ve keskin biçimde sınırlandırılmış, bütün yük onun üzerine yıkılmış bir fonksiyon değildir. Takım müsabakaya başladığında lideri de, oyun kurucusu da bellidir. Gereksiz yere diğer oyuncular oyun kuruculuğunu üslenemez. Bütün oyuncular, takımın oyun kurucusuna ve liderine yardımcı olurlar.
Teknik direktörler maç esnasında oyuna katkısı fazla olmaz (istisnalar hariç) takımın askerleri liderlerini ne denli destekleyebilir, ne kadar yardımcı olabilirlerse, liderinde performansı o denli artar. Paylaşmanın yeterli olmadığı futbol takımlarında lider zaafa uğrar.
Teknik direktörlerden söz etmişken, bir önemli konunun altını kalınca çizip konumuza devam etmek istiyorum. Yerli ya da yabancı hiç fark etmez, hepsi de futbolu az çok bilen ve kafası çalışan spor adamları olduklarını biliyoruz. Ancak bu iki ekolün kafa yapıları arasında bazen farklılıklar bulunmaktadır. Sözünü ettiğim bu iki fark, taban tabana zıt farklılıklardır.
Birincisi, “Benden başarı bekleniyor, toplama bir takımla şampiyon olayım da, gerisi beni ilgilendirmez. Yeni sezon köşe olurum…” Bu zihniyet ülkemizde hep geçerli olmuştur, hiçbir yönetim de, böyle bir zihniyete karşı çıkmamış ve soru soramamıştır. Onların da işine geliyor da ondan.
İkincisi, bu ikinci için neler verilmez ki? Nedense ülkemizde bu düşünce tarzı fazla itibar görmüyor, böyle düşünen yönetimlere de, teknik kadrolara da bir tuhaf bakılıyor.
İkinci zihniyetin içeriği şudur: “Yapacağım işlerde hafızalarda kalmalıyım. Öyle bir takım yaratmalıyım ki, hem göze hoş gelen ve hem de sonuca giden, ben kovulsam bile meyveleri toplansın, benden söz edilsin…”
Efendim, aslına bakarsanız bana göre en geçerlisi de bu olmalı. Böyle çalıştırıcılara ülkemizde fazla itibar edilmiyor. Fazla değil, hiç itibar edilmiyor. Oysa her takımın alt yapısı mevcut! Hele bazılarının alt yapıları grubunda şampiyon olmuş genç takımları var. Var olmasına var da, bunlardan neden yararlanılmıyor ki?
Önümüzde bir İDÇspor örneği vardı. Müthiş bir alt yapıya sahipti ama her sezon 5–6 transfer yapmaktan geri kalmıyordu. İDÇ’nin alt yapısında, şehrimizin çocukları, müthiş yetenekler bulunmaktaydı. Onlara fırsat verilse, neler olmazdı ki?
Kapitalist zihniyetin hâkim olduğu kulüpler de, nedense hep böyle düşünülüyor. Koşullar ne olursa olsun, ama az da olsa başarıyı yakalayalım ve yerimiz sağlamlaşsın, koltuğu bırakmayalım. Bunları yerel takımımız için söylemiyorum. Türk futbolunun kaderi bu!
Geçtiğimiz yıllarda 6+2+2, toplam 10 yabancı transfer edilirdi, bu sezon kadroda 14 yabancı olacak. Bunun neresi avantaj. Gençler futbol oynamasınlar mı? Amatör olarak mı futbolu bıraksınlar?
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA