Günaydın sevgili okuyucularım, nasılınız bu sabah? Neşeli bir hafta sonu değildi ne yazık ki bu hafta sonu! Elimiz yüreğimizde demiştik ve akşamı bulmadı ölüm haberinin gelişi Mehmet Ali Birand’ın. Şimdi o rahmetli oldu. Ve yine çok üzücü bir ölüm haberi Toktamış Ateş hocadan geldi. Şimdi oda rahmetli oldu. Doğrusu çok üzücü ve duygu dolu günlere başladık böylece.
Mehmet Ali Birand’ın cenaze meresimi için toplanıyor şu anda (yazımı kalem alırken) insanlar yurdun ve dünyanın dört bir tarafından. Eşi, arkadaşları, doktoru onu anlatıyor, yabancı basın onu yazıyor, tanıdık tanımadık herkesin bir sözü var onun hakkında. Kolay değil 72 yıllık ömrün nerdeyse 50 yılı basında geçen bir insandı rahmetli. Can Dündar ile belgeselini hazırlıyordu en son olarak. Ve ona ‘Dursam Ölürüm’ demiş bir defasında.
Ve ne garip ki uzun zamandan beri bende kendimi böyle algılıyorum ve onun çalışma aşkını çok iyi anlıyorum. Eşi anlatıyor “sizi çok sevdi” diyor, orada olanları işaret ederek: “…hatta bizden çok. Kemoterapiden döner, azıcık uyur sonra işin başına dönerdi. Sonrada akşam eve geldiğinde ise aygıtını kucağına alır “siz konuşun ben dinliyorum” diyerek yazısını yetiştirmeye çalışırdı, yani bizden çok sizinleydi…” Ve bu sözler bizimkilerin sözlerine çok benziyor. Demek işinin aşığı olmak böyle bir şeymiş aslında. Hem hastalıkla uğraş, hem gazetecilik yap, hem kitap yaz, hem belgesel hazırla, hem aile hayatın olsun, hem de uğruna yaşamaya değecek bir torunun. İşte hayat bu ve bunları yaşayan insan ölür mü dersiniz? Bence ölmez aksine ölümsüzleşir. Ve belki bütün bu çabalar ölümsüzlük için!
Benim için Birand demek “Doğalık” demek, “kendisi olmak ve gülümsemek” demektir. Her zaman gülümseyerek başlar söze ve kendine gülebilen bir insandı, gaflarının ayrımında ve bunu gülümseye çevirebilen bir insandı en çok hoşuma giden tarafı da buydu zaten. Yüzü gözü gülümseyen bir insan… Bütün kanallarda haberleri izlesem de sonunda yine ona dönerdim. Giyimi ve yakaladığı uyumu da severdim çünkü! Giysisine uygun saatleri vardı dikkat etiyseniz bazen eleştiri konusu bile olurdu saatleri, ancak benim çok hoşuma giderdi.
Çok büyük bir değer ve onu imrenilecek bir törenle yüreklere gömmeye hazırlanıyor bütün dünya. Kim böyle bir merasim için yaşamak ve ölmek istemez ki? Herkesin başı sağ olsun, nur içinde yat, güle-güle büyük usta diyorum.
& & & & &
Ve Toktamış Hocanın ölüm haberi de yüreğimi içten burktu. Eski ve sevgili bir dostu yitirmiş gibi dertlendim, dudaklarımı kemirmeye başladım. Kitaplarını okuyan ve fikirlerine yürekten katılan biri olarak hocanın vefatı gerçekten beni çok üzdü. Onu, eserleri ve düşünceleri ile yaşatmaya devam edeceğiz o da ölümsüzler kervanına katıldı! Bütün camiaya ve herkese başınız sağ olsun diyorum, ışıklar içinde yat sevgili büyüğümüz.
Ve çok şükür ki üç PKK’lı kadının cenaze törenlerinde sağduyu hâkimdi ve kazanan yine sağduyu oldu. Dilerim devamı gelsin derken yine bir şehit verdik, şehit edilen genç polis kardeşimize yürekten ağlıyoruz ve sabır diliyoruz, nur içinde yat sevgili kardeşim.
Sevgili okuyucularım, Cumartesi günü hava güne uygun olarak kapalı ve kara bulutlar sarmış gök kubbeyi. Ancak her şeye rağmen hayat devam ediyor ve gülümsemek lazım ona çünkü verdiğiniz şey bize dönecektir sonunda. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle hep birlikte el ele kalalım diyorum, sevgili okuyucularım. Yase
Ve sevgili okuyucularım, Emre ile birlikte dönem ödevi olarak hazırladığımız öykülerden birini paylaşıyorum. Bu ödevden Emre 90 aldı, bunu da belirtmek isterim…
Emre Gezgin Âşık
Bir varmış bir yokmuş. Develer tellal iken pireler berber iken Anadolu denilen bu diyardan bir gezgin geçmiş, geçmiş de Şam’a gelmiş. Şam denilen diyarda bir şah yaşarmış. Onun da çok güzel bir kızı varmış. Adı Servinaz’mış. Yeşillikler içinde bir bahçesi gürül-gürül akan dereleri varmış. Şah kızını her şeyden çok severmiş. Kızına zarar gelmesin diye herkese iyilik yapar iyi dileklerini istermiş. Günlerden bir gün gezginin yolu bu bahçeden geçmiş. Bir ağaç altında oturup dinlenirken şahın kızı Servinaz’ın söylediği şarkıyı duymuş. Billur gibi sesi derelere, parlak yüzü güneşe nispetmiş. Bahçeye giren gezgin Servinaz’a âşık olmuş. Servinaz da gezgini beğenmiş. Gezgin onun için gezmeyi bırakıp bu şehirde yaşayabileceğini söyleyip kızı babasından istemeye karar vermiş. Bir gün şahın huzuruna çıkmışlar. Gezgin şahtan kızını istemiş. Kız da evlenmek istermiş lakin şah buna razı olmamış. Nedeni de gezginin yerinde yurdunda durmayıp kızını bırakabilme ihtimaliymiş.
Evlenmelerine izin vermeyen fakat kızının da üzülmesini istemeyen şah gezgine kızıyla evlenmesi için bir şart koyar: uzak diyarda bulunduğuna inanılan büyük zümrüt taşını kızına hediye olarak getirmek. Servinaz’ı çok seven gezgin buna razı olmuş. Çıkmış yola büyük zümrüdü bulmaya. Az gitmiş uz gitmiş dağlar bitmiş çöllere gelmiş. Sahrada giderken önüne bir yılan çıkmış. Gezgin zümrütten haberi ilk yılana sormuş;
Gel de dile dile / Yılan yere süre süre
Zümrüt taşı varmış / Bana yerini söyle
Yılan cevaplamış;
Gezgin geze geze / Dinle sözü süze
Zümrüt taş vardı / Akşamı gündüzde
Gezgin akşam boyu yoluna devam etti. Az uyudu çok yürüdü. Bir yattı bir kalktı. Rüyasında aksakallı dede baktı;
Diyar diyar gezdim dede/ Şam derler sevdim dede
Bul derler şimdi zümrüdü / Bilmem acep nerede
Aksakallı yanıtlar;
Zümrüdün rengi yeşildir / Yeri cennet-i hinddir.
Ararsan gündüzü ancak / Ortasında gecedir.
Gezgin uyanır yürümeye devam eder gide-gide bir vaha görür. Vahaya doğru gider bir türlü ulaşamaz. Yerde hayvan iskeleti görür onunla konuşur. İskelete;
Vaha görür gözüm / Zümrüt arar elim
Yardım et bana kafa / Açlık değil aşktır derdim
İskelet gezgine yol gösterir,
Gecelerin dünü gündüz / Gezgin yolun dümdüz
Dönme kata geriye / Senin sevgilin gündüz
Gezgin iskeletten bir kemik alıp öylece yoluna devam eder. Bir bakar ki vaha sandığı deniz kıyısıdır. Yeşillikler martılar suda balıklar vardır. Durup bakar kafasına martı konar. Gezgin martıya sorar;
Uçan beyaz martı / Nedir bu deniz adı
Hinddir benim rahım / Ararım zümrüd taşı
Martı cevaplar;
Hinddir bu deniz adı / Yeşildir dağı taşı
Ararsan zümrüt taşı / Orasıdır onun vatanı
Bunu duyunca gezgin denizi geçmek için bir kayık aramaya başlar. Kıyıda gitmiş gelmiş bir kayık bulamamış. Derken karnı da acıkmış. Denizde balıklar parıldaya-parıldaya yüzmekteymiş. Açmış heybesini bir ağ çıkarıp denize serpmiş*. Serptiği gibi iki tane balık ağlara yakalanmış. Balıklardan birinin pulları mavi diğerinin pulları beyaz renklerdeymiş. Gezgin beyaz pullu balığı temizlemiş yemiş. Mavi pullu balığı da sudan çıkarırken balık konuşmaya başlamış,
Gezgin benim canım / Sevdiğin güzeli şahın
Aradığın hediyedir / Canım değil derimdir
Gezgin balığa acımış pullarını soyduktan sonra geri suya bırakmış. Heybesinde bir beze sarmış saklamış. Akşam olmuş uykusu geldiğinden kıyıda bir kaya kenarında uyumuş. Rüyasında mavi pullu balıkları görmüş. Yüzlercesi dört bir yanında dolaşmaktaymış. Sonra bu balıklar öyle parlamaya başlamışlar ki gezgin gözlerinin kamaştığını hissedip rahatsız olunca uyanmış.
Bir de bakmış ki sahra yok olmuş arkasında yemyeşil dağlar. Hayret etmiş gezgin işaret bu ya yeşil ağaçlara doğru az gitmiş uz gitmiş, orman içinde bir patika bulmuş. Gitmiş de gitmiş bir orman içinde bir gözü karalıya rast gelmiş. Gözü karalının bir elinde kaval kaval içinde delik, bir elinde küp küpün içinde yılan… Gözü karalıyı selamlamış gezgin, geçmiş karşısında oturmuş. Sonra bir zümrüt taş aradığını söylemiş. Gözükaralı almış kavalını yılanını da oynatmaya başlamış.
Sessiz yılan sısı sısı / Senin sevdan taşı,
Tortop halin git / Yana bakınca başı
Kaval susmuş yılan küpün içinde kıvrılmış. Başı güneye doğru bakmış. Gezgin vedalaşıp yılanın gösterdiği yere doğru tekrar yola koyulmuş. Çok ağaçlar görmüş, koca-koca otlar gürmüş. Bir yanda cırdenler zıplar bir yanda haruflar melermiş vara-vara sonunda yolunu bir sulak kesmiş. Sulak büyükmüş çevresinde de geçecek yol yokmuş. Mecbur gezgin suya girmiş. Yavaş-yavaş giderken suyun ortasında bir büyük keleye değmiş. Kele boyunca uzanmış yatıyormuş. Gezgini görünce üzerine gelmiş koca ağzını açmış. Tam onu yiyecekken gezgin çölden aldığı bir kemiği ona doğru fırlatmış. Kele bu ya boğazına takılmış. Kıpırdayamamış. Ağzı açık kalan kelenin boğazından bir renkli papağan çıkıverip gezginin heybesine konuvermiş. Beraberce sulaktan çıkmışlar. Papağan gezgine kendisini kurtardığı için söylemiş,
Uçardım daldan dala / Düşmeden bu sulağa
Yem oldum bilmeden / Bu küçük solucana
Gezgin dinlemiş,
Kurtardın beni gezgin / Olsun senin dileğin
Nedir yolun bileyim / Noksanı tamam kılayım
Gezgin ona derdini söylemiş;
Zümrüt taşı ararım / gözüm anca parlarım
Şah dedim hediyedir / arar ben götürürüm
Papağan söylemiş;
Şimdi gece yakındır / Günün ortası gece
Dileğin dağın başı / Başımın tüyü sarı
Demiş ve başından bir sarı tüy düşmüş. Gezgin bu sarı tüyü de almış mavi balık pullarının olduğu beze koymuş başlamış dağa doğru çıkmaya. Ağaçların bittiği yerde çimenlerin düzlüğünde gezgin bir ağaç görmüş gitmiş yanında dinlenmiş. Heybesini boşaltmış tüm çıkınlarını, bezlerini yaymış. Acıktığından kahkesini yemeye başlamışken gün ortasında gündüz hızla akşama dönüvermeye başlamış. Gezgin şaşırmış. Güneşe bakmış güneş karamış. Dağa bakmış dağ karamış. Öldüğünü düşündüğü sıra yerde açtığı bezin içinde bir ışık parladığını görmüş. Gözü kamaşmış. Gözü kamaştığından her yeri gün gibi görmeye başlamış güneş yeniden doğmuş.
Gezgin hayret ederek beze tekrar bakmış içinde bir koca zümrüt taşı varmış. Bir kuş tüyü şeklinde bezeli zümrüt taşı almış iyice sarmış heybesini toplayıp geçtiği yollara geri dönmüş. Yolda tekrar papağana rastlamış. Papağan sözü uzatmamış. Sulaktan sağ salim geçebilmesi için bir koyunu keleye vermesini öğütlemiş. Gezgin yakaladığı bir koyunu keleye sunup kendi canını kurtarmış. Az gitmiş uz gitmiş yeşiller arasında tekrar yılancı gözü karalıya rastlamış. Yılan tekrar sinmiş başı denizi göstermiş. Gezgin denize ulaşmış. Kıyıda avlanan balıkçılara denk gelmiş. Bakmış ki bunlar salla açılıp mızrakla avlanmaya çalışmaktalarmış. Şans bu ya hiç de balık yakalayamamışlar mıymış? Gezgin bunlara ağla daha çok avlanabileceklerini söylemiş, ağı vermeyi teklif etmiş. Adamlar kabul etmiş. Gezgin bunun karşılığı adamlardan kendisini denizin karşısına götürmeyi istemiş bunu da kabul etmişler. Gezgin karşıya geçmiş. Çöle varmış. Az gitmiş uz gitmiş çöller bitmiş Şam’a gelmiş.
Şahın huzuruna çıkmış zümrüdü ona vermiş. Şah da gezgine kızıyla evlenmesi için izin vermiş. Hemen sarayın yeşil bahçesine bir köşk yaptırmışlar. Şah bizzat köşkün yapılışına refakat etmiş. Bir yandan da şehrin en iyi kuyumcusunu çağırtıp zümrütten bir güzel yüzük yapmasını emretmiş. Kuyumcu zümrüdü işlerken yonttuğu parçaları da toplamış bir kâse içinde saklamış. İşi bitince yüzükle beraber şaha göndermiş. Şah yüzüğü almış zümrüt tozlarını da köşkün duvarlarında kullansınlar diye ustalara emretmiş. Köşkün inşası bitmiş, bahçe içinde güneş ü ayda, gündüz ü gecede pırıl-pırıl parlayan bir zümrüt bina ortaya çıkmış. Gezgin ile Servinaz yedi gün yedi gece düğün yapmışlar zümrüt köşklerinde sonsuza dek hiç ayrılmadan beraber yaşamışlar.
Kaynak kişi: Mehmet Fakıoğlu, 1923, İskenderun, Çiftçi.
Yazan: Emre Fakıoğlu
Not: Alıntı Yapmak Yasaktır.
Günün Sözü
Akıllı adam aklını kullanır. Daha akıllı adam başkalarının da aklını kullanır.
Bernard Shaw
Akıllı görünme çabası, çoğu zaman akıllı olmayı engeller.
La Rochefoucauld
Akıllı kimsenin lisanı kalbindedir, düşünerek söyler.
Hz. Ali